Küresel salgın döneminde sıfıra indirilen faizler yeniden yükselişe geçti. ABD Merkez Bankası FED bu ayki toplantıda politika faizini yarım puan arttırdı. Bu karar son yirmi yılın en büyük artışı. İlk bakışta yarım puan anlamsız gelebilir. Ancak salgın dönemi boyunca 0-0,25 arası olduğunu hatırlamakta yarar var.
Sadece bu da değil. ABD faiz indirimi yanında varlık alımları yaparak piyasalara yüklü miktarda para vermişti. Hatta “çöp” denilen artık değeri sıfırlanmış menkul kıymetleri bile satın almıştı. Yani piyasalar dolara boğuldu. Avrupa ve İngiltere Merkez Bankaları da benzerini yapmışlardı.
Şimdi ters dalga başladı. Faizlerin daha da arttırılacağı kesin. Sadece her toplantıda ne kadar arttırılacağı tartışılıyor. Yarım puana itiraz edenler de oldu. En az 0,75 olmalıydı. Ancak bu ayki toplantıda bundan sonra yarım puanlık artışlarla devam edileceği yönünde açıklamalar geldi. Öncekinin tersine ve ek olarak piyasadan para da çekilecek. Haziran başından itibaren piyasadan aylık 50 milyar dolara yakın para çekileceği ve bu miktarın sonraki aylarda 100 milyar dolara yaklaşacağı da açıklandı.
FED Başkanı Powell ABD halkına seslenerek enflasyonun düşürülmesi konusundaki kararlılığı tekrarladı. Bu adımların etkisi hissedilmeye başlandı. ABD’de enflasyon %8,5’dan %8,3’e düştü. Gerçi beklenti %8,1 idi ama nihayetinde zirveden döndü. FED’in bu duruşu ve enflasyona karşı ülkedeki oluşan mutabakata bakılırsa bu düşüş trendi devam eder.
Tabi bu işin para tarafı. Maliye tarafında da çalışmalar var. Enflasyonun geniş kitleler üzerindeki olumsuz etkisini azaltacak tedbirlere ihtiyaç var. Biden yönetimi geçtiğimiz dönemde servetlerine servet katan kesimleri vergilendirme niyetinde. Ne kadar başarılı olur bilinmez ama yöneliş bu yönde. Ayrıca maliyetleri düşürecek bazı çalışmalar da gündemde. Kısa vadede enerji faturalarının, ilaç ve Sağlık bakım maliyetlerinin, gıda masraflarının, çocuk bakımı ve barınma maliyetleri ve ailelerin diğer maliyetlerinin düşürülmesi için çalışmalar yapılıyor. Tabi tüm bunların enerji bağımlılığı ve konut yetersizliğinin giderilmesi gibi uzun dönemli tarafları da var.
ABD merkez bankasının bu yönelişi diğer ülkelerin merkez bankaları tarafından kaçınılmaz olarak dikkatle takip ediliyor. Bazı Merkez bankaları faizleri arttırırken bazıları arttırmaya niyetlendi. Sadece zamanlama konusunu konuşuyorlar. Gelişmiş ülke grubundaki İngiltere dahil bir çok ülke faiz artışına başladı. Brezilya ve Meksika gibi gelişmekte olan ülkeler de bu kervana katıldı.
Faiz artış trendi petrodolar ülkelerine de yansıyor. Körfez ülkelerinin merkez bankaları faizlerde artışa gitti. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin merkez bankaları faiz oranlarını yarımşar puan arttırdılar. Tabi bu ülkelerin durumu farklı. Petrol ve doğal gaz ihraç ederken diğer malların önemli bir kısmını ithal eden bu ülkelerin paraları dolara doğrudan endekslenmiş durumda. Bunu yapmadıkları takdirde ihracat gelirleri azalacak ve ithalat faturaları artacak.
Diğer ülkelerin durumu farklı mı peki. Elbette değil. Çünkü ABD faiz arttırırken ülkemiz de dahil diğer ülkelerin paraları dolar karşısında değer kaybediyor. İthal malların fiyatı artıyor. İlk bakışta dış açık üzerinde olumlu bir etki olabilir gibi düşünülse de öyle olmuyor. Çünkü ara ve yatırım mallarının da fiyatı arttığı için üretim daha pahalı hale geliyor. Bunu iç piyasaya yansıtmamak için alınan tedbirler ise fiyat mekanizmasını bozarak piyasalarını altüst ediyor.
Bu eğilim küresel büyümeyi bir bütün olarak olumsuz etkilerken gelişmekte olan ülkeleri daha da fazla etkileyebilir. Bu İkinci grup ülkelerin lokomotifi Çin gibi görünüyor. Orada bile işler zorlaşıyor. Gayrimenkul firmalarından art arda temerrüt haberleri geliyor. Yani bugüne kadar biriken rezervler erimeye başlayacak. Çin sadece bunu geciktirmeye çalışıyor.
Nihayetinde ABD rezerv paranın sahibi ve kendi ülke koşulları neyi gerektiriyorsa onu yapıyor. Dolar dağıtıyor, kendi finans sektörü küresel düzeyde yüksek kazançlar elde ediyor. Zira dünyanın diğer yerlerindeki ekmek, kumaş, doğalgaz, çimento, demir ne varsa dolar ile fiyatlanıyor. Gün geldi doları güçlendirmek istedi ve yaptı. Kendi piyasasındaki dolar azaldıkça başka ülkelerdeki doların bir kısmı da ülkeye dönecek. Dönüyor da. Özellikle ülkemiz de dahil “yükselen piyasalar” diye tabir edilen ülkelerden para çıkışı devam ediyor. Brezilya, Arjantin, Güney Afrika, Hindistan. Rusya’nın durumu belli zaten. Çin’in bile rezervleri erimeye başladı. Son gelen veriler büyümede ciddi yavaşlama gösteriyor.
Bunun önüne geçilemez mi peki. Elbette her şeyin bir çaresi vardır. Ancak bir bedeli de vardır. Eğer gelişmekte olan ülke bloku bu uluslararası para sisteminde haksızlığa uğradığını düşünüyorsa farklı işbirliklerine yönelmek zorunda. Ancak sadece bir ülkenin aksiyon alması ile olmaz. Benzeşen ülkeler bir araya gelip beraber hareket etmek zorunda.
Diğer konu ise yurtiçi piyasalarla ilgili. Altı dolu işbirliklerine gidilse bile yine de bu yönelişin bir bedeli olacaktır. Kısa dönemde ortaya çıkacak maliyetleri toplumun hangi kesimlerinin yükleneceği önemli. Paranın yönetilmesi gerekiyor. Bir an ABD’ye hiçbir bağımlılık olmadığını varsayalım. Yurtiçi piyasalarda reel ekonomi, para ve finans dengesi kurulmak zorundadır. Fiyat mekanizması çarpıklaştığı zaman bundan bütün ekonomi zarar görür. Aşırı dalgalanmalar her defasında birilerine kazandırırken birilerine kaybettirir. Toplumsal barış ve huzurun en önemli boyutlarından birisi adil bir iktisadi yapıdır.
Gelişmekte olan ülkelerin işi kolay değil ama her sorunun bir hal çaresi vardır. Yeter ki rasyonel akıl devrede olsun. Gelişmiş batı blokunun doğal bir birlikteliği var. Gelişmekte olanların da işbirliği konusunda daha girişken davranması gerekiyor.