İçerisinden geçtiğimiz dönemde ekonomilerdeki en önemli sorun reel sektör ile finans sektörü arasındaki ayrışmadır. Finansı çok iyi bilmek sorunun özünü görmeye yetmiyor. Ekonomilere bir dolar gömleği giydirildi ki deli gömleğinden daha az kalır yanı yok.
Basit bir gösterge olarak ABD Merkez Bankası FED’in bilanço büyüklüğüne bakalım. 2008 krizinin hemen öncesinde 1 trilyon dolardan daha küçük. Şu an 8 trilyon doların üzerinde. 13 yılda sekiz kattan daha fazla artmış. Aynı dönemde dünya üretimi 64 trilyon dolardan 84 trilyon dolara çıkmış. Yani üretim %30 civarı artarken dolar %800 artmış.
Doların bir karşılığı var mı peki? Elbette yok. İhracatçı ülkelerin üretimi dışında bir karşılığı var denemez. Zira 1970’lerde ABD altına bağlı dolar basımından vazgeçti. Bunu nasıl anlamalı?
İki şekilde anlamaya çalışabiliriz. Birincisi konvansiyonel bakış. Bir dünya sistemi var. Rezerv para tanımı içerisinde büyük ekonomilerin para birimleri olsa da ve dolar bu rezerv para içerisindeki sadece bir para birimi olsa da fiilen her şeyi dolarla ölçeriz. Geçen yüzyılın ekonomik hegemonyası ABD’nin elinde idi ve doğal olarak refereans para dolar oldu. Nasıl önceki yüzyıl İngiltere hegemonyası ve parası sterlin olduysa.
Lakin sorun başka ve bu sorun dolayısıyla konvansiyonel bakışa alternatif bir bakış açısı gerekiyor. ABD doları bir güç olarak kullanarak bundan yüksek bir “rant” sağlıyor. Sıkıştıkça dolar basıyor. Örneğin her bir birim üretime karşılık piyasada 2008 yılında 1,5 cent varken, 2020 yılında 9,5 cent var. Yani ABD kuruşu. Yani ciddi bir dolarizasyon var. Bunun sonucunda 1,5 cent olan bir malın fiyatı 9,5 cent olması beklenir. Yani fiyatlar yaklaşık 6 kat artmalı.
Sadece bu da değil. Finansal sermaye ağırlıklı olarak ABD mülkiyetinde ve az sayıda kişi ve kuruluşun kontrolünde. Büyük ölçüde spekülatif. Yani yapılması gereken ne varsa ona göre davranıyor. En belirgin örneği, küresel salgın döneminde sanayi girdisi olarak kullanılan emtiaya saldırması gibi. FED bilançosundaki büyüme oranı ile girdilerin fiyatındaki artış oranı aşağı yukarı benzer oldu.
Ne var bunda denilebilir ama burada esaslı bir mesele var. Dolar cinsinden artan fiyatlar diğer bütün ülkeler için maliyet artışı anlamına geliyor. Hem de dolar cinsinden. Bugün küresel düzeyde yaşanan maliyet enflasyonu tam da bu. Yani doları dünya parası olarak düşünürsek, düşük faiz ve varlık alımı, yani dolar miktarının arttırılması enflasyonu körükledi.
Körükledi de ABD bunun dışında mı kaldı. Elbette hayır. Tarihi zirveleri yaşıyor ABD de. %10’a yakın bir üretici fiyat artışı ABD için olağanüstüdür. Avrupa’da bu %16. Bizde %50’ye yakın.
Buradan çıkarılacak basit bazı sonuçlar var. ABD dolar silahı ile maliyetleri başkasına yüklüyor. Hep böyle yaptı ve hala yapıyor. Ayrıca neden yapmasın ki? Böyle bir gücü ve aracı varsa sonuna kadar kullanacaktır.
Diğer yandan ABD diyoruz ama bu ülke de kendi içerisinde homojen bir yapı değil. Devlet politikası üzerinde etkili olan belirli kesimler var. Buna FED dahildir. Orada da geniş kitleler zarar görüyor. Bu yüzden de Biden iktidara geleli mütemadiyen gelir transferini tekrarlıyor. Zenginlere seslenerek “çok kazandınız, birazını vergi olarak verin de kitlelere dağıtalım” diyor. Paket üzerine paket hazırlanıyor.
Küresel ekonomiye giydirilen dolar gömleği bizim türümüzden ülkeler için tam bir deli gömleğine dönüşüyor. Dolarizasyon ABD vatandaşını bir defa yakarken bizi iki defa yakıyor. Çünkü ABD kazancı bütün toplum kesimlerine simetrik yansımasa da bir ölçüde telafi edilebiliyor. Bizim bu şansımız da yok. Çünkü o parayı biz basmıyoruz. Biz de kendi paramızı basıyoruz elbette ama sadece yurtiçi piyasaları işletebiliyoruz bununla. Ancak kısmen.
Zira dünya ticaretini dolar ile yapıyoruz. Girdiyi dolar ile satın alıyoruz. İhracatçımız da elbette malını dolar ile satıyor. Lakin bu meseleyi çözmüyor. Özellikle emek-yoğun sektörlerde maliyetin bir kısmı Türk lirası ve o da ağırlıklı olarak ücretler. Yani ihracatçı bir ölçüde mevcut durumu sürdürürken üretimde çalışan kesim bundan ciddi zarar görüyor. İşte asgari ücret artışı tartışması da buradan çıkıyor. Ücretler artacak, bu şüphesiz. Ancak önümüzdeki dönem ücret-enflasyon sarmalı riski de var.
Bununla da bitmiyor. Dolar cinsinden bile olsa aşırı dalgalanmalar karar alıcıların sinirlerini bozuyor. Yarın ne olacak korkusu ile girdi tedarikçisi satış yapmak istemiyor. Çünkü bugün sattığı malı yarın kaçtan alacağını tahmin edemiyor. Demem o ki dövizin mutlak rakam olarak düzeyinden ziyade tahmin edilebilmesi önemli. Aşırı oynaklık reel iktisadi faaliyetleri kesintiye uğratır.
Bu deli gömleği küresel ekonomiyi de milli ekonomileri de çok sıkıyor. Böyle devam edemeyeceği kesin. Ancak değişim ve dönüşümün maliyetlerini ve tahribatını tahmin etmek hiç kolay değil. Bu süreci iyi yönetmek gerekiyor.