Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden oluşan BRICS (Brazil, Russia, India, China ve South Africa’nın baş harflerinden oluşan kısaltma) oluşumu ilk olarak 2006 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 61inci toplantısı sırasında Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin (BRIC) dışişleri bakanlarının bir araya gelmesiyle başladı. 2009 yılında Rusya’da yapılan zirveyi müteakip yıllık olarak toplanmaya başladı. 2010 yılında Çin’de yapılan toplantıya Güney Afrika’nın da davet edilmesiyle ülke sayısı beşe çıktı ve adı BRICS oldu. Beş ülke de G20’nin içerisinde.
Aslında dünya ekonomisinde gruplaşmalar hep oldu. 1975 yılında ABD, İngiltere, Fransa, Batı Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada’nın bir araya gelmesiyle G7 oluştu. Bunlar dünyanın en zengin ülkeleri. 1997’de Rusya’nın da katılmasıyla G8 oldu. 1999’da geriye kalan en zengin ülkelerin katılımıyla G20 oluşturuldu. 2006 yılında BRIC oluştu ve 2010 yılında Güney Afrika’nın katılmasıyla BRICS oldu.
Bu arada bölgesel ekonomi ve güvenlik işbirlikleri de oldu. Bunlardan birisi 1996 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımıyla oluşturulan Şangay Beşlisi’dir. 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımıyla adı Şangay İşbirliği Örgütü oldu. Afganistan, Belarus, Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan gözlemci ülke olurken, Ermenistan, Azerbaycan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka ve Türkiye diyalog ortaklığı sürecinde.
Batı işbirliklerinde Rusya’nın her zaman ikircikli bir pozisyonu oldu. Özellikle siyasi olarak her zaman dikkate alınan Rusya’nın, G7 gibi oluşumlarda yer alması istendi. Ancak Rusya bu grubun tipik bir üyesi olmadı hiçbir zaman. Örneğin, 2014 yılında Kırım’ın işgali gerekçesiyle G8’deki üyeliği askıya alındı. Diğer yandan Çin ile beraber Birleşmiş milletlerde ve G20 içerisinde hep farklı hareket etti. Aslında BRICS bunun örgütlü hali olma yolunda bir adım olup, mevcut uluslararası ekonomik ve siyasal yapıdan beklediği avantajı sağlayamayan gelişmekte olan veya yükselen piyasalar diye adlandırılan ülkelerin bir araya gelmesidir. Öncülüğünü Rusya ve Çin yapıyor.
Dünya coğrafyasının ¼’ünden fazlasını içeren BRICS, dünya nüfusunun yarıya yakınını temsil etmektedir. Dünya gayrisafi hasılasının 1/5’inden fazlasını oluşturan grup, kurulduğu günden bu yana dünya ekonomik büyümesinin yaklaşık yarısını gerçekleştirmiştir.
Bu oluşumlar iktisadi mi yoksa siyasi mi? Siyasi gücü olmayan ekonomik zenginlik maalesef sürdürülebilir değildir. Savunma gücü olmayan siyasal ve ekonomik birliğin başarıya ulaşması zor görünmektedir. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinden oluşan ekonomik birliktelik ABD’nin jandarmalığında gücünü tahkim etti. Ancak bir şeyle daha takviye etti. İnsanlara müreffeh bir dünya vadetti. Bunu bir ölçüde başardı da. Belki dünyanın başka coğrafyalarındaki sefaleti görmediler ya da gördüler de başka “objektif” nedenlerle açıklamaya çalıştılar. Hatta refah kaybının faturasını başkalarına kestiler. Örneğin göçmenlere. Zamanında kol gücü gerekliyken kitleler halinde ticaretini yaptıkları insanları sistemi bozmakla suçladılar.
Tartışmaların dozunun hızla yükseldiği bu dönemde Batı bloku karşında konumlanan BRICS gibi oluşumlar nereye doğru evrilir? BRICS oldukça geniş bir yelpazede işbirliği alanlarını kapsama niyetinde. Ekonomiden ticarete, finanstan yatırıma, tarım, eğitim ve sağlıktan, bilim ve teknolojiye, kültürden düşünce kuruluşlarına kadar birçok konu gündemindedir. Ancak doğal olarak dünya siyasi sistemi ve ekonomik gidişat her zaman en başta konuşulan konulardır.
Eğer alternatif bir blok oluşacaksa, bunun felsefesi, insanlığa vaadi ne olacak? BRICS’in hacim olarak ekonomisi gözardı edilemez. Ancak kişi başına gelir ve refah açısından çok da iç açıcı değil. Rusya’nın savunma sanayi ve Çin’in ekonomik gücü küçümsenemez elbette. Lakin siyasal ve ekonomik olarak umut vermesi için halklarının desteğini alması gerekir. Bunun için de insanlarına bir vaadi olmalıdır. Grubun mevcut dünya ekonomik ve siyasi sistemine bir eleştiri olarak çıktığında şüphe yok. Ancak ekonomik ve siyasal istikrar için sosyal gelişmeye dayalı bir insanlık projesine dönüşmesi gerekmektedir. Bu ülkelerin tarihi ve felsefi birikimi en az batınınki kadar zengindir. Önemli olan bunun bir insanlık projesine dönüşebilmesidir. Mesele batılı kuruluşların, örneğin Şangay İşbirliği Örgütü’nü "içe kapalı otoriter ülkeler kulübü" olarak adlandırması değil. Bu kulübün kendisini nasıl tanımladığı ve insanlara ne vadettiğidir.
Peki, Türkiye bütün bu yapıların neresinde? Geçen hafta Güney Afrika’da yapılan toplantıya Türkiye de İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı dolayısıyla davet edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı toplantıda öne çıkan konular aslında Türkiye’nin de gündeme getirdiği ve mevcut dünya ekonomik ve siyasi sisteminin eleştirisini içeriyor. Birleşmiş milletlerdeki karar mekanizmasından mevcut uluslararası ekonomik sistemin bazı ülkeleri dezavantajlı durumda bırakan yapısına kadar. Bunlar daha yakın işbirliği için avantaj sayılabilir. Ancak işbirliği için yeterli midir acaba?
Öncelikle, Türkiye’nin Batı bloku ile savunma ve ekonomi alanında küçümsenmeyecek bir işbirliği geçmişi var. Bu önemli bir konu ve halen ABD ile tartışılmakta olan hava savunma sistemleri ve AB ile tartışmalı olan ilişkilerimiz bunun bir parçası. Son dönemlerde ABD ile yaşanılan diplomatik sorunlar ve Ortadoğu’daki çatışmalı ortama ilişkin fikir ayrılıkları halen çözülebilmiş değil.
Buna karşılık, BRICS’i oluşturan iki büyük ülke olan Rusya ve Çin aynı zamanda Şangay İşbirliği’nin liderleri durumunda. Bu İşbirliği’nin içerisinde üye ya da gözlemci olan ve Türkiye ile yakın ilişkileri bulunan birçok Ortadoğu ve Asya ülkesi var. Bu anlamda Türkiye bu oluşumlara kayıtsız kalamaz elbette. Ancak bu ilişkilerin nasıl seyredeceği, ülkemizin bu süreçte nasıl pozisyon alacağı ve ABD ve AB ile mevcut iktisadi, siyasi ve savunma ilişkilerini nasıl düzenleyeceği önemli. Bu oluşumların hiçbirinde öncülük yapan ülkeler arasında yer almaması, büyük ölçüde Batı ile olan birlikteliği nedeniyledir.
Türkiye’nin yeni siyasi kadroları bir karar verme durumunda. Uluslararası gruplaşma ve işbirliklerinde bir blokta mı yer alacak? Yoksa farklı bir siyasi ve iktisadi eksen mi oluşturacak? Bu soruların cevabı çok da kolay olmayacak. Türkiye ne Güney Afrika gibi haşin bir ırkçılığın muhatabı oldu, ne de her zaman yakın durduğu Batı blokunun asli bir unsuru oldu. Belki de soruların cevabı bu dengede yer alıyor.
30.07.2018