Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü-NATO (North Atlantic Treaty Organization) İkinci Dünya savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeninin önemli bir kurumudur. 1949 yılında 12 ülke tarafından imzalanan ve zaman içerisinde başka ülkelerin de katıldığı anlaşma uluslararası askeri bir ittifaktır ve belki de en başarılı anlaşmalardan birisidir. İttifak içerisindeki üyelere herhangi bir saldırıya karşı ortak savunma yapılmaktadır.
İkinci dünya savaşı sonrasında uluslararası iktisadi sistemi şekillendiren ortam büyük ölçüde rekabete dayalı olarak ulus devletlerle desteklenmişti. Kapitalist blokun ekonomik gücü ancak ulusal devletler arasındaki işbirliği ile garantiye alınabilirdi. Dolayısıyla üye ülkeler arasındaki rekabet bir çatışmaya değil tam tersine uzlaşma ve beraber zenginleşmeye yönelmeliydi. Siyasal ve askeri işbirliği ile ekonomik çatışma beraber yürüyemeyeceğinden üye ülkeler arasında araştırma-geliştirme, teknolojik gelişme ve işbirliğinin, yanında yer alması gereken ülkelere de bu teknolojik ürünlerin satılarak savunma kapasitelerinin geliştirilmesi gerekiyordu.
Ortaya çıktığı dönem itibariyle Avrupa’da dünya savaşlarının da etkisiyle ekonomik durum iyi değildi ve Balkanlar dahil olmak üzere bir SSCB baskısı vardı. O dönemde dünya savaşlarına doğrudan girmeyen ABD ciddi bir güç biriktirmişti. Dolayısıyla AB havzasının ABD’ye ihtiyacı yanında ABD’nin büyümeyi sürdürmesi için AB’ye ihtiyacı vardı. NATO’nun öncesinde AB ülkeleri arasında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ve Benelux gibi ekonomik işbirlikleri ortaya çıkmıştır. NATO, sadece bu işbirliklerini tahkim etmektedir. IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi kuruluşlarda NATO üyesi olmak çoğunlukla avantajlı olmuştur.
ABD 33. Başkanı Harry S. Truman SSCB baskısına karşılık bölge ülkelerine yardıma sıcak baktı. Dışişleri Bakanı George Marshall tarafından batı Avrupa ülkelerine yardım önerildi. Kongre 10 milyar dolarlık yardımı onayladı. Bu yardımlardan Türkiye ve Yunanistan da yararlandı. AB ekonomilerinin toparlanmaya başlaması sonrasında siyasal işbirliği de gelişmeye başladı. NATO anlaşması bunun tescilidir. Kurulduğu an itibariyle sadece askeri bir işbirliği değildir. Aynı zamanda siyasal, ekonomik ve sosyal alanlarda kalıcı aksiyon almayı da içermektedir. Ortak savunma yanında etkin siyasal, ekonomik ve finansal örgütlenme ve işbirliğinin bunun bölünmez parçası olduğu hep vurgulanmıştır. Anlaşma çerçevesinde bu amaca yönelik kurumsallaşmaya da önem verilmiştir.
Bu yüzden de kurulduğu 1949 yılındaki ilk yapılanmada Londra’da görev yapacak olan “defense economic and financial committee” (savunma ekonomi ve finans kurulu) oluşturuldu. Üye ülkelerin bakanlık düzeyinde temsil edildiği kurul Konsey’e tavsiyede bulunuyordu. En önemli konu savunma araçları üretimi olduğundan, bu üretim sürecinde kullanılan hammadde, sermaye ve işgücü önemliydi. Bu üretim faktörlerinin tedariki ve gümrüğe tabi olup olmaması işbirliği açısından hayati öneme sahipti. 1951 yılındaki yeniden yapılanmada bu görev Paris’te görev yapacak olan “financial and economic board” (finans ve ekonomi kurulu)’na devredildi. Üye ülkelerin dışişleri, savunma ve maliye bakanları toplantılarda en önemli temsilcilerdir.
Kamu ekonomisindeki kulüp modeline benzer yapılanmanın finansmanına üye ülkeler milli gelirlerinin %2’si kadar katkıda bulunacaklardır. Yani en azından öngörülen çerçevede ülkemizde yaşayan her birey kazandığı 100 TL’den 2 TL’sini bu ittifaka vermek durumundadır. Çünkü “dünya tehlikeli bir yerdir”; can ve mal güvenliğimiz için ortak savunma faaliyetlerinde bulunmak zorundayız. Bunun da bir bedeli var. Bu bedel küçük de sayılmaz. NATO’nun toplam savunma harcaması dünya toplamının %70’ini geçmektedir. Ulusal devletler vatandaşlarının can ve mal güvenliğini milli sınırlar içerisinde korurken, NATO en azından üye ülkelerin vatandaşlarını dış tehditlere karşı korumayı taahhüt etmektedir.
NATO esasen ortak savunma ve güvenlik amacıyla ortaya çıkmış olsa da ekonomi ciddi bir rekabet alanı olarak varlığını korumuştur. Anlaşma metninin birinci maddesi şu şekildedir: “Taraflar, BM Yasası'nda ortaya konduğu üzere, karışmış olabilecekleri herhangi bir uluslararası anlaşmazlığı, uluslararası barış ve güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM'in amaçlarına aykırı olacak şekilde güç kullanımı ya da tehdidinden sakınmayı taahhüt etmektedirler”.
İkinci madde ise şu şekildedir: “Taraflar, özgür kurumlarını güçlendirerek, bu kurumların üzerine kurulu olduğu ilkelerin daha iyi anlaşılmasını sağlayarak ve istikrar ile refah koşullarını geliştirerek barışçıl ve dostça uluslararası ilişkilerin daha da geliştirilmesine katkı yapacaklardır. Uluslararası ekonomi politikalarında çatışmayı ortadan kaldırmaya yönelecekler ve taraflardan herhangi biri ya da hepsi ile ekonomik işbirliğini teşvik edeceklerdir”.
Anlaşmada açıkça ortaya konulan ekonomik açıdan NATO’nun analizi iki şekilde ele alınabilir:
-Ortak savunma mekanizmasını bir kamu malı olarak tanımlayarak ortak finansman ile savunmanın maliyetinin düşürülmesi.
-Uluslararası ekonomi güvenliğinin sağlanması.
Bu iki bakış açısı birbiri ile bağlantılıdır. Ekonomi güvenliğinin sağlanması düşük maliyetle yapılırken, ekonomi daha üretken ve ortak savunmanın finansmanına katılmak daha mümkün hale gelir. Üye ülkelerin ortak ekonomik hedefleri de ciddiye alması gerekiyordu. Çünkü ancak istikrarlı bir büyüme işbirliğinin finansmanını sağlayabilirdi. Ekonomik güç olmadan sadece ortak savunmanın finansmanı değil, uluslararası ilişkilerde de etkili olmak mümkün değildi. Her şeyden önce savunma harcamalarının finansmanı doğrudan ekonomik durum ve mali kapasite ile ilgilidir. Savunma yatırımları bu harcamaların başında gelir. Teknoloji ve güvenlik arasındaki ilişki NATO’nun konuyu daha da ciddiye olmasını sağlamıştır.
Küreselleşme ile beraber ortaya yeni çıkan ekonomiler ve artan ticaret yeni güçlerin ortaya çıkmasını sağladı. Bu ekonomik güç de beraberinde yeni savunma güçlerinin ortaya çıkmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Uluslararası ekonomi güvenliği açısından düşünüldüğünde yeni güçlenen ekonomilerin kendi başlarına veya ittifaklara girerek stratejik davranacaklarını kestirmek zor değildir. Uluslararası savunma ve işbirliğinin önemli alanlarından birisi tek taraflı yaptırımlar veya çok taraflı ambargo kararlarıdır ve ambargolar ülke ekonomileri üzerinde ciddi baskılar yaratır. Zira örtük diğer bir konu ülkelerin küresel sistem ile eklemlenmesidir. Bunu beceremeyen ülkeler hem dünya barışı için istikrarsızlık unsuru olur, hem de kendi halkı sefalete düşer. Ayrıca bu ülkeler uluslararası terörizm, uyuşturucu ve silah ticareti yanında küresel salgınlar için de endişe kaynağı haline gelirler. Üye ve üye olmayan ülkelerle NATO’nun ruhuna uygun şekilde girişilecek ekonomik ilişkiler önemli başlıklardan birisidir.
Anlaşma metni itibariyle bakıldığında müreffeh bir iktisadi düzenin kurulması ve kollanması en önemli hedeflerden birisi olarak görünmektedir. Ancak kamuoyu NATO’yu sadece savunma kurumu olarak okur. Bunun görünen nedeni kurumun toplantılarında öncelikli olarak iktisadi çıkarların gündeme gelmemesidir. Lakin NATO’yu IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya çıkmış veya sonraki yıllardaki G7 ve OECD oluşumlarından ayrı düşünmemek gerekir. Bu yüzden savunma ve güvenlik öne çıksa da iktisadi çıkarlar belki de en önemli motivasyondur.
Başlangıçta sadece bir siyasal birlik olarak ortaya çıkan NATO’ya karşı 1955’de SSCB öncülüğünde Varşova Paktı kuruldu. Kulüp teorisinde üyelerin çıkarı ve bu çıkarların ekonomik tarafının yönetilmesi önemlidir. Ancak NATO ve Varşova Paktı örneğinde karşılıklı örgütlenme bu temel amacı aşmaktadır. Batı literatüründeki kulüp teorisi tek taraflı olarak NATO’yu analiz etmekte ve bu teori çerçevesindeki rasyonalitesini tartışmasız sonuca götürmektedir. Ancak kulüp teorisinde ortak çıkarlar, başkalarının çıkarı ile çatışmaz. Sadece talip olunan hizmetin maliyeti bölüşülür ve bu hizmetten yararlanma usulleri düzenlenir.
Burada ise durum farklıdır. Karşılıklı örgütlenme aynı zamanda ciddi ekonomik çıkarların çatışmasına dayanır ve mesele dünyadaki zenginlikten alınan payı korumak ve mümkünse bu payı büyütmektir. NATO’nun büyük ölçüde kapitalist batı blokunu kapsaması ve Varşova Paktı’nın sosyalist bloktaki oluşumu bunun önemli bir göstergesidir. Ana sözleşmelerde sistem ayrımının yapılmayacağı belirtilse de gerçek budur.
İki blok arasında kıyasıya ekonomik çıkarların çatışması vardır. Soğuk savaşın sona ermesi, Berlin Duvarı’nın yıkılması, SSCB’nin dağılması sistem anlamında ciddi dönüşümlere neden olmuş olsa da ekonomik çıkarlar bakidir. Bugün Rusya ve Çin’in sosyalist yapısı tartışmaya açıktır. Kendi vatandaşına ve İnsanlığa vadettiği refah veya söylem ne olursa olsun, kapitalist sistemin vadettiği kadar değeri olabilir. Ancak motivasyonu ve açıklanan niyetler ne olursa olsun, yayılmacı karakterleri benzerdir. Daha fazla üretim için daha fazla hammadde ve daha fazla pazara ihtiyaç olduğundan hammadde, uluslararası ticaret ve ödeme sisteminin güvenliği önem kazanır.
Ulusal ve uluslararası ekonomiler açısından en önemli sorunlardan birisi sanayi üretiminde kullanılan emtia ve enerji fiyatlarının artmasıdır. NATO’nun kuruluşundan bu yana dönemsel bazı yavaşlamalar olsa da 1970’lerde ve 2020’li yıllarda olduğu gibi bazı dönemlerde devasa artışlar olmuş ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemiştir. Diğer konu nüfus artışı ve doğal kaynakların kullanımıdır. Dünya nüfusu NATO kurulduğundan beri 3 kattan fazla artmıştır. Nüfus artışı sadece daha fazla girdi ihtiyacı değil aynı zamanda daha fazla atık anlamına gelmekte ve çevre sorunlarını tetiklemektedir. Bu nedenle son toplantılarda çevre sorunları önemli başlıklardan birisi olmaya başlamıştır.
Üye ülkelerin ekonomik sistemleri veya politikaları NATO içerisinde de gündem olmuştur. Örneğin daha devletçi politikalar uygulayan Fransa’ya karşılık Belçika, Hollanda ve Lüksemburg gibi ülkeler daha serbest bir piyasa işletmeye çalışmaktadırlar. ABD daha özel sektör ve serbest piyasa ağırlıklı bir sistemi tercih ederken AB ülkelerin çoğunda kamu işletmeleri daha ağırlıklı olmuştur. Ancak 1980 sonrasında özelleştirmelerle bir ölçüde yakınsama sağlanmıştır. ABD’nin fazla tarımsal üretimi eritme arzusu tarımsal ihracatı önemseyen Danimarka, Hollanda ve Kanada için hep sorun olmuştur. Son yıllarda otomotiv ve diğer sanayi ürünlerinde ABD ve AB arasında Trump’ın tetiklediği ciddi tartışmalar ortaya çıkmıştır ve etkileri halen devam etmektedir.
Mayıs 2021 de yapılan ekonomi ve finans toplantısında genel ekonomik konular yanında pandemi ile ilişkili ekonomik gelişmeler dile getirilmiştir. Toparlanmanın tek çaresinin kitlesel aşılama olduğu dile getirilirken, özel sektörün aşı üretimindeki hızı ve etkinliği takdir edilmiş ve bu başarı fikri mülkiyet haklarına dayandırılmıştır. Bu yüzden fikri mülkiyet haklarının korunması ve tartışılmaya açılmaması gerektiği dile getirilmiştir. Küresel ekonomi için aşının hayati öneme sahip olduğu ve gelişmekte olan ülkelere de bu konuda yardım yapılmasının gelişmiş ülkelere de yararlı olacağı belirtilmiştir. Toplantıda Asya ile ilişkiler, Rusya’nın ve Belarus’un tavrı ve Çin’in kurallara aykırı davranması nedeniyle NATO üyesi ülkelerin ekonomisine zarar verdiği dile getirilmiştir.
Son yapılan zirvede alınan kararlara bakıldığı zaman, birincil mesele gibi görünmese de, ekonomik çıkarlar ciddi ağırlığa sahiptir. Teknolojik üstünlük, savunma inovasyonu, özel sektör ve üniversitelerle işbirliği, iklim değişikliğine olan hassasiyet gibi konuların başından “savunma” kelimesi kaldırıldığı zaman dünya ekonomik sisteminin en önemli konularıdır. Kaldı ki kurallara dayalı uluslararası düzenin korunması çerçevesinde Asya-Pasifik, Latin Amerika ve Afrika bölgeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi en az savunma kadar, ama kanaatimce savunmadan çok daha fazla uluslararası iktisadi düzen ile ilgilidir.
Bunu doğrulayacak çok fazla örnek bulunabilir. Ekonomi dilinde “bedavacılar” olarak tanımlanan kavram önceki ABD Başkanı Donald Trump tarafından farklı şekillerde sıkça dile getirildi. Bunun anlamı, birilerinin para ödemeden ulusal veya uluslararası düzeyde kamusal nitelik taşıyan hizmetlerden yararlanmasıdır. Trump’ın mütemadiyen dile getirdiği NATO bütçesine yapılan katkıların yetersizliği konusunda Avrupa ülkeleri ile tartışmaya girmesi bu nedenle idi. Yani kendilerinin yüksek maliyetler ödediğini ve diğer ülkelerin gereken katkıyı yapmadan bu savunma hizmetinden yararlandığını söylemeye çalışıyordu. Hatta ikinci defa seçilmesi halinde ABD’yi NATO’dan çekebileceği bile konuşuldu.
Yine bu seçimler sırasında yaptığı bir konuşmada, “Suudi Arabistan’ı biz koruyoruz. Kral Salman’ı severim. Ancak, Kral’a, ‘sizi biz koruyoruz, eğer biz olmazsak orada iki hafta oturamazsınız, bizim ordumuz için ödeme yapmalısınız’ dedim” şeklinde konuştu.
Türkiye Suriye'nin kuzeydoğusuna operasyon planladığında Trump, Suriye'den çekileceklerini ve bölgedeki tutuklu IŞİD savaşçılarıyla Türkiye, Avrupa, Rusya ve Kürtlerin ilgilenmesi gerektiğini söylemişti. Sosyal medya hesabında ise "Daha önce de açık bir şekilde söylediğim gibi, tekrar ediyorum, eğer Türkiye benim müstesna ve eşsiz bilgeliğimle belirlediğim sınırların dışına çıkarsa (daha önce yaptığım gibi) Türkiye ekonomisini mahvederim. Türkiye, Avrupa ve diğerleri ile birlikte IŞİD savaşçıları ve ailelerine nezaret etmek zorundalar. ABD IŞİD halifeliğini tamamen ele geçirme dahil kendisinden beklenebileceklerin çok daha fazlasını yerine getirdi. Bazıları çok zengin olan bölge ülkelerinin kendi topraklarını koruma vakti geldi" açıklamasını yazmıştı.
Son yapılan zirve öncesinde ülkemizde oluşturulan kamuoyu büyük ölçüde ekonomiye ilişkindi. Erdoğan-Biden görüşmesinin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi birincil mesele haline gelmişti. Trump döneminde oluşan algıdan dolayı aslında son yapılan zirve ABD-AB ilişkilerinin yeniden normalleşmesi olarak düşünülebilir. Ancak ülkemizde, biraz da döviz ihtiyacı ve bunun esasen ABD sermayesi ile finanse edilmesi nedeniyle hava bu şekilde oluştu. NATO kendi başına bu işe münhasır bir kurum olmasa da Batı blokunun ekonomik ve finansal kurumlarından bağımsız olmadığı algısı yanlış da değildir.
NATO’nun doğu Avrupa’ya doğru alan genişletmesi Rusya’yı rahatsız ederken, Asya’da yeni ittifak arayışları Çin’i rahatsız ediyor ve daha fazla edecek. Çünkü enerji güvenliği ve küresel salgınla daha da belirginleşen çip krizi gibi kırılganlıklar, küresel iktisadi sistemin ne kadar hassas dengelere dayandığını bir daha gösterdi. Hatta Rusya’nın Çin’e göre daha ehven bir sorun olarak tanımlanması kanaatimce potansiyel ekonomik rekabet ile ilgilidir.
Eğer mesele “tehlikeli dünyada” insanların can ve mal güvenliğini korumak ise çatışma bölgelerindeki örtük ittifakları anlamak pek mümkün görünmüyor. Ancak mesele ekonomik çıkarlar ise anlaşılması hiç de zor değil.