Seçimlerin sıcaklığı bitti. Ekonomik meseleler olsa da seçimin ana teması devletin bekası oldu. Halk tercihini yaptı ve önce devlet dedi. Emeklilik hakları, ücret artışları, kadroya geçme talepleri ve seçmenin günlük hayatına dokunan diğer imkanların etkisi elbette göz ardı edilemez. Ama karara son nokta ekonomi dışı hassasiyetler ile konuldu diye düşünüyorum.
Şimdi ekonominin soğuk gerçeklerine dönme zamanı. Muhalefet de kazansaydı söyleyeceklerimiz farklı olmayacaktı. Tam da bu nedenle seçim ekonomi seçimi değildi diyorum.
Mevcut iktidarın şu ana kadar yaptıklarının ekonomiye katkısı küçümsenemez. Havaalanları, yollar, köprüler, hızlı tren hatları, sosyal yardımlar ve özel sektörün yatırımlarını ve ihracatını teşvik eden diğer politikalar. Her birinin katkısı büyük. Enerji ve savunma sanayiindeki bağımlılığı azaltacak adımlar çok önemliydi.
Bütün bunlar yapılırken ciddi ölçüde kaynağa ihtiyaç vardı. Özellikle de ithalat kısmının finanse edilmesi gerekiyordu. Sağlam bir döviz kaynağı olmadan eldeki rezervle hareket etmek sadece bir süre idare ettirir. Düşük faiz ile piyasadaki Türk lirasını arttırdık ve ithalatın finansmanı için gerekli döviz ihtiyacını merkez bankası kaynakları ile finanse ettik. Düşük faiz ve makroihtiyati tedbirler. Bunlar şu ana kadar iş gördü ama sorunlar da birikti. Zira ihracatımız ve turizm gelirlerimiz ihtiyacımızı karşılamaya yetmiyor. Bunun yanında küresel salgından bu yana ortaya çıkan maliyet enflasyonunun etkisi kırılmış olsa da devam ediyor. Bunun da tamiri gerekiyor.
O halde ne yapmalı?
Elimizde üç temel politika seti var. Birincisi maliye tarafıdır. Ciddi açık var ve artık harcamalarda tasarrufa gidip vergileri arttırmak zorundayız. Harcamaların vatandaşın refahına dokunan değil, verimsiz kısımları kısılmalıdır. Vergi kısmında da yine vatandaşın aşına yük getiren değil, bu arada biriken servet ve gelirinden alınmalıdır.
İkincisi parasal istikrardır. En netameli konu bu. Özü itibariyle çok da karmaşık değil aslında. Temel parasal araç merkez bankası faizidir. Başka araçlar da var ama esas konu bu. Şu an merkez bankası faizi %8,5. Nedir bu oran? Merkez bankasının bankalara para verirken aldığı faizdir. Yani merkez bankasının kasasına giren faizidir. Peki vatandaşın cebinden çıkan faiz kaçtır? %40 civarı. Yani vatandaşın cebinden çıkan %40, merkez bankasının cebine giren %8,5.
Kısa yoldan “aradaki fark nerede?” diye sormayacağım. Çünkü işleyiş öyle değil. Bankalar normalde piyasadan mevduat yoluyla para toplar ve bunu talep edenlere kredi verir. Bankanın asıl maliyeti mevduat faizidir. O da %30 civarında. Peki merkez bankası faizi nedir? Bankanın kısa vadeli nakde ihtiyacı olması halinde merkez bankasından aldığı paraya uygulanan faizdir. Haftalık repo faizi diyoruz buna.
Bu oran sadece işleyişi kolaylaştırır ama asıl maliyet tasarruf sahiplerinin talep ettiği faizdir. Bu da enflasyon ile bağlantılıdır. Parasının değerini korumak isteyen tasarrufçu genellikle enflasyonun üzerinde bir kazanç ister. Bu mümkün değilse hiç olmazsa daha az kaybedeceği orana razı olur. Mevduat faizi fazla düşükse bu durumda döviz, altın ve imkân ölçüsünde gayrimenkul ile tasarrufunu korumaya çalışır. Dolayısıyla merkez bankası faizi enflasyonun çok altına indirilerek piyasa faizi düşmüş olmuyor. Kamu bankalarından kısmen düşük faizli kredi sağlansa da ticari bankalar bu sürece dahil olmadıkça kalıcı olmaz. Mevcut piyasa koşullarında dahil olmaları da mümkün görünmüyor.
Bu noktada ne yapılabilir? Normalleşme denilen şey politika faizi ile piyasa faizinin makul düzeyde birbirine yaklaşmasıdır. Kanaatimce politika faizinde bir miktar yükseliş olur ve bu konuda kararlılık ortaya konulursa piyasa faizi düşmeye başlar. Yani mevcut şartlarda merkez bankası politika faizindeki artış piyasa faizini yükseltmez, tersine düşer. Normalleşme ancak bu şekilde olabilir. Devamında da döviz giderini azaltıcı ve gelirini arttırıcı yapısal önlemlere devam edilir. Temel konulardan birisi yatırım ortamının yabancı sermaye girişini özendirecek şekilde gözden geçirilmesidir.
Üçüncü bir politika seti gelirler politikasıdır. Asgari ücretin düzeyi, ücret artışları, kira artış oranları gibi önlemler bu gruptandır. Burada yapılacak olan bütün artışların enflasyona endekslenmesidir. Adil olan da belirsizliği ortadan kaldıracak olan da budur. Bu endekslemeye rağmen farklı davranışlar olursa, bu durumda cezai müeyyide vs. devreye girmelidir.
Sonuç olarak bütçe disiplini, parasal disiplin ve değişik toplum kesimlerini diğerlerine göre daha fazla zarara uğratmayacak bir gelirler politikası ile normalleşme sağlanabilir. Aksi halde ekonomik dengesizlikler bunu zorlayacak ve daha tahripkâr sonuçlar ortaya çıkacaktır.
Yeni bir dönemde girmişken ve önümüzde yeterince zaman ve fırsat varken neden tahripkâr olanı seçelim…