Serbest piyasa demek, herkesin istediği her şeyi yapabileceği anlamına gelmez. Piyasanın kurumları ve kuralları vardır. Bazı kurallar yazılıdır ve uyulmadığı takdirde müeyyidesi vardır. Bazı kurallar yazılı değildir. Doğaldır.
Ekonominin de doğal bir kuralı vardır. Kazandığımızdan fazlasını harcayamayız. Ürettiğimizden fazlasını tüketemeyiz. Tersine kazandığımızdan daha azını harcayıp, bir miktarını tasarruf ederiz. Devlet bu tasarrufu kamu altyapı yatırımlarına dönüştürürken, şirket kesimi yatırımlarını genişletir ve hanehalkı da konut alır, araba alır veya bu tasarrufunu bir karagün için saklar. Aksi durumda ise geleceğimizden yeriz. Bugün harcadığımız fazla bir TL’yi mutlaka bir gün öderiz.
1990’ları hatırlayalım. Siyasal istikrarsızlık, sıkça yapılan seçimler ve ömrü pek de uzun olmayan hükümetler… Seçimlerin sıklığı ekonomik dengeleri altüst etti. Hükümetler kazandığından fazlasını harcadı. Vergi alması gereken kesimlerden alamadı; alabileceği kesimlerden almak istemedi. Merkez Bankası’ndan para basıp harcamalarını finanse etti. Sonuç?
Milli gelirin %10’unu geçen bir kamu açığı ve %70’ini geçen bir kamu borç yükü. 2001 krizi ülkemizin yaşadığı en derin ekonomik krizlerden birisi oldu. Nihayet ekonominin böyle yönetilemeyeceği anlaşılınca maliye ve para politikalarında kural konulması gerektiği sonucuna varıldı. Merkez Bankası yasası değiştirilerek bütçe açıklarının para basılarak finanse edilmesine son verildi. Kamu hesapları disipline edilerek bütçe fazlası verildi.
Türkiye ekonomisi dinamik bir ekonomidir ve potansiyeli oldukça yüksektir. Doğru yönetildiği zaman alınabilecek sonuçlar görüldü. AK Parti’nin ilk dönemlerinde yapılan AB reformları, demokratikleşme yönündeki düzenlemeler ve uzun süreli olacağı düşünülen siyasal istikrar ekonomide ciddi rahatlama getirdi. Ekonomi büyüdü, bütçe fazlası verildi, borçlar ödendi ve borç yükü %30’un altına kadar geriledi. Devletin ekonomik faaliyetlerini ve parayı disipline eden kuralların olumlu etkileri bütün ekonomide fazlasıyla hissedildi. AB ve OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye hala en düşük kamu borcu olan ülkelerden biridir.
Bütün bu gelişmeler yanında bir şey daha oldu. ABD piyasaları dolara boğdu. Finansal bolluk uluslararası piyasalarda faizlerin düşmesini sağlayarak yüksek kredi imkânları yarattı. Kamudaki istikrarın da güven vermesiyle bu defa özel kesim borçlandı. Hem hanehalkı hem şirket kesimi bu bolluktan yararlanmaya başladı. Yalnız farklı olarak şirket kesimi dolar cinsinden borçlanmayı daha cazip buldu. Hızlı büyüyorsanız kaynağa ihtiyacınız olur. Bu kaynağı ya devlet tasarrufu, ya da özel kesimin tasarrufu ile sağlarsınız. İkisi de yetmiyorsa yabancıların tasarrufunu kullanırsınız. Yani borçlanırsınız.
Kazanıp borçlarınızı ödüyor ve toplamda karlı çıkıyorsanız, borçlanmada bir sakınca yok elbette. Ancak bir mesele daha var. Kazancınız TL olduğu halde dolar borçlanıyorsanız risk alıyorsunuz demektir. Ya da hem TL hem dolar kazanıyor olabilirsiniz. Dolar geliriniz kadar dışardan borçlanmanızda yine bir sakınca yok. Örneğin, ihracatçılar dövizin yükselmesinden çok da rahatsız olmazlar. Çünkü gelirleri dolar cinsindendir. Dolar kazanıp, ihtiyaç duyduğunuz ara malını da dolar ile satın alıyorsanız sorun yok. Yalnız dövizdeki aşırı dalgalanma belirsizlik yaratarak ihracatçılar dâhil herkesi olumsuz etkiler. Bunu da not etmiş olalım.
Gelinen noktada asıl sorun dolar geliri olmayan ya da gelirinin en azından bir kısmı TL olan kesimlerin dolar borçlarıdır. Her şey yolunda giderken elbette sorun yok. Ancak piyasada oluşan bir dalgalanma hemen bu kesimi tedirgin etti. Çünkü dolar borçları var ve dolar kuru yükseldikçe TL cinsinden borçları da artmaktadır. Paniğin ve spekülatif atakların da nedeni budur.
Ne yapılabilir peki? Daha önce konulan kurallarla nasıl kamu kesimi disipline edildiyse, benzer bir yaklaşım özel kesim için de düşünülebilir. Kredi miktarından tutun taksit imkânlarına, dolar cinsinden borçlanmaya kadar, değişik tedbirler düşünülebilir. İmar, kredi piyasası, döviz işlemleri, mevduat-kredi dengesi, işgücü piyasası, tarım işletmeleri, işyeri açma vs. ekonomik faaliyetlerin her katmanında kurallar konulmalıdır. Bu kurallar, ekonomik faaliyetleri kısıtlamak ve girişimcilerin işini zora sokmak değil; tersine haksız rekabeti önlemek ve ülkenin geleceğini karartmayacak şekilde, adil bir ortamda ve verimli bir çalışma ortamı yaratmak amacıyla konulur, konulmalıdır.
Kuralsız bir ekonominin olamayacağı ve kuralsızlığın uzun dönemde sorunlar yaratacağında şüphe yok. Ancak hayatı sıfırdan başlatmak da maalesef mümkün değil. Hâlihazırda özel sektörün ciddi borç yükü ile karşı karşıya olduğu bir ortamdayız. Alınacak tedbirlerin ve düzenlenecek kuralların kısa dönemde bir maliyeti olacaktır. Bu sürecin tedrici olarak ve en az hasarla atlatılması için gereken tedbirler üzerinde düşünmek gerekmektedir. Geçiş sürecinde maliyetin ne kadarının kim tarafından yüklenileceği önemlidir. Hele de bir seçim döneminde iseniz, bu daha da önemli hale gelir. Uzun dönemde ülkenin çok da hayrına olacak bazı kararlar alabiliriz. Lakin bu kararların kısa dönemde ortaya çıkabilecek siyasal sonuçlarını da hesaba katmamız gerekir.
17.05.2018