Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Seçim Ekonomisinden Ekonomik Seçime

Abuzer PINAR
16 Mayıs 2023 11:33
A-
A+

Nihayet seçim bitti. Parlamento oluştu ama yeni sisteme göre cumhurbaşkanlığı için hiçbir aday %50 oy alamadığı için ikinci tur yapılacak. 28 Mayıs’ta yapılacak seçimde en yüksek oyu alan iki aday yarışacak. Mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile en yüksek oyu alan ikinci aday Kemal Kılıçdaroğlu’nun yarışacağı ikinci turda sonuç çıkmama ihtimali yok.

Yurtiçinde bir süredir seçimle yatıp kalkıyoruz ama dış dünya da bu seçimi ciddi ölçüde takip etti. Yorumlar yaptı. Mevcut yönetime veya muhalefete açıktan destek verildi. ABD ve AB çevreleri açıktan muhalefete destek verdiler. Seçim sürecinin ağırlıklı olarak ekonomi dışı vurgularla yürütüldüğünü düşünüyorum. Ancak seçim sonrasında ekonomik meseleler önümüze gelecek.

Her siyasal iktidar gibi bizde de seçim sürecinde seçmenin beklentileri dikkate alındı. Emeklilikte yaşa takılanlardan, asgari ücrete, kadroya geçmek isteyen çalışanlardan taban fiyatlara kadar birçok konuda seçmenlerin beklentisi vardı. Seçim dönemlerinde bunlar daha yoğun olarak gündeme gelir. Zira bu süreç bir fırsat olarak görülür. Genellikle sonuç da alınır. Buna seçim ekonomisi denir. Çoğunlukla olumsuz bir anlam yüklense de özü itibariyle bunun bir rasyonalitesi vardır. Seçmen beklentisinin karşılanmasını ister.

Bununla birlikte bütün bu karşılanan taleplerin bir maliyeti de vardır. Ücretlerin arttırılması, emekliliğin öne çekilmesi, destekleme alımlarında fiyatların yüksek tutulması kaçınılmaz olarak bütçe giderlerini arttırır. Bir süredir devlet bütçesi yüksek düzeyde açık veriyor. Tabi bu açık sadece seçim ekonomisi ile ilgili değil. 2020 yılında küresel salgının ciddi maliyeti oldu. Henüz toparlanma aşamasındayken etki alanı itibariyle tarihte eşine az rastlanan bir deprem yaşadık. Bu felaketlerin maliyetleri en az seçim kadar ağırdı.

Bir süredir hem küresel düzeyde hem de yurtiçinde yüksek bir enflasyonla karşı karşıyayız. Ekonomik daralmayı önlemek amacıyla maliye ve para tarafında uygulanan genişletici politikalar büyüme ve istihdamı yüksek tuttu. Diğer yandan enflasyon üzerinde olumsuz etki yaptı. Çünkü genişletici maliye politikası demek esasen bütçe açığı demektir. Genişletici para politikası ise düşük faiz ve bol para demektir.

Nihayet seçimin ikinci turu da bitecek ve şu an Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden başa geçmesine kesin gözüyle bakılıyor. Kim kazanırsa kazansın ekonomik hedefler belirlenecek ve politika araçları buna göre tasarlanacak. Önümüzdeki dönemde enflasyonun düşürülmesi en önemli hedeflerden birisi olacak. Tam da bu noktada ekonomi çevreleri ortodoks-heterodoks tartışmasına yeniden döndü.

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody's yaptığı değerlendirmede Sayın Erdoğan’ın başta kalması halinde ortodoks, yani genel kabul görmüş piyasa ekonomisi çizgisi dışındaki politikalarına devam edeceğini söyledi. Uluslararası kuruluşların tamamı böyle düşünüyor aslında. Buna göre mevcut politikaların sürdürülebilir değildir, çok yüksek enflasyonla birlikte makro ihtiyati tedbirler ve ağır kur baskıları devam edecektir. Değerlendirmenin devamında açıkça şu da ekleniyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde ortodoks politikalara yöneliş ihtimali çok yüksektir ve bu politikaların kararlı bir şekilde uygulanması halinde ekonomide düzelme başlayacak ve uzun vadede ülkenin kredi notuna olumlu yansıyacaktır.

Bu değerlendirmeler şaşırtıcı değil. Ancak önemli bir noktaya dikkat çekmek isteriz. Ortodoks-heterodoks ekonomi politikası tartışmaları diğer birçok konuda olduğu gibi siyah-beyaz bir dünyada tartışılmaktadır. Ortodoks, genel kabul görmüş veya ana akım olarak adlandırılmaktadır. Bu da küresel kapitalist sistemin müdahale edilmeyen piyasa koşullarındaki işleyişi ve buna uyum anlamında kullanılmaktadır. Buna karşılık faiz oranındaki düşüş ve fiyatlara müdahale de kısa yoldan heterodoks olarak adlandırılmaktadır. Bir kere bu yaklaşım fazla indirgemeci ve doğru değil.

Ortodoks politikalar hiç müdahale olmayacak anlamına gelmediği gibi heterodoks politikalar da baştan aşağı ekonominin her alanına müdahale anlamına gelmez. Bu bir. İkincisi. Bu politikalar birbirinin zıddı imiş gibi konuşulmaktadır ki bu da doğru değil.

Ortodoks politikalar İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden yapılandırılan dünya düzeninin önemli bir kurumu olan IMF tarafından önerilen ve özü itibariyle devlet müdahalesine sıcak bakmayan politika önerisidir. Mesela enflasyon yüksek ise fiyatlara müdahale değil, faiz artışını öngörür. Böylece kredi daralacak, talep azalacak ve fiyat artışı yavaşlayacaktır. Mesele bu önermenin doğruluğu değil dayandığı varsayımdır. Buradaki varsayım paranın bol olduğu ve talebin yüksek olduğudur. Halbuki salgın sonrası dönemde ABD ve AB enflasyonu dahil fiyat artışları, talep değil, maliyetlerin yükselmesinden kaynaklandı.

Heterodoks politikalara gelince, 1970’lerde uygulanan politikalardan sonuç alamayan ve enflasyonun kronik hale geldiği Brezilya ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerinde gündeme geldi. Bunu savunan ekonomistler, enflasyonun talep fazlalığı değil, enflasyonun yapışkan hale gelmesinden kaynaklandığını savundular. Faizi arttırdıkça kredi daralıyor ve ekonomik faaliyetler azalıyordu. Bu da düşen arz ile enflasyonu daha da körüklüyordu. Bu yüzden ekonomiyi daraltmak yerine fiyat kontrolleri yapılabilir sonucuna varıldı.

Hangisi doğru? Buradaki mesele mutlak doğruyu aramak değil. Ülkemizin ekonomik şartları, enflasyonu besleyen kanallar ve fiyatların nasıl istikrarlı hale getirileceğine dair tutarlı politika önerileridir. Enflasyon ciddiye alınmalıdır. Zira yapışkan hale geldikten sonra geriye dönüşü zor, maliyetli ve zaman alıcı olmaktadır.

Ne muhalefetin dile getirdiği Ortodoks politikalar sihirli değnektir, ne de halen uygulanan politikalar heterodoks politikaların mutlak çerçevesidir. Seçim sonrasında sorunlar, hedefler, politika önerileri ve araçları sükunetle masaya yatırılmalı ve baştan yapılan tutarlı değerlendirmelerle bir program belirlenmelidir.

Bunu yapacak zihinsel birikim bu ülkede vardır ve kaynaklarımız bunu yapmaya yeterlidir.