AK Parti’nin 24 Haziran 2018 seçimleri için açıkladığı seçim beyannamesinin “dengelerin yeniden şekillendiği bir dünyada daha özgür, güçlü ve müreffeh bir Türkiye’yi küresel ölçekte en ön sıralara taşıma iradesi” ile hazırlandığı belirtilmektedir. Şüphesiz güçlü ve müreffeh olmanın en temel belirleyicilerinden birisi ekonomidir.
Ekonomik duruma ilişkin olarak iki temel beklenti setinden sözedilebilir. Bunlarda birisi, fiyat ve dövizdeki istikrardır. Diğeri ise ekonominin verimliliğini arttıracak ve dış açığı azaltacak yapısal dönüşümdür.
Kısa dönemde kamuoyunun beklentisi mevcut belirsizliklerin ortadan kalkması ve ekonomik aktörlerin önlerini görebilmesidir. Buna yönelik olarak beyannamede açık vaatler yer almaktadır. Enflasyon hedeflemesine devam edileceği, dalgalı döviz kuru rejiminin sürdürüleceği ve maliye politikasının fiyat istikrarının sağlanmasında destekleyici olacağı açıkça ifade edilmektedir.
Bunun yanında mali disiplinden taviz verilmeyeceği vurgulanırken, kamu mali yönetiminde etkinliğin sağlanması ve israfın önlenmesine özellikle vurgu yapılmaktadır. Konuya ilişkin asıl dikkat çekici ifade ise “Tek Hazine Kurumlar Hesabı” kurulmasına yöneliktir. 1990’larda Refah-Yol hükümeti döneminde benzer bir uygulama yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştı. Buradaki temel sorun kurumların nakitlerinin kendi hesaplarında düşük faizle tutulması ve eşanlı olarak başka bir kamu kurumunun nakit ihtiyacı için daha yüksek faizle borçlanmasıdır. Bunun yararlı bir uygulama olacağını söyleyebiliriz.
Ekonomik dönüşüm için de dış açığı azaltacak katma değeri yüksek alanlara yönelik yatırım ve teşvikler öne çıkarılmaktadır. Milli Gelirden Ar-Ge’ye ayrılacak kaynakların payının yüzde 2’nin üzerine çıkarılacağı söylenmekte ve imalat sanayiinde yüksek teknolojili üretimin payının hâkim olduğu bir ekonomik yapı amaçlanmaktadır.
2001 krizi sonrası uygulanan ekonomik modelden bir sapma olup olmayacağına yönelik olarak beyannamede “korumacılık eğiliminin küresel düzeyde yükseldiği bir ortamda geçici rüzgârlara kapılmayıp dışa açık, rekabetçi, serbest piyasayı esas alan ekonomik yapımızı güçlendirerek devam ettireceğiz” ifadesi yer almaktadır.
Temel sorunlardan birisi olan dış açığa ilişkin olarak, cari açığın yapısal sorun olmaktan çıkarılarak kalıcı bir şekilde düşürüleceği, takip edilecek büyüme modeliyle, ithalata olan bağımlılığın azaltılarak cari açığın düşürüleceği vurgulanmaktadır. Öne çıkan hedef ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin yüzde 4 olan payının yüzde 15’e çıkarılmasıdır. Bu dönüşümün yürütülen destek programlarıyla, üretimden yurt dışı pazarlamaya ve markalaşmaya kadar daha fazla tasarım ve Ar-Ge ile sağlanacağı düşünülmektedir. Bunun yanında yurtiçi tasarrufların milli gelire oranla yüzde 30’a çıkarılması ile dış kaynak ihtiyacının azaltılarak, ekonominin dayanıklılığının arttırılacağı beyannamede yer almaktadır.
Özel sektöre verilecek teşviklerde maliyet-etkinlik, hesap verebilirlik, şeffaflık, öngörülebilirlik, esneklik, atıl kapasite oluşturulmaması ile verimlilik ilkelerinin gözetileceği vurgulanmaktadır. Son dönemde teşviklere ilişkin olarak katma değerin yükseltilmesi hedefinin öne çıkarılması ile örtüşen bu yaklaşım, doğru uygulanması ve izlenmesi halinde amacına ulaşabilir. Ancak izleme ve denetimin yatırımcının işini zora sokacak şekilde değil, işini iyi yapanın ödüllendirildiği bir tarzda olmalıdır. İyi denetimin yatırımcıyı evraka boğan, strese sokan değil, sonuç odaklı olması gerektiği bürokrasiye de anlatılmalıdır elbette.
Beyannamede vurgulanan diğer konu refah dağılımı ile ilgilidir. Kapsayıcı bir ekonomik büyüme anlayışı içinde ekonominin nimetlerinin daha adaletli bir şekilde tüm toplumsal kesimlere paylaştırılacağı ifade edilirken, konunun uluslararası boyutuna da vurgu yapılmaktadır. “Yakın coğrafyamızda huzur ve refah ortamı için katkıda bulunmaya devam ederken, küresel düzeyde daha özgürlükçü, kapsayıcı, adaletli bir düzenin tesis edilmesinde öncülük edeceğiz” vaadinin değerli olduğunu teslim etmek gerekir. Ayrıca ülkemizin, özellikle gelişmekte olan ülkelerin sorun ve beklentilerini dile getirmede önemli bir rol üslendiği ve bu tecrübeden de faydalanılarak, AB başta olmak üzere farklı bölgesel yapılarla ekonomik ve siyasi ilişkilerin daha da güçlendirileceği vaadi de önümüzdeki dönemin bakışını ortaya koymaktadır.
Bütün bu değerlendirme ve vaatler yanında faize ilişkin mevcut duruştan geri adım atılmamakta ve faizlerin oluşturduğu maliyet baskısını azaltacak tedbirlerin önümüzdeki dönemde hayata geçirileceği vurgulanmaktadır. Ayrıca dış ticarette yerel para kullanımının arttırılacağı da mevcut küresel ekonomik yapıda önemsenmesi gereken bir konudur. Doların hâkimiyetine yönelik eleştirilerin açıkça bir seçim beyannamesine girmesi izlenmeye değerdir. Konunun ticari ortaklarımızı da doğrudan ilgilendirdiği gözardı edilmemek kaydıyla.
Ak Parti’nin seçim beyannamesinde genel olarak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik durumun doğru bir fotoğrafının çekildiğini söylemek mümkün. Buna yönelik olarak neler yapılacağı yönünde de ciddi vaatler yer almaktadır. Ancak eylem noktasında bazı kısıtlarımız olduğu unutulmamalıdır. Ekonomik gelişme büyük ölçüde bir zihniyet meselesidir. Siyasetçinin duruşu, bürokrasinin tavrı, yatırımcının davranışı ve vatandaşın alışkanlıkları gözardı edilemez.
Son olarak, hukuk sisteminin yapısı ve işleyişine de bakmak gerekir. Beyannamede sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın ancak iyi işleyen bir demokrasi ile mümkün olabileceği ve bunun için haklar ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin, hukukun tüm kurum ve kurallarıyla işlemesinin piyasa ekonomisi için vazgeçilmez olduğu vurgusu yapılmaktadır. Bu vurgunun altını çizmek ve takipçisi olmak gerekir. Çünkü mevcut siyasal konjonktürdeki güvenlik algısı ve uluslararası aktörlerin çelişkili yaklaşımları ülkemizin işini hiç de kolaylaştırmamaktadır.
25.05.2018