Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

ABD ve İngiltere Dış İstihbarat Başkanlarının Ortak Makalesine Yansıyan Ruh Hali: Yalnızlaşma ve Kaybetme Korkusu

 

 Bu yazı 10.09.2024 tarihinde yayınlanmıştır.

*Sinan Tavukcu/SDAV Başkanı

 

CIA Başkanı Bill Burns ve Birleşik Krallık Gizli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Richard Moore, 07 Eylül’de Financal Times’ta istihbarat ortaklıklarına ilişkin müşterek bir makale yayınladılar.

Intelligence partnership helps the US and UK stay ahead in an uncertain World” başlıklı makalede iki istihbarat şefi, ülkelerinin istihbarat işbirliğinin öngörülemez/belirsiz bir dünyada ABD ve İngiltere'nin lider konumlarını devam ettirmeye yardımcı olduğunu vurguladılar.

CIA, her ne kadar 1947'de kurulmuş olsa da, ABD ve İngiltere istihbaratları arasındaki bağların daha da eskilere, 1909'daki Birleşik Krallık Gizli İstihbarat Servisi SIS'in (MI6 olarak da bilinen) kuruluşuna kadar uzandığına dikkat çekilen yazıda; Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş boyunca iki ülkenin en yakın işbirliğinin ardından uluslararası terörizme karşı mücadelede yaptıkları ortaklığın iki ülke arasındaki ÖZEL İLİŞKİNİN kalbinde yer aldığı ifade edilmiştir. Bugün ise, iki ülke teknolojik değişimin karmaşıklaştırdığı benzeri görülmemiş bir dizi tehdit ile karşı karşıya olup, çekişmeli bir uluslararası sistemde iş birliği yapmaktadır.

ABD-İngiltere arasındaki “özel ilişki” nedir?

1946'da eski İngiliz Başbakanı Winston Churchill, Birleşik Krallık ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki yakın siyasi, kültürel ve tarihi bağları tanımlamak için "özel ilişki" terimini ilk defa ortaya atmıştı. Churchill’e göre, "Ne savaşın kesin olarak önlenmesi, ne de dünya örgütlenmesinin sürekli yükselişi, ... Britanya Milletler Topluluğu ve İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasında özel bir ilişki olmadan elde edilemez"di.

İkinci dünya savaşından sonra Harry S. Truman-Winston Churchill, 1980’li yıllar boyunca Ronald Reagan-Margaret Thatcher, 1997-2007 yılları arasında George W. Bush-Tony Blair ve 20210-2016 yıllarında Barack Obama-David Cameron dönemleri iki ülkenin “özel ilişki”yi en derinleştirdiği dönemler olarak değerlendirilmektedir.

Kimilerinin alay konusu yaptığı “özel ilişki” uygulamada eşitler arası bir ilişki olarak yürümemiştir. II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden ve Britanya İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra büyük güç statüsünü kaybeden İngiltere, bundan sonra ABD’nin gölgesi altına sığınarak ABD hedeflerine derin, sorgusuz sualsiz itaati dış politikasının temeline yerleştirmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi 5 üyesinden olan bu ikili, uluslararası düzeni ilgilendiren olaylarda çoğunlukla birlikte hareket ettiler. İngiltere, sömürgeci geçmişinden elde ettiği uluslararası ilişkiler ağını ve istihbarat bağlantılarını 2.Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir imparatorluk olarak ortaya çıkan ABD’nin hizmetine sundu.

Bugün yanlış olduğu konusunda ABD’li siyasilerin ittifak ettiği Afganistan, Irak, Suriye ve Libya işgal ve müdahalelerinde İngiltere körü körüne ABD'yi askeri olarak destekledi. Hatta, tecrübeli İngiliz istihbaratı işgallere gerekçeler uydurdu. Ancak, ABD’nin kuyruğuna takılması, İngiltere’ye İngiliz Milletler Topluluğu nezdindeki itibarını da kaybettirdi.

Uluslararası çıkarlar çatıştığında Washington ve Londra arasındaki simbiyotik ilişki zaman zaman zarar da gördü. Mesela, Reagan Yönetimi Marksist isyancılarla mücadele etmek için İngiliz Milletler Topluluğu ülkesi Grenada'yı işgal ederken İngiltere başbakanı Margaret Thatcher'a danışmamıştı bile. Öte yandan, ABD’nin karşı çıkmasına rağmen İngiltere Brexit ilan ederek AB’den çıkmıştı. Yine ABD, İngiltere hükümeti ile istişare etmeden Afganistan'dan ani çekilme kararı vererek İngilizleri boşa düşürmüştü.

CIA ve M16 şefleri küresel barış(!) ve güvenliğin şampiyonları olmaya devam edeceklerini iddia ediyor

İstihbarat şeflerine göre, uluslararası dünya düzeninin Soğuk Savaş'tan beri görülmedik bir şekilde tehdit altında olduğuna şüphe yoktur. Bu riskle başarılı bir şekilde mücadele etme görevi ABD ve İngiltere’ye ait olup bu sorumluluk iki devlet arasındaki özel ilişkinin tam da temelini oluşturmaktadır.

İstihbaratçıların korumayı taahhüt ettikleri tehdit altındaki uluslararası dünya düzeni,  bilindiği üzere, 2.Dünya savaşından sonra sömürgeci Batılı devletlerin, özelde ABD-İngiltere ekseninin diğer devletler üzerinde küresel hegemonyasını devam ettirmek için tasarlanmış bir sistemdir.

Son dönemlerde, üyelerinin 3,54 milyarlık nüfusuyla dünya nüfusunun % 45'ini, küresel ticaretin % 25'ini temsil eden BRİCS’e ve 3.8 milyarlık nüfusa sahip, üyeleri ile toplam 27 trilyon dolar büyüklüğünde bir ekonomik gücü temsil eden Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne üyelik taleplerinin artması, ABD-İngiltere istihbaratları tarafından liderliklerine meydan okuyan küresel tehditler olarak değerlendirilmektedir.

Sistem içinde Batı dışı yeni güç merkezlerinin ortaya çıkması, halkların çok kutuplu bir dünya arayışına yönelmesi onlara göre küresel sistemi tehdit etmektedir.

CIA ve M16 şefinin makalelerinde küresel barış(!) ve güvenliğin şampiyonları olmaya devam etme konusundaki ortak kararlılıklarını dile getirmeleri, bu düzeni gelecek yüzyılda da sürdürme niyetleri, Anglo-Amerikan hakimiyetine dayalı küresel hegemonyadan kolay vazgeçmeyeceklerini ve ABD-İngiltere olarak birleşik bir cephe teşkil ederek ellerinde tutmaya çalıştıkları gücü, yükselen yeni aktörlerle paylaşmamak üzere savaşmaya kararlı olduklarını ortaya koymaktadır.

 “Artık güvendiğimiz veya saygı duyduğumuz müttefiklerimiz yok.”

İstihbarat şeflerinin “Artık güvendiğimiz veya saygı duyduğumuz müttefiklerimiz yok.” cümlesi makalenin en vurucu ifadesi olarak dikkat çekmektedir.

Bu, ABD ve İngiltere’nin artık birbirlerinden başka güvenecekleri müttefikleri ve dostlarının kalmadığının itirafıdır. Daha doğrusu, ABD-İngiltere ekseni için diğer devletleri kolayca peşlerine takıp sürükledikleri dönemler geride kalmıştır. İki devlet, patronu oldukları küresel sistemi koruma konusunda yalnız kaldıkları kanaatindeler.

ABD-İngiltere ittifakı artık güvenecekleri dostları/müttefikleri (yani gel dedikleri zaman harekete geçecek piyonları) olmadığını Kızıldeniz’i ablukaya alan Yemenli Husilere karşı bir deniz koalisyonu oluşturmak için harekete geçtiklerinde tam manasıyla fark ettiler.

Pentagon Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder 22 Aralık 2023 günü basın toplantısında yaptığı açıklamada, 18 Aralık'ta "Operation Prosperity Guard (OPG) kurulduğunu ve 20'den fazla ülkenin bu koalisyona katıldığını söylemişti.  Ardından 4 Ocak’ta, ABD Deniz Kuvvetleri Merkez Komutanı Koramiral Brad Cooper gazetecilere verdiği brifingte deniz gücüne 22 ülkenin dahil olduğunu yeni ülkelerin de katılacağını açıkladı. Bu güce; ABD, İngiltere, Avusturalya, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Danimarka, Norveç, Yunanistan, Bahreyn, Güney Kore,  Yeni Zelanda, Sri Lanka, Singapur, Şeyseller ile birlikte gizlice ek 10 ülkenin daha katılacağı duyurulmuştu.

Ne var ki, müşterek askeri operasyon girişimi ABD-İngiltere ekseni için büyük bir prestij kaybıyla sonuçlandı. Katılacağı ilan edilen ve beklenen devletlerin hiçbirisi OPG’ye katılmadı. Fransa, İtalya ve İspanya bir NATO ya da AB görevi olmadığı sürece ABD komutası altında olmayacaklarını açıkladılar. ABD ve İngiltere operasyonda bir başlarına kaldılar. Ve bugüne kadar da askeri güç kullanmalarına rağmen Husilerin ambargosunu ortadan kaldırmayı başaramadılar.

Rusya-Ukrayna savaşında ve İsrail’in Hamas’la savaşında da ABD-İngiltere ekseni NATO müttefiklerini ve diğer ortaklarını diledikleri gibi yönetip, yönlendiremediler.

Bazı NATO üyeleri, Ukrayna’nın kazanacağından şüphe duydukları savaşa destek olmayı kaynakların hebası olarak görüp direnirken, bir kısmı da bu savaşın bir ABD-İngiltere planı olduğunu açıkça söyleyip bunun bir parçası olmayı kabul etmekten kaçınıp Rusya’nın husumetini üzerlerine çekmemeyi tercih ettiler. 29 Mart 2022’de, henüz savaşın beşinci haftasındayken Ukrayna ve Rusya heyetlerinin İstanbul’da imzaladıkları barış mutabakatının ABD başkanı Joe Biden’ın talimatı ve dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson'un Ukrayna’ya yaptığı baskı sonucu hayata geçirilememesi yüzünden devam eden savaşta her iki taraftan yüz binlerce insan öldü. Sadece küresel liderliklerini sürdürme derdinde olan ABD-İngiltere ekseninin insanların hayatını umursamadığı,  barış diye bir kaygıları olmadığını herkes gördü.

Yine, ABD ve İngiltere’nin soykırım işbirlikçisi olmayı göze alarak kayıtsız şartsız destek verdiği İsrail terör devletinin Filistin katliamlarına birçok Avrupa ülkesi karşı çıktı.  İspanya, Norveç ve İrlanda Filistin devletini savaş sırasında resmi olarak tanıyarak ABD-İngiltere’nin politikalarına uymadılar.

Asya-Pasifik’te de, ABD-İngiltere eksenin müttefik ve ortakları olan devletler kendilerini bir felakete sürükleyecekleri endişesiyle bu eksenle ilişkilerini temkinli, kontrollü şekilde götürmeye dikkat ediyorlar.

Öte yandan, Aksa Tufanından sonra Ortadoğu’da, içine İsrail’in de dahil edildiği bir Arap NATO’su kurulması girişimi de artık imkansız hale gelmiştir.

Dolayısıyla, çok kutupluluğu kaçınılmaz bir gelişme olarak gören, ABD-İngiltere ekseninin hegemonik tek güç olarak devam edeceğinden şüphe duyan, yeni gerçekliğe göre ilişkilerini yeniden konumlandırmak isteyen mevcut müttefikleri ve ortakları hakkında istihbarat şeflerinin “artık güvendiğimiz veya saygı duyduğumuz müttefiklerimiz yok” değerlendirmeleri somut bir gerçeğe işaret etmektedir.

“Teknolojik avantaj, iki devletin özel ilişkinin liderliğini sürdürmesini sağlamanın anahtarıdır”

Makalede iki istihbarat teşkilatı arasındaki ortaklığın; teknoloji, analiz ve yurtdışındaki gizli operasyonlar -ajan ilişkileri dahil- boyunca birlikte çalışmaları üzerine kurulu olduğu açıklanmış ve “Teknolojik avantaj, iki devletin özel ilişkinin liderliğini sürdürmesini sağlamanın anahtarıdır” vurgusu ile önemine işaret edilmiştir.

Müttefik ve ortak devletlere güven ve saygı duymayan iki istihbarat örgütünün yeni dönemde güvendikleri ortakları teknoloji şirketleridir.

Bu ortaklık makalede şöyle dile getirilmiştir; “Teknolojik avantajımızı sürdürmek, paylaşılan istihbarat avantajımızı sağlamak için hayati öneme sahiptir. SIS ve CIA bunu tek başlarına yapamaz; ortaklığımız, özel sektörle olan ortaklık ağıyla güçlendirilmiştir. Artık, özetlemeden fikir oluşturmaya ve veri denizindeki temel bilgileri belirlemeye yardımcı olmaya kadar istihbarat faaliyetlerini etkinleştirmek ve iyileştirmek için üretken AI(yapay zeka) dahil olmak üzere AI kullanıyoruz. Gerektiğinde gizli kalabilmemizi sağlamak için kendi operasyonlarımızı korumaya ve "kırmızı takım" yapmaya yardımcı olmak üzere AI'yı eğitiyoruz. Parlak veri bilimcilerimizin verilerimizden en iyi şekilde yararlanabilmesi için bulut teknolojilerini kullanıyoruz ve ABD, İngiltere ve dünyanın dört bir yanındaki en yenilikçi şirketlerle ortaklık kuruyoruz.”

Teknoloji şirketleri ile ortaklık ve savaşta gelişen teknolojinin kullanımı Ukrayna savaşında hayata geçirilmiştir. Ukrayna savaşı bu anlamda tam bir laboratuvar işlevi görmüştür. Uygulama, makalede aşağıdaki gibi anlatılmaktadır:

“Bu çatışma, olağanüstü cesaret ve geleneksel silahlarla birlikte kullanılan teknolojinin savaşın gidişatını değiştirebileceğini göstermiştir. Ukrayna, açık kaynaklı yazılımı son teknoloji savaş alanı teknolojisiyle birleştiren, ticari ve askeri uydu görüntülerini, drone teknolojisini, yüksek ve düşük karmaşıklıkta siber savaşı, sosyal medyayı, açık kaynaklı istihbaratı, mürettebatsız hava ve deniz araçlarını ve bilgi operasyonlarını — ayrıca insan ve sinyal istihbaratını — inanılmaz bir hız ve ölçekte kullanan türünün ilk savaşı olmuştur. Her şeyden önce, uyum sağlama, deney yapma ve yenilik yapma zorunluluğunu vurgulamıştır.”

Bundan böyle, gelecekteki savaşların başarısı orduların bütçesine, konvansiyonel silahlarının gücüne ve asker sayısına bağlı olmayacak, savaşlar giderek yapay zekanın askeri planlama ve yürütmesi altında, düşük maliyetli otonom silah sistemleri, robotlar ve saliseler içerisinde karar veren güçlü algoritmalar tarafından domine edilecektir. ABD-İngiltere cephesi, teknoloji ve yapay zeka yazılımı kullanarak esasen Çin'in hızla büyüyen askeri gücünü dengelenmeye çalışmaktadır. Ancak uzmanların görüşüne göre, ABD ve İngiltere yapay zeka kullanımı, otonom silahlar üretimi, teknolojiye ordularının adaptasyonu konusunda Çin’in gerisindedir. Silah ve teçhizatları eski, orduları hantaldır.

Sonuç

ABD ve İngiltere’nin dış istihbarat şefleri yayınladıkları ortak makalede, çok kutupluluğu küresel bir tehdit olarak ilan edip Anglo-Amerikan hakimiyetine dayalı mevcut dünya düzeninin korunması için iki devletin birleşik bir cephe oluşturduklarını, CIA ve MI6 istihbarat örgütlerinin de iki devlet arasındaki “özel ilişki”nin kalbinde yer aldığını vurgulamışlardır. Bu işbirliği sayesinde mevcut düzenin gelecek yüzyılda da devam edeceğini iddia etmektedirler.

Bunlar elbette, gerçeklikten kopuk abartılı iddialardır.

Bir defa ülke iç siyasetleri, seçmen profilleri hızla değişmektedir. Tabi olarak dış politika algısı da değişmektedir. 5 Kasım seçimlerinde kazanması ihtimal dahilinde olan Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi, ABD’nin dünya jandarmalığından vazgeçmesini, ülke kaynaklarının halkına harcanmasını savunmaktadır. Yapılan anketlerde de ABD halkı yüksek oranda ABD’nin yayılmacı mevcut dış politikasını tasvip etmemektedir.

Öte yandan, İngiltere’nin 2.Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin stratejilerine payandalık yapan dış politikası ülke içinde ciddi şekilde eleştirilmektedir. ABD’nin sert güce dayalı dış politikasının ortağı olmasının İngiltere’ye, İngiliz Milletler Topluluğu başta olmak üzere birçok devletin düşmanlığını kazandırdığı dile getirilmektedir. Eleştirenlere göre, İngiltere önlenmesi mümkün olmayacak doğal çok kutupluluk içerisinde ilişkilerini yeniden kurmalı, tarihi ilişkilerini de kullanarak soft politikalara yönelmeli, Doğu'nun artan etkisiyle yeniden şekillenen dünya düzeninde ulusal çıkarlarını önceleyerek ABD’den bağımsız, tekrar büyük devlet pozisyonu almalıdır.

 Her iki ülkede içeriden gelen haklı eleştiriler tabanı ve siyaseti etkilemektedir. Dolayısıyla, istihbarat şeflerinin mevcut dünya düzeninin bir yüzyıl sonra bile devam edeceğine dair verdikleri garantiler boş laflardan ibarettir. 3.Dünya Savaşı tehdidi altındaki ülke halkları büyük ihtimalle bu politikaların devamını tasvip etmeyeceklerdir. Son yarım yüzyıldır İngiltere ve ABD'yi birbirine ideolojik olarak bağlayan neoliberalizmin çökmesiyle, iki ülkenin “özel ilişkisi”ne dair kabuller ciddi şekilde yıpranmıştır.

Öte yandan, İsrail’in Gazze’yi işgali ve uyguladığı soykırım, devam eden Ukrayna-Rusya savaşı, dünyayı kesin olarak ikiye bölmüş ve uzlaşmaz biçimde kamplaştırmıştır. Batı dünyası, özelde ABD-İngiltere cephesi çatışma ve kaosu körükleyerek yükselen yeni güçleri baskı altına alıp savaşla tehdit etmektedir. Ancak, bu stratejinin ister istemez dünyanın geri kalanını birbirine yaklaştırdığı görülmektedir.

Geçtiğimiz Temmuz ayında BRICS ülkeleri, küresel ticareti yeniden şekillendirmek amacıyla Amerika'nın SWIFT'ine alternatif olarak kendi ödeme sistemlerini duyurdu. Yaklaşık 159 ülkenin (ki BM’de resmen tanınan ülke sayısı 193’tür) sistemi benimsediği ortaya çıktı. Bu ülkeler, Amerika'nın SWIFT sistemini kendisiyle iyi geçinemeyen ülkelere karşı silah olarak kullandığını tecrübe etmiş olduğundan bundan kurtulmak istiyorlar. Dolardan kurtulmak isteyen ülkeler sınır ötesi ödemelerde blockchain platformu üzerinden yerel para birimlerini kullanmaya yöneliyorlar. Küresel piyasalardaki ekonomik güç dengesi potansiyel olarak hızla değişiyor.

Ekonomik birliktelikler olarak ortaya çıkan yeni küresel yapılanmalar, Anglo-Amerikan tehdidi karşısında pekala askeri ittifaklara da dönüşebilecektir. Dünyanın farklı bölgelerinde, ABD-İngiltere’yi dışarıda bırakan askeri tatbikatların artması buna işaret etmektedir.

Financal Times’ta yayınlanan makaleye tekrar dönecek olursak; CIA ve MI6 başkanlarının kibirli, kendilerinden başkasına saygı duymayan, kendilerini dünyanın patronu gören, üst perdeden tüm insanlığa bakan ve birer süper devlet, süper kurum olma özelliklerinden kaynaklanan bu duruşlarının artık değişmekte olduğunu, korku ve endişe içerisinde olduklarını net olarak görebiliyoruz. Kaldı ki, daha önce onların kurumlarına, devletlerine hizmet eden devletler ve askeri, istihbari kurumlar da kalmamıştır. Üstelik, bu devletlerin bir çoğunun asker ve istihbarat kurumları çok daha modern hale gelip dünyada güçlü konumlar elde ettiği gibi CIA ve M16’nın tüm nüfuz alanlarını da işgal etmiş durumdadırlar.

Dolayısıyla, bu güçlü devletlerin, güçlü kurumlarının, güçlü başkanlarının bugünkü dünya ortamında çok fazla önemleri kalmadığından, CIA ve M16 başkanları yalnızlık, endişe ve korku duymakta son derece haklılar…

Yararlanılan kaynaklar

The US-UK Special Relationship: Time for a Reset, Not an End

https://www.fpri.org/article/2024/02/the-us-uk-special-relationship-time-for-a-reset-not-an-end/

The future of US-UK relations in the balance

https://sponsored.chronicle.com/the-future-of-us-uk-relations-in-the-balance/index.html

BRICS Payments Eyes De-Dollarization Using Crypto & Blockchain

https://coingape.com/brics-payment-system-eyes-de-dollarization-using-blockchain-tech/