Tarımdaki makinalaşma ve verimlilik artışı ile beraber nüfusun kırdan kente göçünün de bir sonucu olarak işgücüne katılım artmaktadır. İşgücüne katılım, çalışma yaşında olup iş arayanlardır. Kırsal kesimde mevsimsel olarak aile işletmesinde veya diğer işletmelerde çalışan fertler, kente göçle beraber düzenli iş aramaktadır. Bu bir anlamda gizli işsizliğin de çözülüşüdür. Yani çalışıyor göründüğü halde aile bütçesine katkısı gözardı edilebilir derecede düşük olan kişilerden söz ediyoruz. Son 10 yılda işgücüne katılım yaklaşık 10 puan artmıştır. 2005 yılında %44 civarında olan işgücüne katılım oranı 2018 yılının Şubat ayında %53’ü geçmiştir. Bu doğal bir gidişat olmakla beraber mesele bu işgücünü istihdam edebilmektir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Şubat 2018 dönemi işsizlik rakamlarını açıkladı. Yapılan açıklamaların özeti şu:
- İşsizlik 2 puan düştü. Mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranı %9,8. Neden mevsimsellikten arındırılmış? Çünkü inşaat, tarım ve turizm sektörlerinde olduğu gibi bazı işler mevsime göre dalgalanma gösterdiğinden, ayların veya yılların karşılaştırılabilmesi için mevsimsel etkiden arındırılarak işsizlik rakamlarına bakmak daha doğrudur.
- Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 4,3 puanlık azalış ile %19 oranına inmiştir. Bu oran hala genel ortalamanın üzerinde olmakla beraber düşüş kayda değerdir.
- Kamuda istihdam edilenler %4,4 oranında artmış görünmektedir.
Çalışmayan herkesin işsiz olduğuna dair genel bir algı olsa da işsizlik teknik bir tanımdır. Uluslararası standartlara uygun istatistik toplayan bütün ülkelerde tanımı aynıdır: Çalışma yaşında olup iş arayan ve iş bulamadığı için çalışamayan fertlere işsiz diyoruz. İşgücüne katılımın anlamı budur. Bu dönemde iş aramaya başlayan sayısı artmış. İş bulan sayısı daha fazla arttığı halde, daha fazla kişi iş aramaya başladığı için işsizlikte daha az düşüş olmuş.
Diğer dikkat çekici nokta kadınların işgücüne katılımındaki artıştır. Kentleşmedeki ve eğitim düzeyindeki artış şüphesiz bunda etkilidir. Halen kadınların işgücüne katılımı erkeklerin katılımının yarısından azdır (%72 ve %33). Ancak yıllar itibariyle bu görüntü değişmektedir. Bunun daha da hızlı değişeceğini tahmin edebiliriz. Zira kadınların işgücüne katılımı artarken, ev işi ve çocuk bakımı konusunda ek iş alanlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle iş bulan her kadın kendisiyle beraber en az bir kadının daha iş bulmasını sağlamaktadır.
İşsizliğin sıfır olduğu bir ekonomi yok elbette. Ekonomi dilinde “tam istihdam” denilen kavram da herkesin çalıştığı, hiç kimsenin işsiz kalmadığı anlamına gelmez. İşgücüne katılımı sürekli devreden bir havuz gibi görmek gerekir. Eğitimini tamamlayıp iş aramaya başlayan bir kişi bir süre işsiz kalır. Bu işsizlik dönemi iş aradığı dönemdir. Bazı işler belirli mevsimlerde yoğunlaşır. Çalışıyor olsa bile bazı kişiler belirli mevsimlerde işsiz kalır. Bu yüzden de işsizlik hiçbir zaman sıfır olmaz. Buna doğal işsizlik deriz. Peki, doğal işsizlik oranı yüzde kaçtır? İşte bunun cevabını vermek çok da kolay değildir. %5 civarındaki bir oran doğal kabul edilmekle beraber, bir ekonominin yapısı istihdam yaratma kapasitesini belirlemektedir. Örneğin, Türkiye’de işsizlik ekonominin en canlı olduğu dönemlerde bile %9 civarında kalmıştır. 2006 yılında bir ara %8,8 düzeyine inmişti. Bu dönem dışında işsizlik hep %9’un üzerinde kalmıştır.
Ülkemizin genç bir nüfusu var. Bu gençler iş arıyorlar ve ekonomik hayatın bir parçası olmak istiyorlar. Bu açıdan bakıldığında genç işsizlik oranı elbette şaşırtıcı değil. Ancak ekonominin kapasitesi bu kesime yeterli istihdam yaratamamaktadır. Buna yapısal işsizlik diyoruz. Yani kesin bir oran olmamakla beraber %5’i doğal işsizlik kabul edersek, %4 civarında bir yapısal işsizliğimiz var. Yani yatırımların yetersizliğinden ve ekonominin yapısal sorunlarından kaynaklı bir işsizlik bu.
Çare nedir? Elbette ekonominin istihdam yaratma kapasitesini arttırmaktır. Bunun bir boyutu yatırımların arttırılması iken, diğer boyutu işgücünün sahip olduğu beşeri sermayeyi güçlendirmektir. Sanayicilerden sıkça duyarız. Bir tarafta işsizlik varken, diğer tarafta işveren aradığı nitelikte eleman bulamamaktadır. Burada bir sorun var. Bu sorunun bir yönü toplumun ve iş arayanların algısıdır. Diğer yönü eğitim sistemindeki yetersizliklerdir.
Algı ile kastımız şudur. İnsanların zihninde iyi ve kötü işler vardır. Bu yüzden de, örneğin en önemli gündem konusu olan hayvancılık sektöründe çoban bulunamadığına dair haberler okuyoruz. Ya da ziraat mühendisinin, bir tarım işletmesinde doğrudan kendi mesleğini yapıp üretime doğrudan ve daha fazla katkıda bulunabilecek iken, devlet kapısında masa başı iş arayışında olması. Sanayicilerle konuştuğumuzda, istemedikleri kadar mühendisin iş istediğini, ancak makina başında ihtiyaç duydukları ara elemanı bulamadıklarını dile getirmektedirler. Mühendise verebilecekleri ücretin çok üzerinde ödeme yapmaya hazır oldukları halde.
Öncelikle ekonomik hayatın bir işbölümü olduğunu, iyi ve kötü iş olmadığını; iyi yapılan ve kötü yapılan iş olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir fabrikada mühendis de çalışır, usta da, muhasebeci de, sekreter de, temizlik elemanı da, çay dağıtan eleman da. Her birine ihtiyaç vardır ve her biri değerlidir. Her şeyden önce çalışmanın başlı başına bir değer olduğu, sadece para değil, toplumla doğru bir yerden eklemlenme, sosyalleşme anlamına geldiği genel bir kabul olmalıdır.
Diğer önemli konu da eğitime ilişkindir. Üniversite sanayi işbirliği ve mesleki eğitim konusunda maalesef beklenen başarıyı gösteremiyoruz. Hep konuşulur ama şu kadarını açık yüreklilikle ortaya koyalım. Ziraat mühendisi eğitiminin en az yarısını bir çiftlikte almıyorsa; makina veya endüstri mühendisi aynı şekilde fabrika yüzü görmüyorsa; teknik lisede okuyan bir öğrenci zamanının en az yarısını bir imalathanede geçirmiyorsa, bu eğitimle istihdam artışı olmaz. Ne yapılmalı sorusunun cevabı biraz da burada gizli diye düşünüyorum.
16.05.2018