Seçime giden süreçte en çok konuşulan konulardan birisi şüphesiz ekonomidir. Ancak yüksek perdeden analizler, ortalıkta uçuşan rakamlar ve inandırıcı olmayan vaatler aslında geniş kitlelerin ilgisini sanıldığından daha az çekmektedir. İşin özü şudur. Toplumsal huzur ve barışın maddi temeli ülkenin zenginleşmesi ve bu zenginliğin topluma adil olarak dağılmasıdır. Bu da, bir ülkenin potansiyeli veri alındığında, ancak güven ortamında mümkün olabilir.
Zenginleşme, ya da ekonomi dili ile büyüme neden gereklidir? Bu sorunun iki basit karşılığı var. Bunlardan birisi mevcut nüfusun tamamının çok iyi maddi şartlarda yaşamaması ile ilgilidir. Beslenme, barınma ve sağlık gibi temel ihtiyaçların gerektiği şekilde karşılanması için yeteri kadar mal ve hizmet üretimine ihtiyaç duyulduğundan, bu ihtiyaçların karşılanması için büyümeye ihtiyacı vardır. Diğeri ise artan nüfusla ilişkilidir. Nüfus arttıkça, mevcut nüfusun yüksek bir hayat standardında yaşadığı varsayılsa bile, artan nüfusa aynı standardı sağlamak için ekonominin büyümesi gerekmektedir.
Diğer önemli konu, artan mal ve hizmetlerden bireylerin adil olarak yararlanabilmesidir. Adil bir paylaşım olmadığı takdirde, büyümenin refah artışına, yani insanların hayat standardını arttırmasına katkısı sınırlı olacaktır. Mutlak bir eşitlik mümkün olmamakla birlikte insanların asgari bir hayat standardına sahip olması, ekonomi diliyle yoksulluk sınırının üzerindeki bir gelirle yaşaması toplumsal barış için vazgeçilmezdir.
Büyüme ve bölüşüme ilişkin yapılan araştırmalar şu temel noktalarda hemfikir gibi görünmektedir: Kaynakların en yüksek büyümeyi sağlayacak şekilde etkin kullanılması; İktisadi ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları; İktisadi birimleri teşvik edecek güven ortamı.
Kaynakların israf edilmemesi ve mümkün olduğunca en yüksek üretimi gerçekleştirecek biçimde kullanılması, hem hangi sektörlere ne kadar yatırım yapılacağı, hem devletin kaynakların ne kadarını vergi olarak alacağını içerir.
Diğer yandan doğru ve hızlı işleyen bir hukuk düzeni iktisadi gelişme için vazgeçilmezdir. Yatırım yapanın, tasarrufunu ödünç verenin ve çalışanın haksızlığa uğramayacağından emin olması, uğradığı takdirde başvuracağı bir merciin olduğunu bilmesi gerekir.
Bütün bunların yanında yatırımcının, tasarruf sahibinin, çalışanın, işyeri sahibinin kendisini güven içerisinde hissetmesi gerekir. Bunların en başında da iktisadi birimlerin devlete güvenmesi gelir. Çünkü iktisadi faaliyetleri doğrudan etkileyen kanunları yapan, teşvik sistemini düzenleyen, bunu uygulayan devlet olduğu gibi, özel sektörün kendi içindeki anlaşmazlıkları da çözen yine devletin kurumları ve en başta yargı sistemidir. Toplumsal ahlakı göz ardı etmek mümkün değildir. Çalışma ahlakı, ticaret ahlakı, sivil toplumun örfleri ve teamülleri elbette etkili olabilir. Ancak mutlak ahlaka dayalı bir sistem kurmak mümkün olmayacağına göre, son tahlilde bütün iktisadi ve ticari ilişkileri düzenleyen ve adil yürümesini garanti eden bir siyasal otorite olmadan iktisadi güven ortamını sağlamak mümkün değildir. Alınan kararların gerçekçi ve doğru olması yanında kurumsallaşma ile beraber hızlı ve etkin çalışan bürokratik bir yapıyı da zikretmekte yarar var.
Devletin görevi bununla da sınırlı değildir. İnsanlık deneyimi şunu göstermiştir ki, ideale en yakın serbest piyasada bile gelir dağılımı adaleti sağlanamamaktadır. Her toplumun kendi dinamikleri farklı olmakla beraber, devletin doğrudan müdahil olmadığı bir adil bölüşüm örneği yoktur. Bu yüzden sosyal adalet için devletin kural koyarak ya da vergi ile gelir paylaşımını yeniden düzenleyerek ekonomiye müdahale etmesi en ileri kapitalist ekonomilerde bile ret görmemektedir.
Büyüme ve bölüşüm yanında, siyasal otoritenin diğer önemli bir müdahale alanı uluslararası iktisadi ilişkilerle ilgilidir. Aynen ulusal sınırlar içerisinde kendiliğinden gerçekleşemeyen bölüşüm adaleti gibi, uluslararası düzeyde de serbest piyasa şartlarında her ülke aynı kazancı elde edememektedir. Uluslararası ticari kurallar ve para sistemi bazı ülkelere daha fazla avantaj sağlarken, bazı ülkeler uluslararası iktisadi işbölümünden çok daha düşük düzeyde yararlanmaktadırlar. Tam da bu noktada siyasal iradenin ülke sınırları içerisindeki zenginleşme ve paylaşımı maksimize edecek koruyucu tedbirleri alması elzemdir. Buradaki kastımız basit, içe kapanık, korumacı politikalar değildir. Serbest ticaretin nimetlerini göz ardı etmemiz mümkün değildir elbette. Ancak mal ve hizmetlerin, işgücünün ve sermayenin serbest dolaşımının ülke yararına olacak şekilde izlenmesi ve gerekirse kurallar konulması açık yüreklilikle tartışılmalıdır.
Ekonomik büyüme bir fetiş olmayıp ihtiyaçtan kaynaklanır. Ancak toplum refahına dönüşmeyen bir zenginleşmenin sürdürülebilir olmadığına dikkat çekmek gerekir. Bu zenginleşme ve paylaşım sürecini siyasal otoriteden bağımsız olarak gerçekleştirmek de imkânsızdır. Stratejik bir hedef olarak, toplumsal huzur ve barışın sağlanmasının maddi ön şartı olan zenginleşme ve adil paylaşımı ciddiye almak gerekmektedir. Bunu gerçekleştirebilecek her türlü politika seçeneğine önyargısız olarak açık olmak gerekir. Bu seçenekler arasında en zor olanı büyümeden ödün vermeden adil refah dağılımının gerçekleştirilmesidir. Bununla birlikte gelişmekte olan ülkelerde eğitim ve sağlık gibi bölüşümü olumlu etkileyen hizmetlerin aynı zamanda büyümeyi de desteklediğine ilişkin çokça analitik çalışma ve nicel araştırma mevcuttur. Ayrıca büyük ölçüde yerel talebe yönelik üretim yapan KOBİ’lerin desteklenmesi, emek-yoğun sektörlerde istihdamı arttırarak refahın tabana yayılmasını hızlandırmaktadır.
İstihdam ekonomik ve siyasal olarak önemli olmakla beraber ciddiye alınması gereken diğer bir konu yüksek katma değerli üretimdir. Son dönemde gündeme gelen teşvik tedbirlerinin diğer önemli bir yönü katma değeri yüksek alanlara verilen desteklerle dışa bağımlılığın azaltılmasıdır. Otomotiv ve savunma sanayi gibi bu alanlar sermaye-yoğun üretim alanlarıdır. Bu özellikleriyle KOBİ’ler kadar istihdam yaratması beklenmese de dış açığı azaltıcı etkileri nedeniyle döviz kuru ve enflasyon üzerinde olumlu yönde etki yaratarak toplumsal refah artışına beklenenin üzerinde olumlu katkıda bulunabilir.
Sonuç olarak, toplumsal huzur ve barışın maddi ön koşulu olan zenginleşme ve adil paylaşım, ancak güven ortamında mümkün olabilir. Kurum ve kurallarıyla etkin işleyen bir devlet mekanizması yanında ülkesinin, yani çocuklarının geleceğini düşünen yatırımcıların varlığı bu güven ortamının tek garantisidir.
03.06.2018