ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in Afganistan Savaşı Değerlendirmesini Nasıl Yorumlamalıyız
Bu yazı 26/09/2023 tarihinde yayınlanmıştır.
*Doç. Dr. Güray ALPAR/ SDE Başkanı
ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley’in, Ekim ayı ortalarında, ABD’nin Afganistan’dan çekilişinin ikinci yılında yaptığı konuşmasında, iki ana husus önemliydi (https://euronews.com/2023/09/15). Bunlar;
-İstediğimiz gibi bitmedi. Geniş anlamda savaş kaybedildi. Bu bir stratejik gerileme ve stratejik başarısızlıktır.
-Buna rağmen ABD'yi, 20 yıl üst üste Afganistan'dan gelecek saldırılara karşı koruduk.
En üst düzeyde bir askeri yetkili olan Milley’in bu konuşması, aynı zamanda son dönemde gerçekleşen olaylara anlam kazandırma yönünden önemliydi ve iyi analiz edildiğinde birçok hususa açıklık getiriyordu.
Birinci husus zaten, bazı olayı anlayamamış veya anlamak istemeyenler dışında, herkes tarafından bilinen bir gerçeğin itirafından başka bir şey değildi. Çünkü bir şeyin “ne olmadığını” söylemek, “ne olduğunu” tanımlamaktan çok daha kolaydı ve çoğu analizci de buna odaklanıyordu (Aslantürk ve Amman, 2012: 205). Milley’in bu tartışmalara kesin bir nokta koyarak açıkça yenilgiyi kabullenmesi, tartışmaları sona erdiriyordu. Diğer taraftan ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrası, Vietnam’dan başlayarak Afrika dahil, Avrasya bölgesinde hiçbir savaşı, müttefikleri olmadan, tek başına kazanamadığı açıkça ortadayken, bu kaybedişin pek de garip karşılanmaması gerekiyordu.
Geriye, Milley’in konuşmasında yorumlanması gereken ikinci husus kalıyor ki bunun derinliğini anlaşılır kılmakta fayda var.
Milley’in burada açıkça ortaya koyduğu, “ülkemize yönelik bu bölgeden gelen saldırıları geciktirdik” şeklindeki ifadesi oldukça önemli. Tarih boyunca bütün güç merkezleri Avrasya’da ortaya çıktı. II. Dünya Savaşı sonrası dünya güç merkezi rolünü üslenen ABD ise aslında, tek başına bir güç merkezi olma konumunda değildi. ABD’nin güç merkezi olması, ancak ve ancak, Avrasya’dan bazı ülkeleri yanına alması ya da Avrasya’da güç merkezi konumuna gelebilecek ülkeleri birbiri ile çatıştırarak, kendisinin güç merkezi olma konumunu devam ettirebilmesine bağlıydı. Bu hep böyle oldu ve ABD, Afganistan dahil, Avrasya’da hiçbir bölgeyi ele geçirip uzun süre elde tutamadı, ancak buraları yakıp yıkarak Avrasya’dan kendisine yönelik bir tehdidi önlemeyi, 11 Eylül saldırıları hariç, bugüne kadar başardı.
ABD’nin Afganistan Kararlı Destek Misyonu Komutanı Orgeneral Austin Scott Miller, ABD Afganistan’dan çekilirken istifa ederek, görevini 2021 yılı temmuz ayında, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie’ye devrederken, kendilerinin yetiştirdiği kuvvetlerin Taliban’a karşı uzun süre direneceğini düşünüyor ve Afganistan’ın bir iç savaşa sürükleneceği değerlendirmesini yapıyordu. Bu değerlendirmeyi yapan Miller’in “Faaliyetler nadiren planlandığı şekilde gerçekleşir” kurmay deyişini unuttuğu açıktı. Nitekim öyle de oldu. ABD’nin milyarlarca dolar harcayarak yetiştirdiği yüzbinlerce kişiden oluşan kuvvetleri, birkaç gün bile dayanamadan dağılıp gitti. Diğer taraftan ABD Genelkurmay Başkanı Milley’in konuşmasındaki ikinci konu ise bir bakıma doğruydu çünkü stratejide kendi gücümüzle birlikte, gücü korumak ve en önemlisi rakibin bizi etkileyebilecek güce ulaşmasını önlemek de bir anlam ifade ediyordu. Ancak unutmamak gerekir ki strateji, başından sonuna kadar, beklenmedik durumları da karşılayacak şekilde, sabırla planlanıp uygulanmıyorsa bir anlam ifade etmeyecektir.
Aslında ABD’nin güç merkezi konumuna gelmesi, kendisi yanında, 1800’lü yıllardan başlayarak Avrasya Kıtasındaki liderlerin ileriyi görme yeteneklerindeki eksikliklerinden kaynaklanıyordu. İyi analiz edildiğinde, İngiliz Başbakanı Gladstone (1809-1898) ve Churchill (1874-1965) hep kazandığını zannederken, büyük resmi göremeyen ve uzun vadede ülkelerinin güç merkezi olma konumlarını kaybetmelerine neden olan devlet adamlarıydı.
Gücün etkili kullanımına yönelik seçimlerle ilgili olan strateji, esas anlamda durumu ve tehdidi algılayıp, analiz ederek içindeki tehlikeleri ve fırsatları görme yeteneği ile de ilgiliydi. 1815 Viyana Kongresi sonrası; İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletler büyük bir öngörüsüzlükle aşırı ihtiraslarının peşinden düşüncesizce giderken, bu hatayı en iyi anlayan, ABD’li devlet adamları oldu. Bu devlet adamları, Avrupalılara, Amerika kıtasına karışmamaları şartı getirme yanında, o dönemde, ABD’ni sonraki yüzyılda dünya güç merkezi konumuna taşıyacak, manevralarını gerçekleştirdiler (1823, Monroe Doktrini). Osmanlı Devleti ise bu dönemde ne olup bittiğini bile anlayamamıştı (Lamartine 2011: xxviii ve Danişmend, 1972: 112). Düşünce üretmemek, öngörüsüzlük ve birçok durumda seçeneksiz kalmak bir toplum için düşebilecek en kötü durumdu.
ABD Başkanı James Monroe (1817-1825 yılları arasında Başkanlık yapmıştır) tarafından, 1823 yılında Kongrede yapılan konuşma incelendiğinde, bunun ABD için bir içe kapanıştan daha çok, dünya hakimiyetine hazırlık amacına yönelik olduğu görülür. Monroe, kongre konuşmasında ülke olarak kesinlikle Avrupa’nın kendi aralarındaki mücadelelerinde taraf olmayacaklarını (kendisine saldırmadıkları sürece) ortaya koyarak, bir anlamda bu güç mücadeleleri esnasında hem kendi gücünü geliştirmeyi, çevresini düzenlemeyi hem de Avrupalı devletlerin birbirini ile mücadelesiyle yıpranmalarını hedefliyordu (President Monroe’s Seventy Annual Message to Congress, The Monroe Doctrine, December 2, 1823). İleri görüşlü oluşturulan temel esas bugüne kadar başarı ile uygulanmıştır ve günümüzde uygulanmaya da devam etmektedir.
Nitekim ABD, 1900’lere gelindiğinde aynı anda 14 savaş gemisi ve 13 kruvazörü inşa edebilecek seviyeye ulaşma yanında, dünyadaki mamul ürünlerin 1/3’ini tek başına üretir haldeydi ve önce İspanya’yı ardından 1902 yılında İngiltere’yi Amerika kıtasından silmişti (Kissinger, 2006: 30).
ABD, ilk Dünya Savaşına (Aslında bir Avrupa Savaşı) Avrasya coğrafyasındaki taraflar birbirini tükettikten sonra dahil oldu. Askeri kayıpları da zaten diğer devletlere nazaran yok denilecek kadardı (Savaşta ülkelerin verdiği toplam kaybın yaklaşık %1’i bile değildi). Dahası ABD ekonomisi savaş boyunca %13.2 ve savaşılan bir yılda %9 büyürken, Fransız ekonomisi %36, Alman ekonomisi %18 daralmış, İngiltere ise savaşın masraflarını karşılamak maksadıyla çıkardığı Milli Savaş Tahvillerinin ödemesini ancak 100 yıl sonra yapabilmişti (2015’den sonra).
ABD bu dönemde bile dünya liderliğini almaya hazırdı. Başkan Thomas Woodrow Wilson (1856-1924) bunu ortaya koydu (Sander, 2007). Binlerce mil yol katederek ikna çalışmaları yaptı ancak ABD’de birileri, haklı olarak, biraz daha beklemek gerektiğini düşünüyordu.
Nitekim II. Dünya Savaşı bunu doğruladı. ABD yine savaşa sonradan girdi ve diğer devletlerin aşırı yıpranmış olmasından dolayı, bu kez tartışmasız bir şekilde dünya güç merkezi konumuna geldi. II. Dünya Savaşı da aslında Avrupa devletleri ağırlıklıydı ve dünya savaşı olmaktan uzaktı (Luciano, 2006). Bu savaşta 80 milyona yakın kişi hayatını kaybederken ABD kaybı, (ABD Gazi İşleri Departmanı’nın (Department of Veteran’s Affairs) verilerine göre), 400 bin civarındaydı. 1939-1940 yıllarındaki ABD büyümesi %8,5 iken, 1941 yılında %17,7, 1942 yılında %18,9 ve bir sonraki yıl ise %17 olarak gerçekleşti. Bunun anlamı, muazzam bir ekonomik gücün oluşturulmasıydı. Savaşa dahil olan tüm ülkeler kaybederken, ABD yine devlet aklı sayesinde kazanmıştı.
ABD bir güç merkezi haline gelmişti ancak mevcut konumu ile tek başına bunu devam ettirmesi, “Avrasya kıtasından bazı güçleri yanına almadan ve zaman zaman bu kıtadaki güçleri birbirine karşı kullanarak yıpratmadan” imkansızdı. II. Dünya Savaşı sonrasında bazı bölgelerde Sovyet ilerlemesine izin vererek yarattığı korku sayesinde, bunu Soğuk Savaş Dönemi boyunca yaratmayı başarmıştı. Ancak Soğuk Savaş Dönemi sona erince gücünü korumakta ve müttefiklerini yanında tutmakta zorlanmaya başladığı açıkça görüldü. Bu dönemde oluşturulan Atlantik Ötesi bağlantıları da sorgulanmaya başlanmıştı. Çökmekte olan ittifakı kurtarmanın tek çaresinin “yeni düşmanlar yaratmak” olduğu tezlerinin öne sürülmesi de bu dönemdeydi. Düşman yaratma uğruna Avrasya bölgesine yönelik teoriler geliştirildi, birçok bölge yakılıp yıkıldı. Bu da yeterli olmayıp, başarısızlıklar ortaya çıkınca da Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin hızır gibi yetiştiği görüldü. Böylece yaratılan Rus korkusuyla, Batı Kamuoyu bir süre daha tekrar bir arada tutulmuş ve ABD yanında yer almış gibi gözüküyor. Rusya, Ukrayna üzerinden yıpratılırken, enerji, ekonomi ve silah satışları yönünden tek karlı gözükenin ABD, kaybedenin ise tüm Avrasya kıtası olduğu göze çarpıyor. Gladstone ve Churchill’in yaptığı stratejik hataları ise Fransa’da Macron (Doğu Akdeniz, Suriye ve Kafkasları karıştırarak), İtalya’da Meloni (Avrasya’yı birbirine bağlayacak yol projelerine karşı çıkarak) yapmaya devam ediyorlar. Başkaları ise Ukrayna, Rusya savaşını durdurma yerine, savaşı kızıştırarak öngörüsüz bir şekilde aynı çizgide ilerliyor.
Bu noktada düşünmenin hayatımızdaki yerini ve düşünen bir toplum düzeni yaratmanın önemini anlatmaya gerek yok. Düşünce bir anlamda dış evrenin kişinin zihnine yansımasıdır ve daha çok algı ve anlama gücü, problem çözme ve karar verme ile ilişkilendirilir. Ancak karar verme mekanizmaları kontrol altındayken bunu sağlamanın ne kadar zor olduğu da Avrasya bölgesinde açıkça ortaya çıkıyor. Başkaları ne anlar bilemeyiz ama, ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in açıklamalarından bizim anladığımız tam da bu…
Kaynakça:
Aslantürk Zeki ve Amman Tayfun M. (2012). Sosyoloji, Çamlıca Yayınları: İstanbul.
Canfora, Luciano. (2006). Democracy in Europe: A History. Blackwell Publishing: Oxford & Malden MA.
Danişmend, Hami. (1972). İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul.
Kissinger, Henry. (2006). Diplomasi, Çev. İbrahim H. Kurt, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Lamartine de Alphonse. (2011). Osmanlı Tarihi, Çev. Serhat Bayram, Kapı Yayınları: İstanbul.
President Monroe’s Seventy Annual Message to Congress, The Monroe Doctrine, December 2, 1823.
Sander, Oral. (2007). Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918’e kadar, İmge Kitapevi: Ankara.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya