Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Gıda Fiyatları ve Tanzim Satış

Abuzer PINAR
12 Şubat 2019 10:00
A-
A+

Dünyanın her yerinde gıda sektörü hassastır. Bir yandan temel ihtiyaçtır ve insanlar tüketimden vazgeçemez. Diğer yandan tabiat şartlarına karşı kırılgandır ve üretim miktarı ile beraber fiyatlar da dalgalanır. Mevsime göre üretimin miktarı, kalitesi ve fiyatları fazlaca değişkenlik gösterir. Bu yüzden de devletin şu veya bu şekilde müdahalesi sıkça gündeme gelir.

Örneğin, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’nin kuruluş nedeni bu dalgalanmalardan üretici ve tüketicinin zarar görmemesi ve gıda ihtiyacının istikrarlı bir şekilde karşılanmasıdır. Özellikle temel ihtiyaç olan ekmeğin hammaddesi buğday üretimi sulama imkânlarının yaygın olmaması halinde yağışa bağlı olarak değişebilmektedir. Yağışın yetersiz olduğu yıllarda üretimi azalmakta ve kalitesi düşmektedir. Üretimin azalması ile beraber fiyatlar da artmaktadır. Tersine, mevsim şartlarının olumlu gitmesi halinde ürün bol olmakta, ancak fiyatlar da beklenmedik şekilde düşmektedir. Piyasa fiyatlarından ürünün satılması halinde çiftçi zarar edebilmektedir. Nihayetinde buğday üretiminin bir maliyeti vardır.

TMO’nun temel işlevi, ürünün bol olduğu dönemlerde belirli bir taban fiyat belirleyerek bir kısmını satın alması ve geriye kalan ürünün çiftçiyi zarara uğratmayacak şekilde piyasada işlem görmesini sağlamasıdır. Ürünün azaldığı dönemlerde ise bu stokladığı ürünü daha düşük fiyattan piyasaya sürerek tüketiciyi korur ve gıda yetersizliğinin önüne geçmiş olur.

İçinde bulunduğumuz dönem TMO’nun kurulduğu 1930’lardan çok farklı. Barajlar yapıldı, sulama altyapıları inşa edildi ve üretim bir ölçüde kontrol altına alındı. Ancak “temel ihtiyaç” kavramı bu süre içerisinde çok değişti. Sebze ve meyve üretimi arttı. Öyle ki, kış ortasında domates, biber, patlıcan da temel ihtiyaç artık. Önceleri değil miydi? Gıda her zaman temel ihtiyaçtır ama tüketim davranışı çok değişti.

Önceleri insanlar yaz döneminde üretimi bol olan ürünleri kurutur, konserve yapar ve kış aylarında tüketirdi. Örneğin yaz aylarında taze domates tüketilirken, kış aylarında domates kurusu ve salça tüketilirdi. Aynı şey diğer sebze ve meyve türleri için de geçerli. Bugün hala yapanı vardır. Kimisi tadı, kimisi maliyeti için yapar bunu. Ancak yaygın olan davranış, dört mevsim/oniki ay her türlü sebzeyi tüketme arzusudur. Çünkü sulama imkânları var, seracılık var ve tedarik imkânları gelişti.

Gelişti ama bazı şartlar hala değişmedi. Örneğin sebze üretiminde önemli bir payı olan Antalya’da bir sel baskını oluyor ve ürün zarar görüyor. Çiftçi ciddi zarara uğruyor. Sağlam kalan ürünün maliyeti birim başına artmış oluyor. Azalan ürün bir de fırsatçıların eline düştüğü zaman nihai tüketiciye gelene kadar herkesin alıp tüketemediği pahalı bir mala dönüşüyor. Kış aylarında üretimi daha maliyetli olduğu için fiyatları zaten artan sebze, bir de fırsatçıların mahareti eklenince el yakmaya başlıyor.

Peki, buna karşı ne yapılabilir? Bu soruyu birkaç boyutuyla düşünmekte yarar var.

Birinci mesele, ekonominin temel kuralı olan arz-talep dengesidir. Arz yetersiz ise fiyatlar yükselir. Talep azalınca fiyatlar düşer. Malını satamayan bir kişi veya firmanın fiyat yükseltmesi mantıklı değildir. Hele de sebze gibi uzun süre stoklanamayacak türden bir mal ise.

İkinci mesele maliyetlerdir. Üretim maliyeti yüksek olduğu zaman, fiyatlar da yükselecektir. Fiyatların yükselmesi ile talepte bir miktar düşüş olursa, üretici bir düzeye kadar fiyat düşürür. Hiç kazanamadığı bir fiyata kadar düşürebilir diyelim. Ancak zarar ederek ürünü elden çıkarmak istemesi, ciddi nakit sıkıntısı anlamına gelebilir ve bu şekilde devam etmesi imkân dâhilinde değildir. Kazanamadığı takdirde faaliyetine son verecektir.

Üçüncü mesele tedarik hizmetidir. Antalya’da üretilen sebze, başta büyük şehirler olmak üzere diğer illere gönderilirken bir maliyete katlanılır. Çiftçi bir aile üretim yapar. Ancak pazarlama işini çoğunlukla yapamaz. Bütün bir üretim-dağıtım zincirini elinde bulunduran kişi veya firma istisnadır. Bu aracılık faaliyetleri gereklidir de. Ancak maalesef hassas dönemlerde aracıların üretici ve tüketiciyi istismar etme imkânı ve ihtimali de artmaktadır.

Serbest piyasa bunu çözer mi? Öncelikle serbest piyasa demek, kuralsız, herkesin istediği gibi davrandığı piyasa anlamına gelmez. 1980 öncesi “aşırı kuralcı” döneme bakarak maalesef serbest piyasa kuralsızlık olarak anlaşıldı. Sadece arz-talep koşulları ekonomik işleyişi hizaya getiremez. Özellikle de talebi fazla esnek olmayan temel ihtiyaçlarda, serbest piyasa üretici ve tüketicinin istismarına yol açacak sonuçlara götürebilir.

Buradan devletin yapabileceklerine geçelim. Eğer serbest piyasa kuralsızlık demek değilse ve özellikle de temel ihtiyaçlarda istismar edici davranışlar ortaya çıkabiliyorsa, buna karşılık devlet ne yapabilir?

Öncelikle devletten beklenen piyasanın kurum ve kurallarını oluşturmasıdır. Kurum ve kuralların olmadığı serbest piyasa kaotik bir yapıya dönüşür. Kurallar ile kastedilen, üretimin kalitesi, şartları, pazarlama ve satış alanlarını düzenleyen kurallardır. Kurumlarla kastedilen ise denetim kurumları, hal pazarlarının ve pazar yerlerinin oluşumu gibi süreçlerdir. Piyasanın hem üretici ve tüketiciyi koruması, hem de gıda tedarikini ihtiyaç düzeyinde sağlaması gerekir. Bunun için de hangi kurumların ne yapacağı, bu kurumların hangi kurallarla çalışacağı, denetimin nasıl yapılacağı ve kurallara uyulmaması halinde müeyyidenin ne olacağı taraflarca bilinmelidir.

Başka bir devlet müdahalesi tarzı var mıdır? Normal işleyiş yukarıda değindiğimiz şekilde olduğu halde olağanüstü dönemlerde devletin doğrudan müdahaleleri olabilir. Tanzim satışta olduğu gibi. Yani burada devlet doğrudan tedarik ve pazarlama işlevini yüklenmiş olmaktadır. “Olağanüstü” ile kastedilen, gıda fiyatlarının beklenenden çok daha yüksek olması ve istismar davranışından emin olunmasıdır. Şu an böyle bir dönemden geçiyoruz. Bir aylık gıda enflasyonu ortalama enflasyonun altı katıdır. Bu durum karşısında devlet sessiz kalamamıştır elbette. Ancak bu normal bir müdahale yöntemi değildir. Kısa süreli olumlu etkileri mutlaka olacaktır. Lakin daha kalıcı çözümler üzerinde düşünmek gerekmektedir.

Neden normal bir müdahale değildir? Çünkü burada mağdur olan sadece tüketici değildir. Üretici de mağdurdur. Belediyelerin ürünü doğrudan üreticiden alıp kentlerde satışa sunduğunu düşünelim. Hem üretici hem de tüketici korunmuş gibi görünüyor. Doğrudur da. Ancak, aracı sadece yüklü paralarla ürüne el koyup istismar eden kabzımal veya komisyoncu değildir. Semt pazarlarında gün boyunca eve ekmek götürmek için çalışan pazarcıları da hesaba katmak gerekir. Her tüketici de tanzim satıştaki mallara erişme imkânı bulamayabilir.

Belediye tanzim satış yerinde aynı kira ve ücret maliyeti olmadığından, yani maliyetin bir kısmı devlet tarafından yüklenildiğinden elbette ucuza satış mümkündür. Semt pazarında bir tezgâhta çalışan kişilerin günlük ücreti, tezgâh kurdukları mekâna ödedikleri kira ve taşıma maliyeti hesaba katılmalıdır.

Mevcut uygulama, özellikle alım gücü düşük olan kesimleri bir ölçüde rahatlatmıştır. Ancak bu uygulamanın sürekli olamayacağını da görmek gerekir. Nihai çözüm üretimin artması ve etkili bir denetim mekanizmasının kurulmasıdır. Eğer asıl sorun aracılık faaliyetlerinde ortaya çıkıyorsa, konuya ilişkin kuralların ve bu süreçte yer alan kurumların iyileştirilmesi elzemdir.