Küçümsenmeyecek bir sanayi birikimimiz var. Dikkate değer tarım arazilerimiz var. Gün geçtikçe eğitim düzeyi ve donanımı artan genç nüfusumuz var. Bir de petrolümüz olsa…
Bütün bu zenginlikler yanında enerji ihtiyacımızın ciddi bir kısıt olarak karşımızda durduğu doğru. Hatta dış açığımız enerji giderimize hemen hemen denk düşüyor. Petrol ve doğalgazımız olsaydı dış açığımız da hiç olmayacaktı belki. Ama böyle bakmak fazla indirgemeci bir bakış gibi. Maddi zenginlik her zaman müreffeh bir topluma gidiş yönünde garanti vermiyor. Maddi zenginliği ve doğal kaynakları sosyal refaha dönüştüren ülkeler yanında, heba eden ülkeler de az değil.
ABD, Kanada, Rusya ve Çin dünyanın en büyük petrol üreticisi ülkeleri arasında yer alıyor. Bunun yanında İran, Irak, Venezuela da en büyükleri arasında. ABD, Rusya, Kanada, Hollanda, Norveç ve Çin dünyanın en büyük doğalgaz üreticisi ülkeleri arasında yer alıyor. Diğer yandan Cezayir, İran ve Katar da en büyük doğalgaz rezervlerine sahip ülkeler arasında.
Bir yandan enerji kaynakları açısından oldukça zengin olan ülkeler arasında kişi başına geliri yüksek ve sosyal refahı olabildiğince adil dağıtabilmiş ülkeler, diğer yandan aynı zengin araçlara sahip olduğu halde siyasal istikrarsızlığı bir türlü aşamayan ve halkı sefalet içerisinde olan ülkeler. Peki, neden böyle?
Bunun cevabını vermek çok da kolay değil. İlk söyleyebileceğimiz şey, maddi zenginliğin her zaman müreffeh bir hayatı garanti etmediği. Nedenleri arasında birçok faktör sayılabilir. Öncelikle sahip olduğunuz zenginliği nasıl yönettiğiniz önemlidir. Vatandaşların siyasal süreçteki fonksiyonu ve aidiyet hissi yanında kaynakları yöneten siyasetçi ve bürokratın ülke menfaatlerini dikkate alan rasyonel davranışı herhalde en başta konuşulması gereken etkenler arasında yer alıyor.
Son günlerin en çok konuşulan ülkelerinden birisi Venezuela. Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden birisi. An itibariyle perişan durumda. Gıda ve ilaç yanında en sıradan ürünlere bile ulaşamayan halk ne yapacağını bilemez halde. Enflasyon yüzde birkaç bin. Daha doğrusu para sistemi çöktü. Arkasından ciddi sosyal çöküntülerin gelmesi yüksek ihtimal olarak görünüyor.
Önceki başkan Hugo Chavez yüksek petrol kazançlarını refaha dönüşecek sosyalist bir çizgiyi takip etmeyi düşündü. Üstelik sadece Venezuela değil, bütün Latin Amerika’yı içine alan yüce bir hedef koydu. 2013 yılında Chavez’in ölümü sonrasında yerine geçen Nicholas Maduro liderliğini sağlamlaştırmaya çalışırken, muhalifleri yönetimini yolsuzluk ve ekonomiyi kötü yönetmekle suçladı. Bu suçlamalar ne kadar doğru? Kısmen doğru da olabilir. Lakin bütün bu yaşananlar esasen petrol fiyatlarının düşmesi sonucu halkın refahı için harcanan kaynakların azalması nedeniyle tetiklendi.
Mesele şuna geliyor. Sadece doğal kaynak zengini olmak müreffeh bir ülke haline gelmek için yeterli olmadığı gibi tamamen tersi etki de yaratabilir. Esas olarak bireylerin çalışmasına dayalı bir ekonomik yapıda beğensek de beğenmesek de piyasa yapısına bağlı olarak ortaya çıkan gelir bir ölçüde üretken faktörlere dağılır. Beklenen adalet olmasa bile, örneğin ücretli kesim ülke refahından daha az yararlansa bile yine de bir pay alır. Eşitsizlik olduğuna inanılıyorsa, sendikalar baskı yapar, siyasal irade devreye girer, toplu sözleşme benzeri uygulamalara gidilir ve nihayet herkesin yeterince memnun olmadığı bir sonuç da olsa bir şekilde bu faktörel bölüşüm bir noktada dengelenir.
Aksine sadece doğal kaynaklara veya ağırlıklı olarak doğal zenginliklere dayalı bir bölüşüm yapısı büyük ölçüde kırılgan oluyor. Oldukça haşin bir rekabetin sürüklediği dünya piyasalarında sahip olduğunuz doğal kaynakların fiyatının düşmesi halinde ülkeniz çok zor duruma düşebiliyor. Dahası bu dönemlerde siyasal ortam da kırılgan hale geliyor. Liderlik kavgaları, darbeler, dış baskı vs. nedeniyle siyasal ve ekonomik istikrar bir türlü sağlanamadığı gibi sosyal huzursuzluklar ileri düzeyde olduğu zaman artık ülkenin ve bulunduğu havzanın, örneğin Latin Amerika’nın tümünün refahı değil, ülkenin asgari koşulları bile temel sorun haline gelmeye başlıyor.
Temel bir neden, üretken faktörlerin aldıkları refah payları yerine, doğal kaynakların merkezi bir karar ile toplumun değişik kesimlerine dağıtımı en iyi ihtimalle asgari koşulları sürdürülebilir kılar. En ufak bir tökezlemede yolsuzluk, haksızlık, adaletsizlik sesleri yükselmeye başlar. Çünkü mevcut kaynakların bölüşümü tamamen siyasidir ve aksaklıkların tek muhatabı siyasal otorite olarak görülür. Irak’ın durumu, Venezuela, Libya ve hatta İran’daki sosyal huzursuzlukların bununla şöyle veya böyle ilgisi var. Yoksa siyasal otoritesinden bir ölçüde memnun olan ve ekonomik bölüşüm sisteminin tam olmasa da bir ölçüde adil olduğunu düşünen halklar, bir başka ülkenin kendi devletlerine baskısına neden destek versin ki?
Aksi ne olabilirdi? Elbette doğal kaynakların alternatif kullanım modelleri düşünülebilir. Hazır bulmuşken vatandaşı bir ölçüde memnun ederek siyasi gücün tahkim aracı değil, bir gün aynı imkana sahip olunamaması ihtimaline karşılık toplumun geleceğini kurmak üzere kullanılması ve vatandaşın gelişen dünyada yaşayabilecek donanıma sahip olması için harcanması farklı sonuçlar yaratabilir. Mesele kaynakların azlığı ya da çokluğu değil, etkin kullanımı ve üretilen zenginliğin toplumsal huzuru bozmayacak şekilde adil dağılımıdır. Bunun olabilmesi için de yöneten kesimin halkla barışık olması, talep ve tercihlerini doğru okuyabilmesidir. Bunun aksi durumda da yönetmek mümkün olabilir ancak sürdürülebilir bir durum olmaz.
09.08.2018