A.B.D. Seçimleri ve “Ekonomik Milliyetçilik”
* Murat Bayar
A.B.D.’de 6 Kasım 2018’de yapılan ara dönem seçimini yorumlamadan önce Amerikan seçim sistemi hakkında kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır. Ülkenin yasama organı olan Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi’nin 435 üyesi iki yıllığına, üst kanadı Senato’nun 100 üyesi ise altı yıllığına seçilirler. Ancak, kabine ve anayasa mahkemesi üyelerini onaylamak dahil kritik sorumlulukları bulunan üst kanatta belli bir istikrarı sağlamak amacıyla Senato üyeleri tek seferde seçime gitmez: üç zümreye bölünen Senato’da her iki yılda bir zümrelerden birisi için seçim yapılır. Öte yandan, Başkanlık seçimleri her dört yılda bir yapılmaktadır. Bizlere oldukça karışık gelebilecek bu sistemde, Donald Trump’ın başkan seçildiği 8 Kasım 2016’da yapılan “genel seçimde” Temsilciler Meclisi’nin tamamı ve Senato’nun 34 üyeliği için oy verilmiş, sonuçta Cumhuriyetçiler Kongre’nin her iki kanadındaki çoğunluğunu korumuştur. O seçimden iki yıl sonra, bu hafta yapılan “ara dönem seçiminde” (Başkanın döneminin yaklaşık ortasına rastlar) Temsilciler Meclisi’nin yine tamamı ve Senato’nun 35 üyeliği için oy verilmiştir. Dolayısıyla, iki yıl sonra Kasım 2020’de yapılacak genel seçimde hem başkan, hem Temsilciler Meclisi’nin tamamı, hem de Senato’nun kalan üyelikleri için oy verilecektir. Eyalet valiliği ve belediye başkanlığı seçimleri de bu dönemsel seçimler sırasında yapılmaktadır.
Kasım 2018 seçimine giderken genelde tahminler Cumhuriyetçi Parti’nin Senato’da çoğunluğu korurken Temsilciler Meclisi’ni Demokrat Parti’ye kaptırması şeklindeydi. Bu tahminleri besleyen tarihi bir eğilim, genel seçimlerde başkanın partisinin Kongre’nin her iki kanadında da çoğunluğu kazanması (örneğin, 2008’de Barak Obama’nın ilk kez başkan seçilmesiyle eş zamanlı olarak Demokratların Kongre’yi alması), ama başkanın iki yıllık icraatından sonra gerçekleşen ara dönem seçiminde, iktidardaki yıpranmanın etkisiyle Temsilciler Meclisi’nin kaybedilmesi (örneğin, 2010’da Barak Obama’nın 1. dönem başkanlığının ortasında Demokratların alt kanadı kaybetmesi) şeklindedir. Bu senaryo gerçekleştiğinde başkanın ihtilaflı yasa tasarılarını Kongre’den geçirmesi fiilen imkansız hale gelebilmekte ve kutuplaşma hükümeti kilitleyebilmektedir. Başkan Trump’ın modern Amerikan tarihinin muhtemelen en ihtilaflı politikalarını ve argümanlarını ürettiği göz önüne alınırsa, bu seçimin mevcut yönetim için önemi daha iyi anlaşılabilir.
Seçim kampanyası sırasında Demokratlar genelde sağlık sistemini ön plana çıkartan ve Obamacare’i korumaya dönük söylemler geliştirirken Başkan Trump Çin’le devam eden ticaret savaşını ve özellikle “göçmen tehdidi”ni vurgulamıştır. Önde gelen Demokrat partililere ve mali destekçilerine postayla gönderilen bombalarda ve Pittsburgh’daki bir sinagogda düzenlenen silahlı saldırıda 11 sivilin öldürülmesinde faillerin ırkçı görüşlere sahip beyaz Amerikalılar çıkması, Başkan’ın söylemlerinin “zehirli etkisiyle” ilgili tartışmaları seçime birkaç gün kala alevlendirmiştir. Geri adım atmayan Beyaz Saray, Orta Amerika’dan yürüyerek yola çıkıp Meksika üzerinden A.B.D.’ye ilermekte olan binlerce kişilik göçmen karavanını potansiyel suçlularla dolu bir güruh olarak tasvir eden seçim reklamıyla son hamlesini yapmıştır.
Daha büyük resme baktığımızda, Başkan Trump’ın 2016 seçim kampanyasını yöneten Steve Bannon’ın son şeklini verdiği popülist formülün sadece A.B.D.’de değil, dünyanın bir çok yerinde tatbik edildiği görülmektedir. Dışarıda serbest ticaret anlaşmalarının, içeride ise göçmenlerin sorumlu tutulduğu işsizlik, düşük maaşlar ve artan suç oranlarına karşı “ekonomik milliyetçilik”i çözüm olarak büyük kitlelere takdim eden bu formül, Brexit referandumundan İtalya ve Macaristan’daki genel seçimlere kadar bir çok kritik aşamada seçmen üzerindeki gücünü ortaya koymuştur. Bütün bu seçimlere şahsen veya kurucusu olduğu, Facebook kullanıcılarının bilgilerinden izinsiz yararlandığı ve bir çok ülkede seçimleri yasadışı yöntemlerle manipüle ettiği ortaya çıkınca kapatılan Cambridge Analytica şirketi aracılığıyla müdahil olan Steve Bannon, bu yılın Ekim ayında Brezilya’da başkan seçilen aşırı sağcı ve Trump hayranı Jair Bolsonaro’nun da fahri danışmanlığını yapmıştır. The Economist dergisinin baş editörü ile 15 Eylül 2018’de yaptığı söyleşide Bannon ekonomik milliyetçiliği, kısaca, “ülkelerin globalleşmeye ve Avrupa Birliği gibi üst yapılara karşı kendi egemenliklerini geri kazanmaları… vatandaşlarının ekonomik ve fiziki güvenlikleri için adil olmayan ticarete gümrük tarifeleriyle ve sınırsız göçmen akışına sınır güvenliğiyle dur demeleri” şeklinde tarif etmektedir. Bannon A.B.D. özelinde ise “Trump Devrimi”nin üç ayağını: (1) ekonomik milliyetçilik, (2) Amerikan silahlı kuvvetlerinin “insani” vb. sebeplerle dünyanın her köşesine konuşlandırılmasına son verilmesi ve (3) devletin ekonomideki rolünün sınırlandırılarak girişimcilerin önünün açılması şeklinde özetlemektedir.
Bu arka plana sahip 6 Kasım 2018 seçimleri, çoğunluğun Demokratlar tarafından Temsilciler Meclisi’nde kazanılması, Cumhuriyetçiler tarafından ise Senato’da korunmasıyla sonuçlanmıştır. Seçim sonuçlarının büyük ölçüde şekillendiği gece yarısına doğru Demokrat Parti’nin genel merkezinde kürsüye çıkan Temsilciler Meclisi üyesi ve parti grup başkanı Nancy Pelosi, seçim sonuçlarının her şeyden önce anayasayı ve kuvvetler ayrılığını korumaya dönük neticelendiğini ilan etmiştir. Bununla birlikte, Brexit referandumu ve 2016 genel seçiminde yaşandığı üzere, seçim anketlerinin 36 eyalette yapılan valilik seçimlerinde yanıltıcı olduğu ortaya çıkmış ve Cumhuriyetçi adaylar, özellikle Başkan Trump’ın şahsen miting yaptığı yerlerde tahminlerin üzerinde performans göstermiştir.
Sonuç olarak, Kasım 2018 seçimleri bütün kutuplaştırıcı söylemi ve ihtilaflı politikalarına karşın (veya bunların sayesinde) Başkan Trump’ın yıkılmadığı, tam tersine Senato’da gücünü koruduğu bir tablo ortaya koymuştur. Ekonomik milliyetçilik açısından bakıldığında, kendisini siyasi arenanın solunda konumlandırdığını ileri süren Demokrat Parti’nin mavi yakalı tabir edilen işçi kesimini Başkan Trump’a kaybetmeye devam ettiği, Temsilciler Meclisi’ndeki başarısını ise şehirli ve banliyölerdeki iyi eğitimli bağımsız seçmenlere borçlu olduğu görülmektedir. Bu sonuçlardan yola çıkarak 2020 başkanlık seçimlerinin Donald Trump açısından iyice zora girdiğini ilan etmek için ise çok erkendir, çünkü başkanlık seçimleri son kertede adaylara bağlıdır. Demokrat Parti’de halen başkanlık için adı geçen tek kişi, son derece yıpranmış bir isim olan ve 2016’da seçimi kaybeden Hillary Clinton’dır. Kongre’nin alt kanadında çoğunluğu kaybeden Donald Trump bu noktadan sonra ya Demokratlarla anlaşmanın yollarını arayıp söylemini yumuşatacak, ya da vites artırarak döneminin son iki yılını kutuplaşmadan halk nezdinde galip çıkmaya çalışarak harcayacaktır. Başkan Trump’ın bu zamana kadarki karnesi dikkate alındığında, Temsilciler Meclisi’ni devre dışı bırakmaya dönük ve anayasanın sınırlarını zorlayacak şekilde başkanlık kararnameleriyle Ekonomik Milliyetçilik 2.0 formülünü sahneye koyması kuvvetle muhtemeldir.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya