Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

12 Eylül ve NATO (ya da ABD)

Bu yazı 12/09/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

*Prof.Dr. Tevfik ERDEM/SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü

 

 

12 Eylül 1980 darbesinin ekonomik, siyasi, terör olaylarının ve ayrılıkçı hareketlerin artması ile ilgili birçok gerekçesi vardır. Darbeyi yapanların TSK İç Hizmet Kanunu Madde 35’i referans alarak kendilerine bir misyon yüklemelerinin arkasında bu sorunlar yatar.

Darbenin Amerika ile bağlantısından söz edilirken CIA'nin Türkiye Şefi Paul Henze’nin meşhur “our boys have done it” (bizim çocuklar yaptı) ifadesi akla gelir. Bu ifade darbenin doğrudan doğruya ABD’nin yönlendirmesiyle ya da talimatıyla yapıldığı şeklinde değil onun bilgisi ve onayıyla yapıldığı şeklinde okunur. Ancak darbenin NATO ve ABD için Türkiye’de demokrasinin raftan kaldırılması ve askeri bir rejimin inşasını mazur görecek kendince önemli gerekçeleri de vardır.

Soğuk Savaş döneminin son darbesi olan 12 Eylül darbesini bu dönemde meydana gelen gelişmelerden yani ideolojik kamplaşmalardan ve rakip bloğu çevreleme stratejilerinden ayrı görmek mümkün değil. Bu bağlamda birkaç önemli gelişme Türkiye’nin ABD ve NATO yanında yer almasını önemli ve gerekli kılacak sonuçları ortaya koyar. Türkiye’nin NATO yanında yer almasının anlamı Batı bloğundan giderek uzaklaşan ya da uzaklaştırılan ülkelerin yanına Türkiye’nin eklenmemesidir. Bunun için ise Türkiye’de giderek güçlenen ve rejim için bir tehdit olabilecek aşırı solcu akımların önünün kesilmesi, gücünün kısılması gerekir. Oysa Türkiye’de sol hareketlerin en büyük rakibi olarak ortaya çıkan ülkücü hareketin tek başına bu süreci engellemesi çok da mümkün değildir. Öyleyse daha güçlü bir engellemenin olması gerekmektedir.

Darbeyi meşru ve kabul edilebilir hale getirmek için, etnik ve mezhep çatışmalarını tahrik ederek toplumsal bütünleşmeyi zayıflatmak, meydana gelecek çatışma ortamının da darbeyi meşru kılacak bir boyuta ulaşmasına göz yumarak darbe ortamını hazırlamak gerekir. Darbe ortamını hazırlayanların kimler olduğunu tespit etmek zordur çünkü aşağıdaki örneğe bakıldığında kaynağı tespit edilemeyen bombalarla Türkiye’nin nasıl karıştırıldığı görülecektir.

12 Eylül darbesinin yapılmasını meşrulaştıracak ve mezhep ayrılıklarını körükleyerek toplumun sinir uçlarıyla oynanacak bazı olayların halen aydınlatılamadığı açıktır. Darbeye meşruiyet arayışının terör olaylarının artmasıyla ilişkilendirildiği düşünüldüğünde sözde olgunlaştırıcı nedenlerin neler olduğun dair ilginç bir örnek verilebilir: Hamido’nun katledilmesi.

Malatya’nın çok sevilen sağcı Belediye Başkanı Hamido (Hamid Fendoğlu 1919-1978) posta yoluyla gönderilen paketin patlaması sonucu gelini ve iki torunuyla birlikte hayatını kaybeder (17 Nisan 1978). Gerçekte dört bombalı paket Ankara’dan yola çıkmıştır. Ankara’dan gönderilen bombalı paketler Malatya, Adıyaman, Adana ve Pazarcık’a (Kahramanmaraş) gönderilmiştir. Alevi kökenli aşiret önderi ve CHP Kahramanmaraş Pazarcık ilçe başkanı Memiş Özdal’a gönderilen paketi Özdal değil postacı açtığı için hayatını kaybeden postacı olur.  Üçüncü bombalı paket Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Oltu’ya ve dördüncü paket Adanalı işadamı Ahmet Akalın'a gönderilir.

Malatya Belediye Başkanı halkın çok sevdiği Hamido, DP geleneğini temsil eden bir siyasetçidir. Onun gibi halk tarafından çok sevilen birinin öldürülmesi, Malatya gibi farklı mezheplere mensup ve solun güçlü olduğu bir şehirde elbette ki büyük karışıklıkların çıkmasına sebep olacaktır. Hamido’nun ölümünden sonra ise Malatya karışır, adeta Maraş öncesi bir provadır bu. 3 kişi öldürülür 30 kişi yaralanır, 700 işyeri tahrip edilir.

1970’li yılların sonlarına doğru meydana gelen gelişmeler NATO (ABD) için bölgesel güvenlik sorunlarının ortaya çıktığı yıllardır.

Süreç ABD’nin İran’da mevzi kaybetmesiyle başlar. İran’da 4 Kasım 1979 tarihinde Batı yanlısı Şah rejiminin yıkılması ABD için büyük hayal kırıklığıdır.

Şah rejiminin düşmesi ABD için basit bir rejim değişikliği olarak görülmemelidir çünkü ABD’nin U2 casus uçaklarının kalkış noktası İran’dır ancak İran’da Şah rejimi düşünce Adana’daki üsler için izin talep edilir. ABD bu taleplere hiçbir zaman olumlu cevap alamaz. ABD’nin bunu bir yere not ettiğini söylemeye gerek var mı?

İran’ın ABD açısından elden gitmesinin peşi sıra Afganistan’da seçimleri kazanan Babrak Karmal’ın SSCB’yi ülkesini işgal için davet etmesiyle yeni bir güvenlik açığı ortaya çıkar.  Afganistan işgaliyle (26 Aralık 1979) başlayan SSCB (Komünist) yayılmacılığı, ABD için tehdit çanlarının çalması şeklinde yorumlandı. Üstelik Türkiye’de de giderek artan aşırı sol akımların Rusya’ya yönelik sempatisi ABD için çok rahatsız ediciydi. 1960’lı yıllardan tecrübe çıkaran ABD’ye göre, Türkiye’de sol terör örgütlerinin giderek daha fazla güçlenmesi durumunda Afganistan, İran ve sonrasında Türkiye için de iplerin elden gittiği şeklinde yorumlanabilirdi. Zira aynı güzergâh üzerindeki Yunanistan’ın da Albaylar Cuntası (1967-1974)  olarak adlandırılan dönemin sonunda yani 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesine NATO’nun tepkisiz kalmasını bahane ederek aynı yıl NATO’dan ayrılması adeta büyük güvenlik açığı anlamına geliyordu.

Yunanistan’ın ABD teşvikiyle tekrar NATO’ya girmek istemesine rağmen Türkiye’nin vetosu nedeniyle bu istek bir türlü gerçekleşmez ta ki darbeden bir ay on gün sonra Türkiye ikna edilir ve Yunanistan 20 Ekim 1980 tarihinde NATO’ya tekrar dâhil edilir.

Böylece darbeden bir ay sonra ABD ve NATO’nun çıkarları pekiştirilmiş olunur.

12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesinin icraatları ile NATO için sadece Türkiye’de meydana gelebilecek olası bölgesel güvenlik açığı sorununun sonu değil Yunanistan’la ilgili sorunun da sonu gelmiş olacaktır.

Darbenin sonuçlarından biri de 2 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlarla Türkiye’nin dünya pazarıyla eklemlenmesinin önü açılacaktır. Çünkü bu kararlarla birlikte köklü bir ekonomik rejim değişikliği ancak güçlü bir iktidarla ve işçi haklarının (grev vb. gibi) engellenmesiyle mümkün olacaktır. İngiltere’de Margaret Thatcher ve ABD’de Ronald Reagen ile başlayan neoliberal ekonomik politikalar tüm dünyada yeni bir birikim rejiminin ortaya çıkması anlamına geliyordu. Küreselleşmeye doğru yelken açan bu ekonomik politikalar çevre ülkelerin ekonomi ve işgücünü merkez ülkelerin ekonomisine dahil etmeyi hedefliyordu ancak bunun için de çevre ekonomilerinin istikrarlı biçimde yönetilmeleri gerekiyordu ancak 1970’li yıllar sadece siyaset için değil ekonomi için de istikrarsızlığın yılları olarak bilinir ve görünür.

Basit gibi görünen bu gelişmeleri ortaya koymadan Türkiye’de meydana gelen ya da getirilen iş çatışmaları, terör olaylarını ve dolayısıyla 12 Eylül darbesini açıklamak sanki eksik gibi görünüyor.