Dünyanın en zengin yedi ülkesi olan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya (o zamanlar Batı Almanya), İtalya, Japonya ve Kanada’nın 1975 yılında bir araya gelmesi ile oluşan G7 (Grup 7), başlangıçta 1970’lerdeki petrol krizi gibi güncel gelişmelerin sürüklediği tartışmalar için bir araya geliyordu. Daha sonraları küresel çevre sorunları, uluslararası terör, küresel finans krizleri gibi konularla toplanmaya devam etti. Rusya’nın 1997 yılında resmen üye olması sonrasında G8 adı ile anılmaya başlandı. Ancak 2014 yılında Kırım’ı işgal etmesi nedeniyle Rusya’nın üyeliği askıya alınınca, fiilen yeniden G7’ye dönülmüş oldu. Oldu da, G8’den bir çıkınca G7’den küçük olacak gibi.
Başkanlığa geldiği günden beri alışılmışın dışında bir dil kullanan ve yaptığı her açıklama ile rahatsızlık yaratan ABD başkanı Donald Trump, geçen hafta sonuna doğru Kanada’da yapılan G7 zirvesine de damga vurmuş görünüyor. Bir süredir çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği gümrük vergileri ile tartışma konusu olan Trump yönetiminin tavrı, uluslararası ticaretteki yansımaları daha da karmaşık hale getireceğe benziyor. Meksika, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerden de ithal etmekle beraber, ABD çeliği ağırlıklı olarak AB ülkeleri, Kanada ve Güney Kore gibi ticari ortaklarından ithal ediyor. Başlangıçta AB ülkeleri, Avustralya ve Güney Kore gibi "dostlar"ın hariç tutulacağı açıklandıysa da bu böyle kalmayacağa benziyor.
İki mesele var. Birincisi, gerçekten arı, duru bir ticaretten mi söz ediyoruz? Eğer öyleyse, modern ekonomi biliminin kurucusu Adam Smith’ten (uluslararası ticaretin yararlarını da anlattığı “Ulusların Zenginliği” kitabını 1776 yılında yazmıştı) bu yana, teorik ve uygulama sonuçları itibariyle kazan-kazan ilişkisi konuşulmuyor muydu? Sadece “dostlar” ile yapılan ticaret kazandırır diye bir teori çıktı da ekonomistlerin mi haberi olmadı?
İkincisi, bu tartışma “dostlar” ile bile burada kalmaz. Çelik ve alüminyum ile başlayan tartışma başka alanlara yansıyacağa benziyor. Bundan zarar gören ülkeler de kendi piyasalarını korumak için başka mallara gümrük tarifesi koyma niyetinde. Kanada ve Meksika çoktan misilleme yaptı. AB gümrük tarifeleri için çoktan hazır. Çelikten başlayan dalga bir de bakıyorsunuz ABD çiftçisini tedirgin etmeye başlamış. Tarımsal ürün ihracatı yapan çiftçiler Kanada’nın gümrük duvarına çarparsa, şüphesiz buradan sekip Trump yönetimini vurabilir.
Ticaret savaşları daha çok su götürecek gibi. Bu tartışmalar, ülke yönetimlerinin ve ülkeler arası blokların menfaat beklentisi ve rasyonel davranışlarına göre şekillenecek elbette. Lakin “gelişmekte olan ülkeler” açısından da yeni bir tartışma alanı açılmış durumda. AB-ABD blokunun başlangıçta bilimsel teorilerle savunduğu uluslararası ticaretin bütün taraflara sağladığı nimetlerine ne oldu?
Şunu belirtelim. Asimetrik gücün etkisi altında olmayan uluslararası ticaretin bütün taraflara yarar sağladığı doğrudur. Bazen ekonomik gücü fazla olan tarafın pazarlık gücünü kullanarak ticaret hadlerini kendi lehine çevirdiği ve uluslararası ticaretten güçlünün daha fazla kazandığı da doğrudur. Ancak bugün konuştuğumuz şey farklı. Bilimsel yaklaşımların ve genel kanaatin doğruladığı gerçekler ABD’ye dokununca, yani dünün küçükleri büyüyüp ticaret avantajları elde etmeye başlayınca iş değişti. Düne kadar gümrük duvarlarını kaldırın diyenler bugün gümrük duvarlarını yükseltiyor.
ABD’nin bu tavrına rağmen AB ülkeleri halen direniyor gibi görünmektedir. Başını Almanya’nın çektiği ülke grubu serbest ticarette ısrarlı. Ancak bunu nasıl anlayalım acaba? Almanya hala ekonomik olarak ciddi avantaj sağladığı için mi? Halen direnenler, bugünkü ABD gibi rekabet avantajını kaybetmeye başlarsa korumacılık için harekete geçerler mi?
G8, G7, ticaret savaşları… Önümüzdeki günlerde, yıllarda, on yıllarda daha çok konuşulacak gibi…
10.06.2018