Hafta başında büyüme rakamları açıklandı. Gayrisafi Yurt içi Hasıla (GSYH) bu yılın ikinci çeyreğinde (Nisan-Haziran) bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %5,2 arttı. Detaylarına bakıldığında, tarım sektörü katma değeri %1,5 azalırken, sanayi sektörü %4,3 ve inşaat sektörü %0,8 arttı. Ticaret, ulaştırma, konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetlerinin toplamından oluşan hizmetler sektörünün katma değeri ise %8 arttı. Aynı dönemde ihracat %4,5, ithalat ise %0,3 arttı. Gayri safi sabit sermaye oluşumu %3,9, devletin nihai tüketim harcamaları ise %7,2 arttı. 2018 yılının ilk yarısında durum iyi yani.
Diğer yandan dikkat çekilmesi gereken noktalar var. Birincisi, İhracat ithalattan daha fazla artmış. Bu genel olarak olumlu bir gelişme olmakla beraber, bizim büyüme modelimizde önümüzdeki dönemlerde sorun çıkarabilir. Burada döviz kurunun etkisi var ve muhtemelen üçüncü çeyrekte daha fazla olacak. Döviz kuru artarken ihracat artar ve ithalat azalır. Ancak ihraç ettiğimiz malların girdilerinin bir kısmı ithal edildiğinden, ilk etki pozitif olmakla beraber sonraki dönemlerde maliyet de artacağından bu pozitif etki azalmaya başlar.
İkincisi, üretken yatırımları ifade eden gayri safi sermaye oluşumu 2017 yılının aynı döneminde %7,7 artarken, bu yıl %3,9 oranında artmış. Artış devam etmekle birlikte bir yavaşlama var.
Üçüncüsü, kamu harcamaları artıyor. Geçen yılın aynı döneminde kamu harcamaları %1,8 azalmışken, bu yıl %7,2 artması demek, geçen yılın aynı dönemine göre 9 puanlık bir genişletici etki anlamına gelir. Bu harcamaların istihdam üzerinde olumlu etki yarattığı şüphe götürmez. Mayıs itibariyle işsizlik oranı %9,7, geçen yılın aynı döneminde ise %10,2 idi. Lakin enflasyon üzerinde de olumsuz etki yaratmaktadır. 2017 yılının Haziran ayında tüketici enflasyonu %11 iken bu yılın aynı ayında %15 civarında oldu. Sonraki aylarda bu artış devam ediyor gibi görünüyor.
Maliyet enflasyonunun bu kadar yüksek olduğu dönemlerde ekonomi yönetiminin işi kolay değildir. Hükümet doğal olarak büyümenin ve istihdamın yüksek olmasını tercih eder. Çünkü siyasal otorite ekonomik gidişattan doğrudan sorumludur. Büyümenin sekteye uğramasının ve işsizliğin artmasının hesabı siyasal otoriteye sorulur. Yani siyasal maliyetini yüklenecek olan hükümettir. Diğer yandan mevcut iktisadi yapıda fiyat istikrarından sorumlu olan kurum göreli bir bağımsızlığı olan merkez bankasıdır. Ekonomik daralma ihtimaline karşılık hükümet telafi edici harcama artışına giderken, merkez bankası enflasyonu düşürmek amacıyla faiz artışına gider. Nihayet Cuma günü yapılan artışla faiz oranı %24 oldu. Aynı gün dolar kuru 6,12’ye kadar indi ve borsa 94 bini aştı. Bu arada devlet borç senetlerine olan talep ile oluşan gösterge faizin de bu civarda olduğunu kaydetmek gerekir.
Önümüzdeki dönemde bütün bunların etkisi ne olacak peki? Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. İçerisinden geçtiğimiz dönem saf deflasyonist veya enflasyonist bir karaktere sahip değil. Ekonomi bilimindeki tanı ile deflasyonist dönemde işsizlik artar, büyüme yavaşlar ve fiyatlar gevşer. Devlet bir miktar fiyat artışını göze alarak harcamaları arttırır. Bunun sonucunda büyüme ve istihdam desteklenmiş olur. Hatta durgunluğun boyutuna göre fiyatlar hiç artmayabilir de. Enflasyonist dönemde ise potansiyelin üzerinde gerçekleşen büyüme nedeniyle enflasyonist eğilimler ortaya çıkar ve fiyatlar hareketlenir. Bu durumda kamu harcamalarında kısıntıya gidilirken merkez bankası da faizleri arttırarak kredi daralması yoluyla talebi daraltır ve fiyatlar kontrol altına alınmış olur. Ancak farklı bir dönemden geçiyoruz.
Maliyetlerin içerden veya dış şoklarla artması durumunda ekonomi stagflasyonist bir hastalıkla karşı karşıya kalmaktadır. Yani bu durumda enflasyon ile işsizlik arasındaki bir değiş-tokuş ilişkisinden ziyade her ikisinin de artma eğiliminde olduğu bir süreç başlar. Şu an ülkemizde yaşanılan durum buna daha fazla benzemektedir. Önümüzdeki dönemde bunu daha fazla hissedebiliriz. Yani devlet işsizliği azaltmak ve büyümeyi sürdürmek amacıyla daha fazla harcama eğiliminde olurken uzun zamandan beri düşük seyreden ve tekrar hareketlenmeye başlayan fiyatların daha da yukarıya gitme riski var. Diğer yandan, merkez bankası faizi yükseltirken enflasyon ve kurda bir miktar gevşeme olurken, büyüme ve istihdam da bundan olumsuz etkilenecektir.
Böyle bir ortamda mutlak doğru bir politika önerisi var mıdır peki? Olsaydı zaten bu tartışmayı bu kadar uzatmazdık. Mutlak veya ideal anlamda bir politika önerisi değil, bir süreliğine, türbülans sona erene kadar önceliklerden söz edebiliriz ancak. Bir süreliğine büyümden ve istihdamdan feragat edip fiyat istikrarına odaklanabilirsiniz. Bu da bir siyasal maliyet anlamına gelir. Ya da bir süreliğine fiyat istikrarını geri plana atıp büyüme ve istihdamı sürdürmeye çalışırsınız. Buradaki risk de ülkemizde bir süredir unuttuğumuz enflasyonun yapışkanlığını tekrar gündeme getirebilir. Yapısal enflasyon dediğimiz bu sürecin zorluğu da enflasyonun bir alışkanlık haline gelmesi ve bütün kararların bu kabulle alınması dolayısıyla enflasyonun kendi kendini besler hale gelmesidir. Nihayetinde bu tür dönemlerde karar almak kolay değil.
Öyle görünüyor ki, merkez bankasının pozisyonu ile hükümetin hedefleri arasındaki çatışma devam edecek. Ne zamana kadar? Ekonomi kurda ve fiyatlarda istikrarlı bir patikaya oturana kadar. Peki bunun ne kadar süreceğini söyleyebilir miyiz? Bunun cevabını vermek kolay olmamakla beraber şu kadarını söyleyebiliriz. Yılın ikinci yarısında büyüme ilk yarıdaki gibi yüksek olmayabilir. İhracatta makul artış devam ederken ithalatta daha fazla daralma olacaktır. Önümüzdeki yılın başından itibaren ekonomik birimler kararlarını yeniden gözden geçirerek faaliyetlerine devam edeceklerdir. Bu geçiş sürecinin daha hızlı atlatılması ise ek kaynağa bağlıdır. Faizlerin yüksek olması nedeniyle dış finansmanda rahatlama olursa, bu da kurun ve dolayısıyla maliyet enflasyonunun düşmesi ve üretimin olumlu etkilenmesi anlamına gelebilir.
14.09.2018