Avrupa Birliği ile müzakereler askıya alındı. Ne vardı da ne askıya alındı? Benim bildiğim AB ortak aklı Türkiye’yi hiçbir zaman kaybetmek istemedi. Bu yüzden, doğrudan hayır demedi ama hiçbir zaman da “sizi birliğe alırız” demedi. Hatta “bir gün sizi alırız” da demedi. Tam tersi açıklamalar hiç de istisnai değildi.
Peki, bizim durumumuz farklı mı? Değil aslında. Gün geldi eleştirdik, reddettik; gün geldi kendi siyasal meşruiyetimiz için bir katalizör olarak kullandık. Sağ da aynı şeyi yaptı, sol da. “Tam bağımsızlık” adı altında sol karşı çıkarken, “Hristiyan kulübü” diye sağ karşı çıktı. Modernleşmenin ve sekülerleşmenin katalizörü olarak sol “evet” dedi; demokratikleşmenin bir aracı olarak sağ “evet” dedi. Bu yüzden de bir seçim döneminden geçtiğimiz halde bu haber çok da ilgi görmedi. Bir zamanlar muhalefet bunu iktidara karşı kullanırdı. Bakın “AB de sizi istemiyor” dercesine. Bugün ise bu konu bayatlamış durumda. Kimse bir taktik ya da bahane olarak bile kullanmayı düşünmüyor.
AB üyelik süreci hiç mi işe yaramadı? Yaradı. Demokratikleşmeye de modernleşmeye de dikkate değer katkı sağladı. Lakin gün geldi, siyasal ayrışmalar, toplumsal değerler, ülkelerin hassasiyetleri bir adım öteye geçmeyi engelledi. Karşılıklı samimiyetsizlikle suçlamalar olsa da aslında esasta ayrışmalar vardı. Her ülkenin kendi siyasal ve ekonomik çıkarları, bir başka ülkenin gerçeklerini kabullenmeyi engelledi. Özellikle de Türkiye-AB ilişkilerinde bu böyle oldu.
Şimdi ne oldu peki? Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nda önümüzdeki haftalarda oylamaya sunulması beklenen raporda Türkiye-AB müzakerelerinin resmen askıya alınması çağrısında bulunuldu. Müzakerelerin önemli bir boyutu olan basın özgürlüğü, temel haklar ve özgürlükler gibi konuları içeren 23üncü ve 24üncü fasılların açılması defalarca talep edildiği halde Avrupa Birliği Konseyi'nin engeline takıldı. Birçok fasıl zaten Konsey ve üye ülkelerin engellemeleri nedeniyle bloke edilmiş durumda. Türkiye’nin katılım müzakereleri 35 fasıl üzerinden yürütülüyor ve sadece 16 fasıl müzakereye açıldı. Müzakerelerin askıya alınması Konsey’e gelir ve buradan geçer mi? Sanmıyorum.
Muhtemelen göç nedeniyle Türkiye üzerinde kurulmak istenen bazı baskılar var. Şu ana kadar ülkemiz ile yapılan sığınmacı anlaşması, ekonomi ve terörle mücadele konularında bir sorun çıkmadı. Zaman zaman tartışmalar olduysa da genellikle tatlıya bağlandı. Bu yüzden de Avrupa Birliği Konseyi'nin müzakereleri askıya almasını beklemek için güçlü bir neden yok. Kaldı ki AB ile 3 Ekim 2005 yılında başlayan tam üyelik müzakereleri zaten yapılamıyor. AB-Türkiye ilişkileri, en baştan olduğu gibi bugün de tamamen karşılıklı ekonomik ve siyasal çıkarlar doğrultusunda yürüyor.
O halde AB parlamentosunun taslak raporundaki müzakerelerin askıya alınmasının gerekçesi nedir? Demokratikleşme, insan hakları ve hukukun üstünlüğü vs. gibi ezelden beri yapılan tartışma konuları. Alman Hristiyan Demokrat Avrupa milletvekili Elmar Brok "Şu anda zaten müzakere edemiyoruz, çünkü bunun için koşullar müsait değil. Bu durum elbette Türkiye'nin hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanlarında atacağı doğru adımlarla hızla çözülebilir. Ne var ki, Türkiye'de yargının, hapisteki insanların ve daha pek çok şeyin durumu müzakerelerin yapılmasını imkânsız kılıyor" mealinde şeyler söyledi.
Dışişleri Bakanlığı yaptığı resmi açıklamada "Katılım müzakerelerinin resmen askıya alınması çağrısında bulunulması kesinlikle kabul edilemez" ifadelerine yer verdi. AB’nin zaman zaman bulunduğu bu girişime karşılık resmi makamların verdiği değişmeyen tepki. Bütün mesele, Türkiye'de yaşanan darbe girişimi sonrasında alınan tedbirlerin AB’nin “objektif” kurallarının temelini oluşturan demokratik değerleri ihlal ettiği düşüncesi.
Avrupa Parlamentosu'nun raporu tavsiye niteliğinde ve asıl kararı üye devletleri temsil eden Avrupa Birliği Konseyi verir. Ayrıca Konsey, konuyu gündemine almak zorunda da değil. Gündeme alınması halinde müzakerelerin askıya alınması için nitelikli çoğunluk, tamamen durdurulması ise oybirliği gerektiriyor. Kaldı ki taslak Mart ayında Strazburg'da bulunan Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nda oylamaya sunularak kabul edilecek ve öyle Konsey’e sunulacak. Dolayısıyla kanaatimce fazla ciddiye alınması gereken bir konu değil.
Peki, AB üyelik sürecinin iktisadi rasyonaliteye dayalı bir mantığı yok muydu? Vardı elbette. Gümrük birliği de bunun somut çerçevesi sayılabilir. Bugün Britanya AB’den çıkarken bile gümrük birliğini korumak istiyor.
Türkiye de bütün eleştirilere rağmen ekonomik birlikten çok yararlandı. Bugün imalat sanayiinde yakaladığımız nokta küçümsenemez. Bu ülkede artık hiç kimse bir mal alırken “Avrupası var mı” diye sormuyor. Ortak pazarın bize çok katkısı oldu. İş serbest dolaşımda tıkandı. Bu konu aslında geleceğe yönelik olarak ve bütün ülkeler için bir sorun. Küreselleşme mal, hizmet ve üretim faktörlerinin serbest dolaşımını öngörüyor. Mal ve hizmet yanında üretim faktörlerinden de sermaye ve teknoloji serbest dolaşıyor ama insan değil.
Ne AB-Türkiye ne de AB-Britanya arasında ekonomik işbirliği bitmeyecek. Bazen kuralları ve kapsamı tartışılsa da bu böyle devam edecektir. ABD-Çin nasıl birbirinden vazgeçemiyorsa, AB-Türkiye hiç vazgeçemez. Ekonomilerin karşılıklı bağımlılığı buna müsaade etmiyor zaten. Ancak serbest dolaşım ve siyasi birlik için aynı şeyi söylemek zor.
Bu yüzden sadece AB-Türkiye değil bütün dünya için küreselleşmenin tıkandığı yer burası olacak. Yani dünya vatandaşlığı sözde mi kalacak, yoksa gerçekten olacak mı? Göreceğiz.