Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

1957 Seçimleri ve Üçlü Masa’dan Günümüze Dersler

Bu yazı 09/11/2022 tarihinde yayınlanmıştır.

*Prof.Dr. Tevfik ERDEM /İç Politika ve Hukuk Koordinatörü

Demokrat Parti (DP) iktidarı, 1957 seçimleri sonucunda liste usulü çoğunlukçu seçim sisteminden kaynaklanan bir sandık iktidarı ortaya koymuşsa da, seçim sonuçları gerçekte DP’nin halk üzerindeki iktidarının azaldığının işaretlerini veriyordu. Öncelikle 1958 yılında yapılacak olan seçimin 1957’ye alınması bile bu iktidar kaybının bir sonucuydu.

Seçimler erken bir tarihe çekilmişti çünkü bir yandan ekonomik sorunlar diğer yandan muhalefet partilerinin iktidara karşı birleşmeleri gecikecek bir seçimin daha yüksek bir oy kaybına neden olacağını gösteriyordu.

DP’nin kan kaybettiğinin önemli işaretleri vardı, partideki işleyişin demokratik olmayan bir tarzda gerçekleştiğini belirterek partiden kopanlar arasında “Parti yolundan ayrıldı” diyen, parti kurucularından Fuat Köprülü de vardı. DP’den ayrılanların 1955’te kurdukları partinin adının Hürriyet Partisi olması da ayrı bir anlama sahipti (Gerçi 1958’de CHP’ye katılacaktır bu parti).

CHP’nin çok partili hayata geçiş sürecinde sahip olduğu özgüven onu öngörüden uzaklaştırdığı için olsa gerek partililer, 1950 seçimlerini kazanacağına o kadar inanmıştır ki, ne seçim sistemini ne de DP’nin istediği diğer değişiklikleri yapmayacaklardır. Ancak devrim (!) sayılabilecek değişiklik “kapalı oy açık sayım ilkesi” hayata geçirilmiştir. DP iktidara geldiğinde sürekli şikayet ettiği ‘liste usulü çoğunluk seçim sistemini’ kendisi için yararlı gördüğünden değiştirmemiştir. 1957 seçimlerinde DP %48.6 ve CHP %41.4 oy almalarına rağmen yani aradaki fark %7.2 olmasına rağmen, DP 421; CHP 173 milletvekili kazanmıştır yani CHP’nin iki katından fazla. Mevcut sistem çok fazla oy alan parti lehine işlemekte ve temsilde adaletsizliğe neden olmaktadır. Bu seçim sisteminin değişimi için bir darbe ve 1961 Anayasası beklenecektir.

DP’nin 1950 seçimlerini kazanmasında, Prof. Dr. Karpat’a göre seçmenin partinin programını bilip ona göre oy vermesinden çok, halkın ne olursa olsun CHP’den kurtulma isteği vardır. Görünen o ki, 1954 seçimlerinde de CHP’nin halka dokunma onlarla temas etme gibi bir gayretinin çok fazla olmadığı açıktır. CHP’nin tek parti dönemindeki olumsuz imajını değiştirmek için parti olarak en küçük bir çaba bile harcanmadığını belirten Çavdar[1], şunları ilave eder: “Başta İsmet İnönü olmak üzere, halka tepeden bakan, sert, başöğretmen edalı parti büyükleri gene ön safları tutmuştu.” Halka yakın olma iddiasındaki Kasım Gülek’in bile durumu değiştiremediğini belirtir Çavdar.

CHP kendisini değiştirmek için çabalasaydı bile sonucun değişmeyeceği açıktır. 1950 ve 1954 yılları arasındaki ekonomik gelişmeler, dış yardımlar diğer yandan tarım alanında meydana gelen örneğin ekilebilir alanların %70 oranında artması ve köylünün yaşam standartlarının iyileşmesi, DP’nin Türkiye tarihinde hiçbir zaman aşılamamış olan %58’lik oy oranına ulaşmasına sebep olmuştur. Nasıl olmasın ki “köylü artık DP’nin seçim meydanlarında söylediği gibi belki “Yeni “Harman” (o dönemin en seçkin sigarasıydı) içemiyordu ama “Köylü” sigarasını bırakmıştı ve “Bafra” vb. içebiliyordu[2]

1954 seçimleri CHP için hayal kırıklığı olsa da muhalefet görevini üstlenecek yeni ekonomik sorunlar ve örneğin Hürriyet Partisi’ni kurmaya götüren parti içi muhalefeti harekete geçirecek uygulamalar vardır. DP izlemek istediği liberal ekonomik politikaların dışına çıkmak zorunda kalır çünkü ne beklediği yabancı sermaye gelir ne de Türkiye’deki girişimciler bir batılı burjuva ruhuna sahiptir. Devletin sırtından palazlanmaya alışık girişimci grubu ile ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi mümkün olmaz, DP bu nedenle ciddi bir kamu yatırımı politikası izler. 1957 seçimlerine doğru ekonomik sorunlarla başbaşa kalan DP, muhalefette iken CHP’yi eleştirdiği özgürlükler alanına müdahalede bulunmaya başlar. Ekonomik kriz ve daha fazla sivil toplum alanını daraltma, 1957 seçimlerinde oy oranının düşmesine neden olur. Zürcher[3] DP’nin oy kaybetmesinin arkasındaki iki etkeni, ekonomik bunalım ile egemen seçkin sınıflar olarak ordu ve aydınların bazı kesimlerinin hükümetten soğumalarını gösterir.

DP’nin oy kaybetmesinde 1954 seçimleri sonunda izlenen bazı politikaların da etkili olduğunu görmek gerekir. Örneğin Adıyaman, İsmet İnönü’nün memleketi ve CHP’nin bu seçimlerde birinci olduğu Malatya’dan kopartılarak ayrı bir il yapılır. Aynı şekilde Kırşehir’in 5 milletvekilliğini Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi’nin (CMP) kazanması sonrasında Kırşehir, ilçeye dönüştürülerek Nevşehir’e bağlanır. Son hata 1957’de DP tarafından düzeltilse de örnekler, DP’nin yenilgiye tahammülü ve muhalefete karşı çok da insaflı olmayan politikalar geliştirebildiğini ortaya koymaktadır. DP’nin bu politikaları, parti içi muhalefetin 1955’ten itibaren diğer değişkenlerle birleşerek ikinci kez bölünmesine neden olmuştur. Söz konusu bölünme, “ispat hakkı tartışması” ile birlikte başlar. “Ceza Kanunu’nun 481. Maddesi ve buna dayanan Yargıtay içtihatları, bakanlar hakkında yapılan suç isnatlarında ispatlama hakkı vermiyor, böylece ortada hukuken açıklığa kavuşmamış kuşkulu bir durum kalmasına yol açılıyordu.[4]”  Yolsuzluklar hakkında ispatlama hakkının verilmemesi de haklı ya da haksız yolsuzluk söylentilerinin artmasına neden olmakta haliyle siyasetin kirlenmesine neden olmaktadır. Ceza Kanununda değişiklik için önerge verenlerin hedeflediği isim devlet bakanı Dr. Mükerrem Sarol’dur. 1955’te önerge veren ve onu destekleyen 19 vekil partiden ihraç edilir.

1957 seçimlerine doğru giderken DP giderek kan kaybederken muhalefet, CHP örneğinde bir araştırma grubu kurarak parti için yeni program ve arayışlara girişir. 1957 seçimleri DP karşısında muhalefetin birleştiği ve daha fazla sesini çıkardığı bir seçim dönemidir. Bu dönemi birkaç başlık altında ele almak mümkündür.

İlk olarak, 1957 seçimleri muhalefetin cumhuriyet tarihinde ilk kez geniş bir blok oluşturmayı denediği bir seçimdir. Bugünkü popüler tabire uyarlanırsa “üçlü masa” olarak yorumlanabilecek bu masada CHP, DP’den ayrılanlardan oluşan Hürriyet Partisi ve Bölükbaşı’nın CMP’si vardır.

Bu güç birliğinin oluşmasının arkasında CMP lideri Bölükbaşı’nın hapis cezası alması önemli bir motivasyon kaynağıdır. 1946’dan beri kendilerini CHP’ye uzak hisseden muhalefet “kendi aralarında yaptıkları kimi zaman sabaha kadar süren toplantılardan” sonra 5 Eylül 1957 bir bildiri yayınlarlar. Bu bildirinin ana başlıkları şunlardır[5]: Muhalefet seçimlerde iktidara geldiği takdirde, mahkeme istiklali ve hâkim teminatı, sendika hürriyeti ve mesleki teşekküller kurma hakkı, bütün idari tasarruflar üzerinde kazai murakabe (kanun denetimi), vatandaşlar arasında kanaatlarına göre fark göstermeyen tarafsız idareyi gerçekleştirecektir.” Görüldüğü gibi muhalefet mahkemelerin bağımsız hareket etmesi gerektiğinden sendika ve mesleki dernek kurma hakkına kadar geniş bir alanda özgürlük ve örgütlenme hakkı tanıyacaktır ki bunlar yine darbe sonrası tartışmalarda gündeme gelecektir.

Bu bildiriden birkaç gün sonra parti kurucusu Fuat Köprülü istifa edecektir. Seçim vaatleri arasında muhalefetin özellikle Hürriyet Partililerin vurguladığı ve CHP’nin de dillendirdiği Anayasa Mahkemesi, Planlama gibi başlıklar tartışılmaya açılmıştır. 1957 Seçimleriyle ilgili bugüne dair neler söylenebilir diye bakıldığında belki şunlardan söz etmek mümkün.

Partiden istifaların kurucu üyeler olması sadece DP değil Ak Parti için de önemli ancak partilerdeki liderlerin gücü bu istifaları etkisiz hale getirmekte ve hatta bazen partiyi güçlendirebilmektedir. Hem DP hem de Ak Parti karizmatik parti liderliğine sahiptirler ve bu liderlik partinin karşı karşıya kaldığı sorunlarda ciddi bir can simidi olmaktadır.

DP kurucusu Fuat Köprülü’nün partiden istifa etmesi onun parti kurucularından biri olması hasebiyle bir öneme sahiptir ancak Köprülü’nün baskın kişiliğinin ve zaman zaman Menderes ile olan rekabetinin de bunda etkili olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Ayrıca Menderes’in karizmatik özelliği bu tür istifaları gölgede bırakmaktadır.

DP dönemi Türkiye’si ile bugünkü Türkiye elbette ki birebir örtüşecek özelliklere sahip değildir. Türkiye’nin özellikle şu anda dış politikada izlediği politika ve oynadığı rol onu önemli bir oyun kurucu ve yönlendirici pozisyona sokmaktadır bunda da partinin karizmatik lideri Erdoğan’ın ne kadar önemli olduğu açıktır. Tahıl koridorundan, Rusya ve Ukrayna arasındaki esir değişimine, Libya’dan Azerbaycan’a kadar sürece damga vuran bir rol oynaması zamansal bir değerlendirme yapmanın bazen insanı hataya sürükleyeceğinin açık işaretleridir. Ancak iç politika sadece dış politik gelişmelerle okunmaz, Türkiye belki de uluslararası politik arenada hiç olmadığı kadar güçlü ve etkili bir rol oynuyor olabilir lakin iç politikayı etkileyen başka değişkenler vardır. İç politikayı etkileyen bu değişkenler olarak örneğin partiler arası ittifaklar, seçmenin yaşadığı ekonomik sorunlar, kimlik siyaseti, ilk kez oy kullanacak olan 6 milyon genç seçmenden söz edilebilir.

Son değişken yani ilk kez oy kullanacak 6 milyon genç seçmen eksen alınarak 1957 seçimleri ile de irtibatlandırarak yazıyı bitirmeden önce rahmetli Karpat hocanın 1957 seçimleri için yaptığı bir yorumu tekrar hatırlamak gerekir: “Türkiye’de ortalama seçmen dinsel propagandadan geçmişe oranla daha az etkilenmekte ve oyunu başka yaşamsal kaygılarla vermektedir. …(seçmenin oy vermesinde TE) din propagandasının anlamsızlaştığı ve seçmenin, hangi parti iktidara gelirse gelsin din alanındaki politikanın köklü biçimde değiştirilmeyeceğine inandığını söyleyebiliriz[6].” Elbette ki, 1957 sonrasında da din, insanların oy vermelerinde etkili bir olgu olarak varlığını sürdürmüştür. Örneğin CHP’nin başörtüsünü siyasetin ana merkezine taşıması ve saldırgan laiklik yorumları muhafazakar seçmeni dini kimliğe sahip partilere yönlendirmiştir. Oysa CHP son yıllarda dini tartışmanın tamamen dışında, yaşam tarzlarına müdahale etmeyeceğini vaat eden bir politika ile odağını tamamen ekonomik sorunlara çevirmiştir. 6 milyonluk seçmen zaten geçmişte yaşananları, örneğin 28 Şubat’ı bilmediği gibi sadece Ak Parti iktidarı ile büyüdüğünden karşı karşıya kaldığı tüm sorunları onunla özdeşleştirmektedir. Ak Parti öncesini bilmediği için “geçmişte şöyleydi, biz böyle yaptık…” türünden propagandalar ona cazip gelmemekte, onun dünyasında bir karşılık bulmamaktadır.

1957 seçimlerinde CHP ile bir arada olması mümkün olmayan siyasetçiler ve partiler DP iktidarına karşı bir araya gelmişken bu gün de birbirinden tamamen farklı program ve politikalara sahip partiler Ak Parti ve esas olarak Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyaset yürütmekte ve bir araya gelmektedirler. 6’lı masanın bir kısmı zaten Ak Parti içinden çıktığı için geçmişte yapılan iyi şeyleri onlar da sahiplenmekte ve kendi icraatları olarak okumaktalar. Bu da Ak Parti için ayrı bir sorun alanı.

2023 seçimleri için seçmen geçmişte yapılanlardan çok gelecekte ne yapılacağı ve bunun kendi hayatına yansımasının ne olacağını düşünüyor. Gençler ise, iş bulma ümidi, liyakat, adalet gibi kavramları referans alarak siyaset üzerinde belirleyici olmak istiyorlar. Orta yaş ve üzeri seçmen Ak Partinin karşı karşıya kalınan sorunları çözebileceğine dair bir inanca sahip olabilir ancak genç kuşak (Z dememek için direniyorum!) bu tür bir deneyimden uzak ve gençliğin verdiği heyecanla acil ve şimdi bir çözüm bekliyor. AK Parti (MHP ile birlikte Cumhur İttifakı), Türkiye Yüzyılı programında olduğu gibi TOGG ile başlayan yeni yüzyılın ilk meyvesini savaş sanayii ile birlikte başka meyvelerle tamamlar ve geliştirirse bu kuşağı etkileme şansı daha da artar yoksa geçmişe dönerek verilecek örneklerle bu seçimde politika geliştirmek çok kazançlı görünmüyor.

 

[1] Çavdar, Tevfik (1996), Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950-1995, İmge Yayınları, Ankara, s. 48.

[2] Çavdar 1996:47

[3] Zürcher, Eric J. (2011), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Y. Saner, İletişim, Ankara.

[4] Günay, Ertuğrul (2020), Bir “Hürriyet Hikayesi, Çok-Partili Dönemde Özgürlükçü Bir Siyaset Girişimi, İletişim, Ankara, s.53.

[5] Çavdar 1996:616

[6] Karpat, Kemal (2007),Türkiye’de Siyasal Sitemin Evrimi 1876-1980, çev. E. Soğancılar, İmge, Ankara, s. 126.