ABD’de İç Muhasebe Yapan Yok mu?
Bu yazı 23/10/2023 tarihinde yayınlanmıştır.
*Sinan TAVUKCU/SDAV Başkanı
17 yıldır İsrail tarafından kara, deniz ve hava ablukası altında tutulan Gazze’de Filistin halkı en temel insan haklarından mahrum, cezaevinden daha kötü şartlarda yaşamaya mecbur bırakıldı. Cezaevlerinde ortalama mahkumların sahip olduğu günlük yemek, barınma, temiz suya erişim, temizlik, sağlık imkanlarından bile yoksun kaldılar.
Gazze’de yaşayan 2 milyonluk halka topraklarını İsrail’e terk etme dışında bir seçenek bırakılmadı.
1947’den önce Yahudilere ait topraklar Filistin’in sadece %7’si iken savaş ve haksız işgallerle bugün toprakların %78’ine sahip hale geldiler. 1922’de Filistin nüfusun % 11’ini Yahudiler teşkil ederken bir yandan içeriye sistemli Yahudi göçleriyle diğer yandan Filistinlileri zorla topraklarından çıkararak 1967 sonuna nüfusun neredeyse %80’ine sahip olacak şekilde demografiyi değiştirdiler. İsrail devleti, bütün Filistin topraklarını ele geçirme ve sınırlarını Arz-ı Mevud’a genişletme hedefinden hiç vazgeçmedi.
Filistinliler de topraklarından çıkarılmaya ve İsrail işgaline direndiler. Bu uğurda on binlerce şehit verdiler.
Aralık 1987'de başlayan ilk Filistin İntifadasında, 1.070 Filistinli İsrail askerleri tarafından şehid edildi, yaklaşık 90 bin kişi yaralandı, 175 binden fazla Filistinli tutuklandı. Eylül 2000’de başlayıp Şubat 2005’te sona eren İkinci İntifada sırasında 4 bin 412 Filistinli hayatını kaybetti, 48 bin 322 Filistinli yaralandı.
27 Aralık 2008'de İsrail ordusunun başlattığı “Dökme Kurşun Operasyonu” saldırılarında 1400 Filistinli hayatını kaybetti, 5 bin 400‘ü yaralandı. 8 Kasım 2012'de İsrail’in Gazze Şeridi'ni sekiz gün boyunca bombaladığı, “Bulut Sütunu” saldırılarında 167 Filistinli şehid oldu, bin 200’den fazla Filistinli yaralandı.
İsrail, 8 Temmuz 2014'te “”Koruyucu Hat Operasyon” olarak adlandırdığı Gazze’ye kara saldırısında 2 bin 100’den fazla Filistinliyi şehid etti, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. 20.000 ev yıkıldı ve yarım milyon insan yerinden edildi.
2020 yılında Gazze'de Yüzyılın Anlaşması’nı protesto gösterilerinde İsrail askerleri 170'ten fazla protestocuyu öldürdü. Mayıs 2021 ‘de İsrail polisinin Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlemesinin ardından yapılan protestolarda 254 Filistinli şehid oldu, 2 bine yakın kişi yaralandı.
İşte bu şartlar altındaki Gazze’den, 7 Ekim sabahı İzzeddin el-Kassam Tugayları İsrail’e karşı ‘Aksa Tufanı” adı verdikleri bir saldırı başattı. Beton duvarlar arkasına hapsedilmiş Gazze’den yapılan bu beklenmedik saldırı, Türk tarihinde rastladığımız kuşatmaları kırmaya yönelik HURUÇ hareketini andırıyordu. İsrail devletinin, ordusunun ve istihbaratının uykuda gafil avlandığı, 3’ü general olmak üzere 200 askerinin esir düştüğü, 1300 İsraillinin öldüğü bu sürpriz saldırı, İsrail’in onlarca yılda inşa ettiği yenilmezlik algısını paramparça etti. İsraillilerin devletlerine olan güvenini yok etti.
ABD’nin kayıtsız şartsız İsrail desteği
Yaşadığı inanılmaz saldırı karşısında İsrail devleti şoka girmiş, karar mekanizmaları felç olmuştu. ABD başkanı Biden’ın talimatı ile hemen bir uçak gemisi, bir füze kruvazörü ve dört füze imha gemisi Doğu Akdeniz’e gönderildi. Birinci amaç, muvazenesi dağılan İsrail’i korumak ve derleyip toparlamaktı.
ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya liderleri ortak bir açıklama yaparak ülkelerinin İsrail'in yanında olduklarını duyurdular. ABD Başkanı Joe Biden 17 Ekim’de İsrail’e ve Netanyahu’ya desteğini göstermek için bu ülkeye ziyarete gitti ve İsrail'in kendini savunma hakkını desteklediklerini belirtti. 18 Ekim’de İsrail’in Gazze Şeridi'nde bulunan El-Ehli Baptist Hastanesine düzenlediği bombalı saldırıda 500’e yakın kişinin ölmesi sebebiyle, Kral Abdullah, Sisi, Abbas ve Biden arasında Amman’da yapılması planlanan dörtlü zirve Arap liderler tarafından iptal edildi. Bütün dünyada infial uyandıran hastane saldırısını Biden, pişkince Hamas’a fatura etti.
Nihayet, 20 Ekim’de yapılan oylamada ABD Senatosu kayıtsız şartsız İsrail'i destekleme kararını oy birliği ile kabul etti.
ABD’nin akıl dışı politikaları
Sadece yönetimin değil ABD senatosunun da oy birliği ile İsrail’e ve katliamlarına destek vermesi, bu ülke seçilmişlerinin de insan hakları, vicdan, adalet, eşitlik gibi dertlerinin bulunmadığını ortaya koydu.
ABD, küresel güç olarak sahneye çıktığı dönemden bu yana hiçbir yerde güç kullanarak istediği sonucu alamadı, her yerden evine hüsran ile döndü. Gerisinde yıkılmış şehirler, milyonlarca ceset ve halkların nefretini bıraktı.
Başkan George W. Bush döneminde ABD, Büyük Ortadoğu Projesi [BOP] adı altında bütün bir İslam dünyasını yeniden dizayn etmeye kalktı, bu konuda NATO müttefiki Türkiye’nin kendisi ile iş birliği yapacağını zannetti. Ama öyle olmadı. Irak’tan, Afganistan’dan ve bütün bir Ortadoğu’dan güç azaltarak, trilyonlarca dolar ve binlerce asker kaybederek çekilmek zorunda kaldı.
Ardından, Büyük İsrail Projesi’ni içinde İsrail’in de askeri olarak yer aldığı Arap NATO’su kurarak, Arap devletleriyle İsrail’i normalleştirmek için Abraham Anlaşmaları imzalatarak hayata geçirmek istedi. Bu da tutmadı.
İran ile gün ışığında kavga edip gece olunca kucaklaşamaya kalktılar. Bu samimiyetsizlik herkes tarafından fark edildi.
ABD’nin Uzakdoğu’da Japonya, Güney Kore ile ilişkileri de korku ve şantaja dayalıydı. Bu ülkelerin ABD ile ittifakı bir bakıma Çin tehdidine karşı mecburiyet ve mahkumiyet ilişkisiydi.
ABD’nin çok parçalı, kast sistemine dayalı kırılgan Hint toplum yapısına güvenerek Hint-Pasifik stratejisini nasıl ilerletecek, bu da meçhul.
Afrika ise ayağa kalkmış durumda. Bütün Afrika; Fransa, İngiltere ve ABD hegemonyasından kurtulmaya, zengin kaynaklarının sahibi olmaya çalışıyor. Anti emperyalist askeri darbeler birbirini izliyor.
Latin Amerika’da da benzer süreç devam ediyor. ABD’nin yaklaşık iki yüzyıldır alt komşularını kendi sömürgesi haline getirmek için bu ülkelerde düzenlediği askeri darbeler, hükümet değişiklikleri bu halklarda ABD nefretini körükledi.
ABD’nin dünya genelinde 800 askeri üssü bulunuyor. Hegemonik gücünü bu askeri üslerde bulundurduğu 180 bin askeri mevcuduyla devam ettirmeye çalışıyor. Almanya’da 88, Japonya’da 86, Güney Kore’de 68, İtalya’da 29, İngiltere’de 16 askeri üssü en önemli askeri üsleri. ABD bu üsler için her yıl 200 milyar dolar harcıyor, ekonomik kriz içindeki ülkenin bu yükü ne kadar süre daha taşıyabileceği bilinmiyor.
Soğuk Savaş döneminin ürünü olan ABD hegemonyasına dayalı bu yapılanma, ABD’ye müttefik devletler ve halkların üzerinde buyurgan biz pozisyon kurma gücü verdi. Uygun konjonktür bulduğunda, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda ezdiği Almanya ve Japonya başta olmak üzere müttefik ülkelerde bu hegemonyaya isyanın yükseleceğine tereddüt yok.
Sovyet baskısından kurtulup özgürleşeceği inancıyla ABD’nin kucağına koşan Doğu Avrupa ülkeleri de aradığını bulmuş değil.
Dünyanın güçlü ülkelerinden Çin ve Rusya ile Kuzey Kore ABD’nin güvenlik belgelerinde zaten açık düşman ilan edilmiş durumda.
Küresel bir göz gezdirme ile, ABD’nin en sıkı dostlarının Ortadoğu’da İsrail ve PKK’dan ibaret olduğu görülüyor.
ABD’nin içine gelince, burası daha vahim halde. Toplum, Demokrat ve Cumhuriyetçiler olarak yarı yarıya iki hasım kampa bölünmüş vaziyette. Her iki kesim birbirine nefret duyuyor, kendisini “gerçek Amerikan vatanseveri” olarak gören Cumhuriyetçiler, Küreselcilerin uşağı diye tanımladıkları Demokratlara açıkça savaş ilan ettiler. Cumhuriyetçiler için beyaz ve Hristiyan olmayan herkes (zenci, spanik, vb) ülke varlığına yönelik tehdidin bir parçası.
Geçen yıl ABD’de yapılan anketlerde yakın zamanda iç savaş beklentisi %52 gibi yüksek bir oran olarak ortaya çıkmıştı. Sivillerin elinde bulunan yaklaşık 500 milyona ulaşan ateşli silahlar tehlikenin büyüklüğünü gösteriyor, 2024 başkanlık seçimlerinin bir iç savaşa yol açması ihtimali herkesi ürkütüyor.[i]
Peki, vaziyet bu kadar vahim görünüyorken ABD’de iç muhasebe yapanlar yok mu?
Elbette ki ABD içinde bütün olan bitenin farkında olan akil insanlar vardır.
Nitekim, ABD Dışişleri'nde "müttefikler ve ortaklara silah tedariki" biriminde genel müdür olarak görev yapan Josh Paul, gözü kapalı bir şekilde İsrail’i tek tarafı desteklemenin ahlaki olmadığını, ABD'nin geçmişteki hatalarını tekrarladığını, İsrail'e ölümcül silah transferinin sınırları aştığını belirterek "Artık bunun bir parçası olmak istemiyorum" sözleriyle hastane saldırısı sonrasında istifa etti.
Üzerine giydiği savaş zırhı ile Doğu Akdeniz’de boy gösteren ABD’nin siyasi-askeri eliti, bütün dünyanın nefretini kazandıkları ortadayken bir avuç Siyonist için ülkelerini neden ateşe atarlar?
ABD şaşkınlık içinde, hesap kitap yapamaz durumda. Devletler çöküşe geçip zevalleri yaklaştığında genellikle akıl dışı, akıbetini hızlandırıcı işler yapmaya başlarlar. Bakalım ABD’nin zulüm üreten bu politikası kendisini nasıl bir akibete götürecek?
İslam Dünyasının zulüm üreten mevcut dünya düzenine başkaldırdığı görülüyor. Artık, ya insani, adil bir düzen ya da bu beklenti uğruna büyük bir savaş noktasına gelinmiş durumda. ABD fütursuzca İsrail’e destek vermeye devam ettiği sürece İslam dünyasında hızla üç gelişmeye şahit olunacak;
1- Ümmet birliği
2-Siyasi ve askeri birlik
3-Manevi birliktelik
ABD ve işbirlikçisi Batı devletlerini şapkalarını önlerine koyup bir değil on defa düşünme zamanı gelmiştir.
[i] Sinan TAVUKCU, ABD Bir İç Savaşın Eşiğinde mi?
https://www.sde.org.tr/sinan-tavukcu/genel/abd-bir-ic-savasin-esiginde-mi-kose-yazisi-25279
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya