ABD’de borç tavanı tartışması büyüyor. Hatta şu an gündemin en başında. ABD Başkanı Joe Biden, ABD'nin temerrüde düşmesi durumunda tüm dünyanın başının derde gireceğini söyledi. Devamında "eğer borçlarımızı ödeyemeyecek duruma düşersek ekonomimiz resesyona girer ve uluslararası itibarımız aşırı derecede zarar görür" mealinde cümleler sarfetti. Ardından Hazine Bakanı Janet Yellen da konunun çözülmemesi halinde ortaya çıkacak muhtemel bir temerrüde düşmenin uluslararası liderliklerini tehlikeye atacağını söyledi.
Bir ülkenin borçlanması ve dünya liderliği! Ne alakası var denilebilir. Çok alakası var. Zira mesele sadece federal devletin faturalarını ödeyip ödeyememe meselesinin ötesinde bir küresel sistem meselesi. ABD başkanı ve hazine bakanı bunun fazlasıyla farkında ve bu yüzden art arda bu açıklamalar geliyor.
Nasıl oluyor da ABD dünyanın en borçlu ülkesi olabiliyor. Sistem basitçe şöyle işliyor. Diğer ülkelerde daha ucuza üretilen mallar ABD’ye ihraç ediliyor. Halk ucuza mallara ulaşabiliyor ve refah düzeyleri artıyor. Ülke ithal ettiği kadar ihracat yapamadığından dış açık veriyor. Bunu önleyemez mi? Elbette önleyebilir ama aynı malları ülke içerisinde çok daha pahalı üreteceğinden halkının refah düzeyi düşer. Dolayısıyla dış açık vermekte bir beis görmüyor.
ABD’nin dış açık verip aşırı borçlanmasını kolaylaştıran bir mekanizma da var. Bu ülkeye ihracat yapanlar kazandıkları doların bir kısmı ile ithalat yapıyor, fazla kalanı da ABD hazinesine borç veriyor. Özellikle de Japonya, Çin ve Suudi Arabistan gibi fazla veren ülkeler bunu yapıyor. Kalan fazla dolar başka nasıl değerlendirilebilir? Başka ülkelere borç verilebilir. Mesela Suudi Arabistan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na 5 milyar doları mevduat olarak yatırdı. Bu da mümkün ama yine bu paranın kabul görmesi karşılığının veya garantisinin ABD’de olduğuna dair güvenden gelir. Ama günü geldiğinde ABD kolayca bir ülkenin parasını alıkoyabiliyor. Suudi Arabistan’a yaptığı gibi. Dolayısıyla ekonomikmiş gibi görünen bu güç oldukça da siyasi bir araç.
İşte ABD Başkanı ve Hazine bakanından peş peşe gelen açıklamalar bununla ilgili. Temerrüde düşmek, diğer ülkelerin verdiği borcun zamanında ve tamamen ödenememesi anlamına gelir ki bu ciddi bir itibar kaybıdır. Sistem zaten sorgulanıyor ama bu tür bir temerrüde düşüş çöküş anlamına gelir.
Kısa vadede ne tür bir çare bulunacak göreceğiz ama ortada sistemik bir mesele var. Diğer ekonomiler güçlendikçe göreli olarak güç kaybeden ABD ekonomisi, küresel liderliğin er geç kaybına neden olacaktır. Tayvan üzerinden Çin ile, Ukrayna üzerinden Rusya ile savaşması, hatta Kuşak-Yol projesinden çekilmek için İtalya’ya yapılan baskı bu korkunun yansımalarıdır.
Gücü olan ülkeler önlemlerini alıyor. Mesela Çin buna karşı bazı önlemler alırken kendi parasını alternatif olarak güçlendirmeye çalışıyor. Hatta başka ülkelere borç veriyor. Yani ABD’nin tekeli kırılıyor. Tam da bu nedenle ABD uluslararası ilişkilerini ve politikalarını yönlendiren Foreign Policy’ye göre Çin, bir tefeciye dönüşmüş durumda. Verdiği yüz milyarlarca dolar borçla mevcut düzeni temelden sarsıyor.
Bu tartışma ve çatışma büyüyerek devam edecek. Hiçbir ülke liderliği bırakmak istemez veya küresel sistemde liderlik pozisyonu edinmek ister.
Çatlak sesler artarken Türkiye gibi ekonomik açıdan orta halli ülkeler ne yapabilir? Elbette zor bir soru. Mevcut sistemde daha fazla söz sahibi olmak ve/veya yeni ittifaklarda daha güçlü olmak gibi stratejiler gerekiyor.
Küresel sistemde ciddi sorun var ve giderek büyüyor. Bu değişim ve dönüşümde aktif rol almak gerekir. Çöküşteki bu küresel sisteme karşı yapılacak olan mevcut iktidarın uyguladığı “heterodoks” politikalar mıdır? Bu elbette tartışılabilir. Fakat yıllarca ABD’nin liderliğini yaptığı küresel kapitalizmin dünyayı nasıl sömürdüğünü anlatan ve savunan sol çevrelerdi. Seçime gittiğimiz bu dönemde muhalefetin en azından sol kanadından, çatırdayan bu sisteme geri dönme değil, ciddi bir alternatif söylem beklerdik.