Ekonomi yönetimine ilişkin güçlü sinyaller geldikçe ortodoks-heterodoks tartışması yeniden gündeme geldi ve ortodoksların sayısı bir anda arttı. Serbest piyasa temelli ekonomi politikaları anlamında kullanılan ortodoks politikalar esasen IMF ve Dünya Bankası çevrelerinde öne çıkmış olmakla birlikte, özellikle ikinci kurumun önerdiği politikaların bile saf ortodoks olduğu tartışmalıdır. Heterodoks politikalarda ise gereği halinde devletin fiyatlamalara müdahalesi meşru görülür ve en ortodoks politikaların uygulandığı ekonomilerde bile bazı uygulamaları vardır.
Şunu belirtmekte yarar var. Siyah-beyaz bir dünyada yaşamıyoruz ve hayatın gerçeği bize ortodoks ve heterodoks diye sadece iki seçenek sunmuyor. Hele de bizim türümüzden orta gelirli ülkelerde saf anlamda ortodoks politikalar mutlak anlamda başarı getirmedi. Saf heterodoks politikalarla da yola devam etmek gibi bir imkân olmadığı gibi başarı da getirmez. Komünist parti ile yönetilen Çin’de bile bazı piyasa dinamikleri ile hareket edildiğinde ciddi atılımlar yapılabildi. O halde ne yapmalı?
Öncelikle bir ekonomik modelimiz olacak. Bütün karar alıcılar, sektörler, ulusal ekonominin küresel iş bölümündeki yeri ve muhtemel iş birlikleri doğru tanımlanacak. Bu tanımlamadaki işleyiş ve muhtemel sonuçlar değerlendirilecek. İkincisi tutarlı bir modeli uygulayacak yetkin bir yönetim belirlenecek. Üçüncüsü her aşamasında ortaya çıkacak sonuçları değerlendirecek ve muhtemel sorunlar konusunda uyarı görevini yapacak araştırma ekibi olacak. Bürokrasinin içerisinde ve üniversitelerimizde ciddi yetişmiş insan kaynağı var.
İlgisiz gibi durabilir belki ama modeli navigasyona benzetmemizin bir nedeni var. Sadece yazılı modellere veya iyi yetişmiş yöneticilere veya genel kabul görmüş akademik çalışmalara bağlayarak mutlak ekonomik başarılar elde edilemez. Yani elimizde açık, net, başı sonu belli, deterministik sihirli modeller varsa uzmanlığa ne gerek vardı?
Yola çıktığımızı ve navigasyonu açtığımızı düşünelim. Telefonumuzun ekranında bir hayli düzgün ve moral veren mavi bir yol çizgisi belirir. İlk defa gittiğimiz bir yere bile gitmek için gönül rahatlığıyla yola çıkarız. Bu çizgi modelimiz olsun. Seyahat aracının başına sürücü belgesi olmayan ve hayatında hiç araç kullanmamış birisini oturttuğunuzda varmanız gereken yere ulaşma şansınız sıfıra yakındır. Bu da yönetici olsun.
En yetkin sürücüyü bile koltuğa oturttuğunuzda dikkatli olmak zorundayız. Elektrikler kesilir, trafik ışıkları söner ve beklediğinizden daha uzun sürede gidersiniz. Ya da kural nizam tanımayan, ne pahasına olursa olsun herkesin önüne geçip gitmek isteyen insanlar olacaktır ki bizde çok vardır. Hiç suçunuz olmasa bile size kaza yaptırırlar. Gitmek istediğiniz yere varmak şöyle dursun, polisi arayıp saatlerce yolda kalabilirsiniz. Hatta aracınız günlerce tamirhanede kalabilir. Tabi hala hayattaysanız.
Bu sürece benzetmek gerekirse tanımlı ve tutarlı bir model yanında yetkin yöneticilerin atanması işlerin yolunda gitmesi için ciddi bir adımdır. Lakin ne pahasına olursa olsun kısa yoldan kazanç elde etme eğilimleri, devletin sırtından zengin olma alışkanlıkları, kural-nizam tanımayan “piyasa” aktörleri gibi sorunlar hep var oldu ve olacaktır. Dolayısıyla sağlam bir kural setimiz ve gözetim-denetim faaliyetimiz olmak zorundadır.
Önümüze çıkacak engeller sadece bunlar da değil. Meselenin bir de uluslararası boyutu var. Washington Konsensüsü diye de tanımlanan ortodoks politikaların hamisi ABD rezerv paraya sahip olmasaydı ne kadar başarılı “ortodoks” politikalar uyguladığını görürdük. Eski sömürgelerindeki gücünü kaybettikçe içerde karışan Fransa iyi bir örnek olur mu bilmem ama bekleyip göreceğiz.
Demem o ki en tanımlı modeli, oldukça yetkin yöneticilerle de uygulasak bazı gerçeklerimiz var. En başta enerji ihtiyacı. Önümüzde büyük imkanlar var. Enerji zengini ama standartların altında üretkenliği olan ülkelerle komşuyuz ve akrabayız. Türkiye’nin ciddi bir sanayi birikimi var. Bu ülkelerin enerji kaynakları var. Varlıklarımızı karşılıklı paylaşarak beraber zenginleşebiliriz. İşte bu paylaşımda piyasa dinamiklerini dikkate alırız ve zenginliklerimizi heba etmeyiz. Kalıcı ve yüksek gelişme sağlamanın yolu budur.
Eğer mesele sermaye ihtiyacı ise Türkiye ekonomisi zaten batı ekonomileri ile eklemlenmiş bir ekonomidir. Bir de yeni dönemde yıllardır batı ekonomilerini besleyen Körfez sermayesi var. Kurulacak iyi ilişkilerle sadece ülkemiz ekonomisi değil, yıllardır sadece savaş ile anılan Ortadoğu ülkeleri ve Türk devletleri de şaha kalkacaktır.
Sihirli formüller aramaya gerek yok. Doğru model, yetkin yöneticiler, doğru uluslararası ilişkiler.