Dışa açık bir ekonomi iseniz, yani yurtdışından mal alıp yurtdışına mal satıyorsanız ve borç alıp borç veriyorsanız küresel ekonomik gelişmelerden doğal olarak etkileniyorsunuz. Bu etkinin bir kısmı gerçek hareketlerden, bir kısmı spekülatif davranışlardan kaynaklanır. Ama unutulmaması gereken bir nokta faiz oranları, döviz kuru ve enflasyonun birbirine bağlı olduğu gerçeğidir.
Büyüyen ve daha fazla büyümek isteyen bir ekonomiyiz. Büyümek için kendi kaynaklarımız yetmiyor. Bu yüzden de dış kaynak kullanıyoruz. Yani borçlanıyoruz. Üretip refah düzeyimizi yükselttiğimiz ve borcumuzu ödediğimiz sürece sorun yok. 2008 krizi sonrasındaki süreçte küresel finansal krizden kaynaklı bir daralma haricinde genel olarak küçümsenmeyecek bir büyüme patikasında ilerlemeye devam ediyoruz. Bu büyüme süreci bir ölçüde tatmin edici olmakla birlikte faiz ve döviz hareketleri ile beraber son dönemde artış eğilimine giren enflasyon bazen kalp ritmimizi bozuyor. Peki neden?
Dünya ekonomilerini küresel finans yönlendirmektedir. Küresel finans sahipliği gelişmiş kapitalist ülkelerde, en başta da ABD’dedir. Getirisi yüksek olan piyasalara doğru hareket halindedir. Bir ülkede faiz oranları ne kadar yüksekse o kadar finans sermayesi çeker. Ülkeye sermaye geldikçe döviz kuru gevşer. Ancak faizler düştüğünde, daha çok kazandıran bir piyasa varsa sermaye ülkeden çıkar ve oraya yönelir. Bu durumda döviz kuru yükselir. Doğrudan yatırım değil de hareketli olan bu sıcak para ile cari dengenizi sağlıyorsanız, uluslararası finansal hareketler ritminizi bozar.
Faiz haddinin yurtiçinde de etkileri var. Merkez bankasının faizleri yüksek tutması, kredilerin pahalı olması demektir. Yatırımcıların kredi maliyetleri yanında konut, taşıt ve ihtiyaç kredileri de pahalı hale gelir. Bu da bir maliyet unsurudur ve doğal olarak fiyatlara yansıması beklenir.
Gelelim enflasyon meselesine. Sadece parasal ilişkilerle enflasyonu açıklamaya çalışan yaklaşım “her zaman her yerde” geçerliymiş gibi düşünülebilir. Ancak bir ülkedeki genel fiyat düzeyindeki artışı ifade eden enflasyon esasen üç nedenden dolayı ortaya çıkabilir. Talep enflasyonu, üretimden daha fazla artan paranın talebe dönüşmesi sonucu fiyatlarda meydana gelen artıştır ve TÜFE endeksi ile ölçülür. Maliyet enflasyonu, üretim maliyetlerinde meydana gelen artıştan kaynaklanır ve Yİ-ÜFE ile ölçülür. Diğer bir enflasyon türü var ki yapısal enflasyon diye adlandırılır ve ekonomik birimlerin enflasyon olacakmış gibi hareket etmesinden kaynaklanır. TÜFE ve Yİ-ÜFE rakamları, eğer böyle bir davranış varsa, bunu da içerir. Ancak bunu doğrudan ölçmek pek de kolay değildir. Diğer enflasyon türlerini ayrıştıracak yöntemlere ihtiyaç duyulur ve burada bu teknik konuya girmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Şu kadarını söyleyelim. Enflasyonun tek hanelere inmesiyle ülkemizde enflasyonla mücadele edilebileceği yönündeki inanç arttığından, yapısal enflasyonun büyük ölçüde gevşediğini söyleyebiliriz. Tek haneli enflasyonda ısrar edilmesi de bu psikolojik sınırla ilgilidir.
Dönelim TÜFE ve Yİ-ÜFE rakamlarına. Talep enflasyonunu ölçen TÜFE rakamları 2017 yılında da bu yılın ilk dört ayında da maliyet enflasyonunu ölçen Yİ-ÜFE rakamlarının altında seyretmektedir. Bu fark yaklaşık olarak 4 puan civarındadır. Bu ciddi bir farktır. Üstelik Mayıs ayı başında açıklanan rakamlara göre TÜFE, 2017 yılının aynı ayında açıklanan rakamın 1,02 puan altındadır. Yani geçen yılın aynı dönemindeki talep enflasyonu %1,02 puan daha yüksektir. Yİ-ÜFE ise, tesadüf olsa gerek, aynı oranda artmıştır. Yani maliyetlerden kaynaklı enflasyon aynı olduğu halde talepten kaynaklı enflasyonun geçen senenin yaklaşık 1 puan altındadır.
Üretici fiyatlarındaki bu artış nereden kaynaklanmaktadır? Bu artış tereddütsüz döviz kuru üzerinden üretim girdileri ve özellikle enerji fiyatları kanalıyla ithal edilen enflasyondur. Yani bu artışların asıl kaynağı dolardaki yükseliş ve ülkemizin enerjide dışa bağımlılığıdır. Akaryakıt ve doğalgazın tamamına yakını ithal edildiğinden uluslararası piyasalardaki fiyat yükselişi veya doların TL karşısında değer kazanması durumunda doğrudan yurtiçi fiyatlara yansımaktadır. ÖTV’deki fiyatları sabit tutacak ayarlamalar bunu bir ölçüde kontrol altına alabilir.
Hal bu iken neden medyadaki yorumların dozu fazlasıyla yüksektir? Bunun bir nedeni geleceğe yönelik korkudur. Çünkü enflasyonun bir süre yüksek seyretmesi halinde yukarıda değindiğimiz yapısal enflasyon harekete geçmekte ve enflasyon, başka neden olmasa bile, kendi kendini besler hale gelmektedir. Diğer neden ise seçim öncesi açıklanan harcama arttırıcı bazı uygulamaların enflasyonu daha da hareketlendireceğine ilişkin korkudur.
Ne yapılabilir? Bunu konuşmak için öncelikle enflasyonun nedenlerini dikkate almak gerekir. Geçen yıldan beri maliyet enflasyonu talep enflasyonunun üzerindedir. Döviz kurundaki yükseliş bunu daha da körüklemiştir. Merkez Bankasının yapacağı bir faiz artışı döviz kurunu gevşetip maliyet enflasyonunu düşürecektir. Ancak faiz artışı aynı zamanda talebi zayıflatıp büyümeyi de yavaşlatacaktır. Maliyet enflasyonunun yüksek olması halinde Merkez Bankası konvansiyonel araçlarla fazla etkili olamamaktadır.
Faizlerdeki artış senaryosu enflasyonu bir ölçüde gevşetebilecek iken kısa dönemde bir maliyeti de olacaktır. Ancak orta ve uzun vadede yapısal sorunlarımızı çözmek zorundayız. Başta enerji ihtiyacı olmak üzere büyüme sürecinde borçlanmak zorunda olan ülkemizin bu kırılganlıktan kurtulabilmesi için iki meseleyi halletmesi lazım. Bunlardan birisi enerji ihtiyacıdır. Diğeri ise katma değeri yüksek üretim alanlarına yöneliştir. Bu iki alandaki iyileşmeler dış açık ve döviz kuru üzerindeki baskıyı azaltacaktır. İki soruna yönelik önemli adımlar atılmaktadır. Kurulan enerji santralleri, güneş ve rüzgar enerjisine yapılan yatırımlar dikkate değerdir. Son alınan teşvik tedbirleri de katma değeri yüksek alanlara yatırımı özendirmek üzere gündeme gelmiştir. Ancak ülkemiz ekonomisi belirli bir eşiği geçene kadar zaman zaman yaşadığımız ritim bozukluklarına bir süre daha tahammül etmek zorundayız gibi görünmektedir.
22.05.2018