Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

ABD-Çin Mücadelesinin Tespitleri ve Geleceği

*Emekli Kurmay Albay İlyas Süpürgeci

ABD ve Çin arasındaki mücadelenin gün geçtikçe arttığı görülmektedir. Bu kapsamda ABD ile Çin arasında devam eden küresel güç mücadelesinde, bu mücadelenin önümüzdeki süreçte nasıl gelişeceğine veya nasıl seyredeceğine dair ip uçları veren önemli gelişmeler ve tespitler şunlardır:

- ABD'nin, Soğuk Savaş döneminin sona ermesini müteakip, "Küresel İslami Terör" ile mücadele ve "Bölgeye Özgürlük Getirme" örtüsüyle başlattığı Büyük Ortadoğu Projesinin hayata geçirilmesi savaşları yirmi yıl sonra Amerikalıların kendi deyimiyle “Bitmeyen Savaşlara” dönüşmüştür. Bu savaşların ABD'nin siyasi, askeri, ekonomik ve psiko-sosyal milli güç unsurlarını zaman geçtikçe zayıflattığını fark eden Başkan Obama, ikinci iktidar döneminde bölgedeki ABD güçlerinin dönmesi gerektiğini belirterek kuvvetlerin bir kısmını çekmişti. Başkan Obama Çin'in ABD için öncelikli tehdit olduğunu görerek ABD askeri gücünün (özellikle deniz ve hava gücü) Asya-Pasifik bölgesinde sıklet merkezi oluşturması gerektiğini ifade etmiştir.

Obama'dan sonra gelen Donald Trump'ın döneminde ABD dış politikasına damgasını vuran önemli sloganlar ise şunlardır:

- "Önce Amerika", Yeniden Büyük Amerika", "Küreselleşmeye Son, Yaşasın Ulus Devletler."

- "Amerika’ya göçmen akınını durduracağız, bunun için Meksika sınırına duvar inşa edeceğiz", "Amerikalı olmayanlar kendi ülkelerine dönmelidir."

- " ABD'nin taraf olduğu Ticaret ve Gümrük Anlaşmaları ABD halkının çıkarlarına aykırıdır ve aleyhinedir. Bunları değiştireceğiz."

- "Çin liberal ekonominin kurallarına uymamıştır ve ABD'nin uygulamalarını kendi lehinde istismar etmektedir."

- "Çin ve ABD'deki Çinli şirketler ABD'nin güvenliği için tehdittir."

- "ABD için NATO artık çok önemli değildir ve NATO'nun yükünü ABD taşımaktadır. Amerikan halkının vergileri ile varlığını sürdürmektedir. Avrupalı müttefikler NATO için yapmaları gereken katkıyı yapmamaktadır. Amerika Avrupa'yı savunmak zorunda değildir. Güvenliğini ABD'nin sağladığı Avrupa ülkeleri refah içinde yaşarken sıkıntıyı Amerikan halkı çekmektedir. Bu böyle devam edemez."

- "DEAŞ yenilmiştir". "Amerikan güçleri Suriye'den ve Afganistan'dan çekilmelidir ve bitmeyen savaşlar sonlandırılmalıdır."

- "Iran hiçbir zaman nükleer silah sahibi olamayacaktır."

- Başkan Trump döneminde; ABD, düşmanlarına ve rakiplerine karşı ve bu ülkelerle işbirliği yapanlara karşı en ağır ambargoları, siyasi ve ekonomik yaptırımları, dolar üzerinden sahip olduğu küresel ekonomi ve finans hegemonik gücüne dayalı yaptırımları hayata geçirmiştir. Genel anlamıyla esasen Çin'i sınırlandırmak maksadıyla tam bir "Ticaret Savaşı" başlatılmıştır.

- Çin'in başat güç potansiyelini iyi gören ve " Bir Yol ve Bir Kuşak İnisiyatifi" bağlamında kendi limanlarının kazandığı jeostratejik önemi (Körfez bölgesini Doğu Akdeniz'e bağlayan konum) üzerinden avantajlarını gören İsrail hükümeti ABD'ye rağmen Çin ile çok yönlü stratejik işbirliği geliştirmekten ve limanlar dahil önemli altyapı yatırımlarının inşası ve işletilmesi bağlamında, Çinli Şirketlerin katıldığı önemli anlaşmalar yapmaktan kendini alamamıştır. İsrail'deki Çin varlığını ve İsrail'in Çin ile ticari, ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanda artan bir işbirliği trendine girmesini kendi çıkarları açısından bir tehdit olarak algılayan Trump yönetimi İsrail'e çok sert tepki göstererek buna son vermesi için hükümete ağır baskı uygulamıştır. Dönemin dışişleri Bakanı Pompeo'nun Tel Aviv ziyareti sırasında bu konunun çok güçlü bir şekilde görüşme masasında dile getirdiği bilinmektedir ve aynı günlerde Çin'in Tel Aviv'deki büyükelçisi konutunda yatağında ölü bulunmuştu. İsrail hükümeti bu baskılar karşısında Çin ile ilişkilerini biraz soğumaya bırakmakla birlikte ABD'nin uyarıları doğrultusunda somut adım atmamakta direnmiş ve ayak sürümüştür. Bu dönemde kaydedilen önemli diğer bir gelişme; ABD yönetiminin İsrail Devleti ile bir Savunma İttifakı Anlaşması yapma önerisine Israil'in cevabının "hayır, buna gerek yoktur" olmasıdır. Fakat diğer taraftan Başkan Trump yönetimi, İsrail için çok değerli olan bölgesel dönüşüm adımları ("Yüzyılın Barış Anlaşması", "İbrahimi Anlaşmalar" ve Türkiye karşıtı "Doğu Akdeniz İşbirliği Stratejisi") nin atılmasında çok büyük destek sağlamıştır.

- İran ile büyük güçler arasındaki 2015 yılında imzalanmış olan Nükleer konulu anlaşmayı Başkan Trump geçersiz kabul etmiş ve İran'a çok ağır yaptırımlar ve ambargolar uygulamıştır. İran dini liderinin sağ kolu olarak bilinen ve İran'ın sınır ötesindeki örtülü ve açık stratejilerini ve sahadaki faaliyetlerini yürüttüğü söylenen General Kasım Süleymani ve Irak'taki uzantıların Iraklı komutanları Başkan Trump'ın emriyle ABD güçleri tarafından havadan icra edilen bir saldırı ile öldürülmüştür. Bu olay sonrası bölgedeki gerilim tırmanmıştır, fakat her şeye rağmen İran anlaşılmaz bir şekilde "stratejik sabır" göstermiş ve oldukça ölçülü bir cevap vermiştir. İran yönetimi aslında mevcut rejimi devirmeyi hedef alan tüm saldırılara karşı direnerek ülkedeki hakimiyetini sürdürmeyi başarmış ve Çin ile uzun vadeli, stratejik seviyede kapsamlı bir anlaşma imzalamıştır. Bu yapılan anlaşma ile aslında ABD'nin politikalarının başarısızlığı ve kendisine karşı meydan okuma ilan edilmiştir.

- Başkan Trump döneminde ABD Kuzey Kore yönetimi üzerinde arzu ettiği etkiyi üretememiş ve istediği sonucu alamamıştır. Benzer durum ABD'nin Venezüella politikası için de geçerlidir.

- ABD yönetimlerinin Rusya'ya ilişkin siyasetinde de arzu ettiği sonuçları alamadığı ve söz geçiremediği görülmüştür. Rusya'nın Karadeniz’de, Doğu Akdeniz’de ve Kafkasya'da elde ettiği kazanımlar, yakın çevresindeki ülkelerle, Afrika ülkeleriyle, Avrupa ve Asya ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler göz önüne alındığında bu çok açıktır. Bununla birlikte; Rusya lideri Putin'in en önemli siyasi hedefi olan " Rusya'nın güçlü bir küresel aktör olarak kabul edilmesi ve böyle muamele görmesi" ABD yönetimleri tarafından kendisine verilmemiştir ve bölgesel güç muamelesi yapılmaya devam edilmiştir. Rusya'nın Avrasya stratejisi doğrultusunda; bölge ülkeleri ile rekabete rağmen, ortak çıkarlara dayalı işbirliği zemini yaratılmasına ve bölge dışı aktörlerin dengelenmesine önem ve öncelik vermesi, ABD'nin bu bölgedeki hedeflerine ulaşmasını oldukça zora sokmuştur. Rusya, ABD'nin asıl rakibi olan Çin ile ortak çıkarlar doğrultusunda jeopolitik ve jeostratejik ilişkilerini sürdürmekte ve bir nevi ortak düşmana karşı bölgesel dayanışma sergilemektedir. Putin Rusya’sının Hindistan ve Almanya ile olan ilişkilerine de önem verdiği görülmektedir.

ABD'deki son seçim döneminde yaşanan ve kayda geçen önemli gelişmeler ve tespitler ise şunlardır:

- ABD'nin hem içeride hem de dışarıda aynı anda yüzleşmek zorunda olduğu devasa büyüklükteki sorunların farkında olan ve Amerika içinde yer alan devlet dışı güçlü aktörlerin ve kamuoyunun tanıdığı etkili figürlerin seçimlerden çok önce yaptıkları değerlendirmelerde ve yorumlarda verilen temel mesaj şuydu:

ABD ile Çin rekabetinde ve/veya mücadelesinde çok dikkatli ve ince bir siyaset izlenmesinin, küresel bir tırmanmaya ve çatışmaya götürecek politikalardan kaçınılmasının çok önemli olduğu vurgulanıyordu. Çin'in " bir yol bir kuşak inisiyatifine" karşı çıkmak yerine bu konuda ABD'nin çıkarlarını dikkate alan kapsamlı bir stratejiyi gecikmeksizin uygulamaya koyması gerektiği savunuluyordu. İlaveten, Başkan Trump'ın kişiliğinin, tarzının ve mevcut kapasitesinin bu kadar karmaşık ve büyük sorunları çözmede yetersiz kaldığı ve hatta izlemekte olduğu politikalarla sorunları daha da karmaşık hale getirdiği belirtiliyordu. Yani Trump'ın bir dönem daha başkan seçilmesinin ve yönetimde kalmasının ülkeyi ve dünyayı felakete sürükleyeceği mesajı yayılıyordu.

Trump döneminde onun karşısındaki güçler Federal Yönetim Sistemini ve Başkanı adeta felç ettiler ve başarısız olması için yoğun bir kampanya yürüttüler. Küresel ölçekteki COVID 19 Sağlık ve Ekonomik Krizinin de etkisiyle Trump'ın destekçilerinin sayısı seçimler yaklaştıkça azaldı. Bu trendin farkında olan Başkan Trump ve destekçileri seçimi kazanmak maksadıyla toplumu kutuplaştırmak için elinden geleni yaptı, ırkçı söylemlerini artırdı ve bu durum Amerikan halkı aşırı derecede kutuplaştı. Her iki taraf da Amerika'yı diğerlerine karşı korumak ve/veya kurtarmak üzere eylem ve söylem üretiyordu.

- Seçimler çok gergin atmosferde gerçekleşti ve iki tarafın aldığı oyların sayımı ve dökümünde hile ve yolsuzluk yapıldığı iddiaları gerginliği daha da arttırdı. Seçimi kaybeden Trump destekçileri çok ilginç bir şekilde toplantı sırasında Kongre binasını bastılar ve bir süre işgal ettiler. İşgal sırasında can kayıpları yaşandı ve Cumhuriyet Muhafızları kongre binasına girerek işgalcilerden temizlediler. Başkan Trump'ın sosyal medyayı kullanması engellendi ve bu durum halen devam etmektedir. Donald Trump Beyaz Sarayı terk etmiş, fakat iktidar mücadelesini sürdüreceğini ifade etmiştir.

Başkan Joe Biden'ın son döneminde meydana gelen önemli gelişmeler ve tespitler:

- Demokrat partililerin desteklediği Başkan Biden'ın, "Trump dönemi öncesi Amerika'nın dünyaya tekrar geri döndüğünü, ABD'nin Batı değerlerini savunmaya devam edeceğini, insan hakları ve özgürlük mücadelesini eski müttefikleriyle birlikte sürdüreceğini, NATO'nun çok önemli ve güçlü bir ittifak olarak varlığını sürdürmesi için ABD'nin desteğini sürdüreceğini belirtmesi çok önemliydi. Yeni dönemin Trump döneminde yaratılan tahribatın tamir edileceği bir " onarım" dönemi olacağı vurgulanıyordu. Yine bu kapsamda gittikçe zayıflayan dar gelirlilerin ve orta direğin sosyo-ekonomik durumunun düzeltileceği, adaletin ve eşitliğin sağlanacağı, gerekli yapısal reformların yapılacağını vadetti. Bu doğrultuda ve ekonominin tekrar canlandırılması bağlamında; bir trilyon dolar kadarı ülkenin altyapısının yenileştirilmesi ve geliştirilmesine harcanmak üzere, yaklaşık üç trilyon doları aşkın bir kaynak planlandı. ABD Başkanı ayrıca fosil yakıtlara değil yenilenebilir enerji politikalarına destek vereceğini ve doğanın korunması için küresel işbirliğini teşvik edeceğini vurguladı.

- Biden yönetiminin belirlediği, ABD güvenlik ve dış politika esaslarının belirtildiği genel çerçevede, Çin ve Rusya iki önemli rakip ve tehdit olarak yer aldı ve Trump döneminde başlatılan yaptırım politikalarının kaldırılacağının hiçbir işareti verilmedi.

- Başkan Biden müttefik ülke liderleriyle ve Rusya lideri Putin ile bir dizi görüşmeler yapmak üzere bir Avrupa çıkarması gerçekleştirdi. İlk durak Londra oldu ve Başbakan Johson ile baş başa görüştü. Müteakiben G-7 ülke liderleriyle bir zirve gerçekleştirdi. NATO liderler zirvesine katıldı ve bazı ülke liderleriyle ikili temaslar gerçekleştirildi. Türkiye ve Rusya bu ülkeler arasındaydı. ABD başkanı olarak Biden'ın en büyük derdi ve sıkıntısı çok açık olarak; nefesini ensesinde hissettiği gittikçe büyüyen ve güçlenmekte olan Çin'di ve Çin'in Amerikan hegemonyasına karşı meydan okumasıydı. Biden bu meydan okumaya karşı müttefiklerinden destek ararken, Rus lider Putin'in geleceğe ilişkin nabzını tutuyordu.

- Başkan Trump kendi döneminde İngiltere'nin AB'den ayrılmasını (Brexit) desteklemiş ve böylece AB'ye bir darbe vurmuştur. Brexit gerçekleştikten sonra Birleşik Krallık bağımsız bir aktör olarak dünya siyaset sahnesine tekrar dönmüştür. ABD lideri Biden ile İngiltere başbakanı Johson arasında baş başa yapılan görüşmede iki ülkenin Revize Edilmiş Kuzey Atlantik İttifakı ve izlenecek siyasetin çerçevesi hakkında bir mutabakat sağlanmış olabileceği ve iki ülkenin yapacağı jeopolitik işbirliği esaslarının belirlenmiş olabileceğine dair kuvvetli işaretler vardır. Bu kapsamda muhtemeldir ki; ABD'nin liderliğinde izlenecek küresel siyasette Birleşik Krallık çıkarlarının da gözetileceği ve Çin'e ve Rusya'ya karşı verilecek mücadelede İngiltere'nin yeni görev ve sorumluluklar üstlenmesi bağlamında bir mutabakata varılmıştır. Bu mutabakat sonrasında G-7 ve NATO zirveleri gerçekleştirilmiştir.

- ABD başkanı Biden'ın Avrupa seferinde yaptığı temaslarda ve zirvelerde Birleşik Krallık haricindeki müttefiklerinden Çin'e ve Rusya'ya karşı mücadelede aradığı desteği arzu ettiği seviyede bulduğunu söylemek oldukça zordur. Bunun en önemli nedeni; ABD'nin yapmış olduğu büyük hatalar ve ABD'nin hem Avrupa'daki hem Asya-Pasifik bölgesindeki müttefiklerinin Çin ile özellikle ekonomik alanda geçen yirmi yılda gelişen ve içiçe geçmiş karmaşık ilişkiler ağıdır. Müttefikler istese dahi, Çin ile ekonomik ilişkilerini yeniden dizayn edebilmeleri için zamana ihtiyaçları olacaktır. Yüz milyarlarca dolarlık iş hacminin kısa sürede yeni duruma göre dönüştürülmesi bu ülkelerin çıkarına değildir.

- NATO zirvesi sonrasında Karadeniz bölgesinde yapılan tatbikatlardaki İngiliz ordusuna ait unsurların manevraları ve Birleşik Krallık donanmasına ait bir vurucu gücün Asya-Pasifik bölgesinde kalıcı konuşlanması veya güç gösterisi yapıyor olması dünya sahnesinde İngiltere'nin görünürlüğünü arttıran gelişmelerdir. Anlamı tam olarak şudur: "Okyanuslardaki, denizlerdeki ve su yolları üzerindeki tarihsel hakimiyetimiz (Britanya ve ABD hakimiyeti) devam edecektir ve biz iki ülke olarak bu konuda kararlıyız."

- ABD'nin Yunanistan ile ikili anlaşmalar yaparak Yunan adalarında ve Batı Trakya limanlarında üsler kuruyor olması ve bu üslerin Baltık Denizi'nden Doğu Akdeniz'e uzanan bir hat veya kuşak teşkil etmesi Avrasya Satranç Tahtasındaki oyunda jeopolitik bir hamledir. Bu AB ile Doğu'daki güçler arasına bir set çekmek veya duvar çekmek anlamı taşımaktadır. Doğu Akdeniz'de Israil- GKRY- Yunanistan- Mısır-Fransa ve BAE ile oluşturulan bölgesel isbirliği platformu ABD tarafından desteklenmektedir. "Bir yol ve bir kuşak projesi"nin belki de en kritik gerilim noktasını oluşturan Doğu Akdeniz bölgesinde oluşan bu cephede Kıbrıs adasında üsleri olan Birleşik Krallığın nasıl konumlandığı çok net olmamakla birlikte, büyük stratejide ABD ile müttefik olması önemli ipuçları vermektedir.

- Biden yönetiminin İran ile nükleer anlaşmaya geri dönülmesi doğrultusunda başlattığı müzakereler halen devam etmektedir. Süreç uzadıkça Iran yönetiminin zaman kazanmaya çalıştığı ve sonuç alınabileceğine dair beklentilerinin azalmakta olduğunun işaretleri alınmaktadır. Özellikle İsrail başbakanı Naftali Bennet'in Washington ziyaretindeki temaslarında bu konudaki endişelerini dile getirdiği ve İran'ın nükleer güç olma çabasının önlenmesini sağlamak için Israil'in geliştirdiği stratejiyi Başkan Biden'a sunduğu bilinmektedir. Bu strateji doğrultusunda her türlü katkıyı yapmaya İsrail'in hazır olduğunu vurgulamıştır. Biden yönetimi, İran ile müzakereler devam ederken, İsrail tarafından ABD'nin bilgisi ve onayı olmadan İran'a yönelik herhangi bir operasyon yapılmasından endişe ettiğinden dolayı, bunun olmaması için İsrail yönetiminden (dışişleri bakanı ve başbakan) söz alındığının bazı işaretleri söz konusudur.

- Afganistan'daki ABD varlığını sonlandırmak maksadıyla, Başkan Trump döneminde başlatılan görüşmeler Biden döneminde sürdürülerek Taliban ile bir anlaşmaya varılmıştır. Anlaşmanın içeriği tam olarak bilinmemekle birlikte; çekilmenin icrası her yönüyle hem ABD'yi hem NATO müttefiklerini zor durumda bırakan sahnelerle ve sonuçlarla gerçekleşmiştir. En büyük küresel güç olan ABD'nin ve yönetiminin ne kadar büyük bir zaaf içinde olduğunu ve gücünün sınırlarını bu kez çok net olarak ortaya koyan Afganistan'dan tahliye görüntüleri belki de yüzyıl hafızalardan silinmeyecektir. ABD'nin Afganistan'dan bu şekilde çekilmesi ve genel olarak bölgeden çekilme refleksi ortaya koymuş olması bölgede en çok İsrail halkını ve hükümetini kaygılandırmıştır. Israil'deki muhafazakâr Siyonist çevrelerde, ABD'nin bir "terör örgütü" olan Taliban ile anlaşmış olması ve Afganistan'ı teslim etmesi artık İslam Dünyasında Osmanlının yenilmesinden sonra ilk defa "Müminlerin kafirlere karşı zaferi" olarak hatırlanacaktır bağlamında görüşler ileri sürdükleri ve Keşmir'den Beyrut'a kadar uzanan hatta terör örgütlerinin bundan büyük cesaret ve güç devşireceklerini iddia ettikleri bilinmektedir. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin "uzun vadeli bir stratejik yenilgi" olarak nitelendirilmektedir.

- Başbakan Bennet'in Washington ziyareti esnasında Kabil Havaalanında tahliyenin en kanlı sahneleri yaşanıyordu ve sözde dünyanın en güçlü ülkesinin başkanı olan Biden hayatının en zayıf ve en zor anlarını yaşıyordu. İki liderin buluşması ve görüşmesi Beyaz Sarayda bu çok ağır havada gerçekleşti. Bennet ABD'nin bu zor gününde İsrail olarak Amerikan halkının acılarını ve sıkıntılarını paylaştığını ve her türlü yardıma hazır oldukları bağlamındaki genel sözlerinden sonra, konuşmasının bir yerinde "....... İran dünyaya terör ihraç eden ve insan haklarını ihlâl eden bir ülkedir. Şu anda Natanz'daki santrifüjler dönmeye devam ediyor. Biz iki amaç için strateji geliştirdik: İran saldırganlığını ve nükleer ülke olmasını durdurmak. İsrail hiçbir zaman ABD'nin kendisini korumasını istemedi ve hiçbir zaman da istemeyecek. Biz güvenliğimizi dış kaynaklara havale etmeyeceğiz. Kendi yazgımız hakkında endişelenmek, bu bizim sorumluluğumuzdur ve bize verdiğiniz araçlar ve destek için teşekkür ederiz." şeklinde çok net bir mesaj verme gereği duymuştur. ABD başkanı Biden ise daha önce de değişik vesilelerle ifade ettiği sözlerini tekrarladı: İsrail halkının tehditlere karşı kendini savunma hakkı vardır. İran hiçbir zaman nükleer silah sahibi olamayacaktır. Buna rağmen İran’ın ABD ve İsrail ile ilişkileri şaşırtıcı bir seyir izlemeye devam ediyor.

- 2Eylül 2021 tarihinde İsrail medyasında çıkan bir haber İsrail'in ABD ile Çin arasında nerede konumlandığı ve Çin ile ilişkilerinin geleceğine dair çok önemli ip uçları vermekteydi. Bu haber ABD'nin şiddetle karşı çıktığı; İsrail limanlarının Çinli şirketlerin de yer aldığı özel sektör tarafından geliştirilmesi ve işletilmesi konusu ile ilgiliydi. Haberin başlığının çevirisi " İsrail bölgesel ticaret hatlarını (linklerini) arttırmak ve kapasiteyi yükseltmek için Hayfa Limanı'nı Çinlilerin işletimine açıyor" şeklindeydi. Haber Reuters kaynak gösterilerek www.ynetnews.com 'da yayınlandı. Haberde Çinli şirketin adı Sanghai International Port Group (SIPG) olarak belirtiliyordu.

- İsrail'in nerede konumlanmakta olduğuna dair önemli ipucu veren diğer bir gelişme ise eski MOSSAD Başkanı Yossi Kohen hakkında www.globes.co.il'de yer alan bir haberdi. Yayınlanan bir haberde: Yossi Kohen'in iki önemli şirketin birden İsrail'deki yöneticisi (müdürü) olduğu ve bu şirketlerden birinin dünyanın en büyük yatırım finans şirketi olan Japon SOFTBANK, diğerinin ise Yenilenebilir Enerji Şirketi DURAL olduğu, belirtiliyordu. Yani eski MOSSAD başkanı " Yeşil Doğayı ve Yeryüzünü Koruma Devrimi" devrimcileri saflarındadır. Fosil yakıtların kullanımına son vermek ve yeşil enerjiye dayalı teknolojik dönüşümün gerçekleştirilmesi vizyonu (Avrupa/Almanya) merkezlidir. Almanya ve Japonya fosil yakıtlara olan bağımlılıklarını minimum seviyeye indirmek yoluyla aslında Çin ile birlikte bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi başlatmak üzere çok önemli mesafe almışlardır. Biden yönetimi de bunu görmüştür ve kendi araba üreticisi devlerini TESLA'yı dışarıda bırakarak bu yönde hareke geçirmiştir. Biden ABD'nin bunu ıskalamaması ve bu alanda lider olması gerektiğini medya önünde ilan etti.

SONUÇ OLARAK:

Son dönemde ABD’nin güçlü olduğu yönündeki imajının gittikçe azaldığı görülmektedir. Bu anlamda her alanda gerileme sürecine giren ABD'nin dolar üzerinden sahip olduğu küresel ekonomi üzerindeki hegemonik gücünü kullanarak uyguladığı yaptırımlarla sonuç alamayacağını gördüğü; özellikle rakipleri tarafından, blockchain ve kripto para ve finans teknolojileri ile ABD'nin bu gücünün etkisinin erozyona uğratıldığını anladığı,

ABD'nin küresel güç mücadelesinde bundan sonraki süreçte; "zararların azaltılması" ve "ABD üzerindeki ağırlıkların hafifletilerek yarışta hızlanması" (yüksek teknoloji ve yeşil enerji dönüşümü alanında, siber uzay alanında ve uzay çalışmalarında liderlik için tekrar rakipleriyle olan mesafeyi açmak) doğrultusunda büyük strateji (grand strategy) izlemeye çalışacağı,

İki okyanusa yanlarını ve Kanada'ya sırtını dayamış bir kıta gücü ABD'nin rakiplerini zor durumda bırakacak kontrollü kaos ortamına göz yumarak bundan faydalanabileceği mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda ABD’nin kendisi "Dünyanın jandarmalığı" görevinden arzu ettiği bölgelerde ve çıkarları ölçüsünde uzaklaşırken, rakiplerini bu bağlamda sorumluluklar üstlenmek ve yükün altına girmek zorunda bırakacak siyaset izleyeceği,

ABD'nin bundan sonraki süreçte içe kapanmaya başlayarak, kendi iç sorunlarına daha çok kaynak ayırarak, halkın memnuniyetini ve refahını yükseltmek için çaba harcayacağı, Federal Yönetim Sistemi, sosyo-ekonomik ve psiko-sosyal dengelerin sağlanması ile ilgili yapısal reformları (gerekli dönüşümü) gerçekleştirmek için çalışacağı değerlendirilmektedir.