İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) tarafından düzenlenen “Kalkınmanın Finansmanı” başlıklı toplantı geçen hafta İstanbul’da yapıldı. SESRIC, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 8. Dışişleri Bakanları Toplantısı çerçevesinde 1977 yılının Mayıs ayında Trablus’ta İİT’na bağlı olarak kurulmasına karar verilen bir kuruluş ve 1 Haziran 1978 tarihinde Ankara’da faaliyetlerine başladı. Üye ülkelerin sosyo-ekonomik verilerinin toplanması, işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla sosyal ve ekonomik gelişmelerin araştırılması, eğitim programlarının düzenlenmesi gibi faaliyetlerde bulunan SESRIC’in düzenlediği konferansın bu yılki içeriği kalkınmanın önünde engel teşkil eden finansal sorunlara köklü çözümlere ilişkin idi.
SESRIC Genel Direktörü Büyükelçi Musa Kulaklıkaya ve İslam Kalkınma Bankası’ndan Dr. Waleed Abdelwahab’ın açılış konuşmaları ile başlayan toplantı, Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi (OCHA)’inden sorumlu genel sekreter yardımcısı Rashid Khalikov ve İstanbul Ticaret Üniversitesi’nden Dr. Murat Yülek’in konuşmaları ile devam etti.
Ağırlıklı olarak Asya, Ortadoğu ve Afrika olmak üzere dünyanın dört bir yanından konuşmacıların yer aldığı toplantıda dikkate değer sunumlar ve konuşmalar yapıldı. Temel soru güney yarım kürede yer alan ülkeler arasındaki işbirliği ve daha somut olarak Müslüman ülkelerin kalkınmaya ilişkin sorunları ve çözüm önerileri idi.
Standart bakış açısıyla en kolay dillendirilen sorun, kaynak yetersizliği ve mevcut kaynakların verimli kullanılmamasıdır. Bir yandan tasarruflar düşük olduğundan yatırımların finansmanında sorunlar yaşanırken, yabancı kaynak kullanımının etkin olmaması nedeniyle dış borç zaman içerisinde ekonomik sorunları derinleştirmektedir. Bu yüzden de ilk elden yapılan öneri, yurtiçi tasarrufların arttırılması ve dış kaynakların daha üretken sektörlerde kullanılması.
Şu tespiti yapmakta yarar var. Kalkınma hedefleri ve finansal kaynaklar mekanik bir çerçevede tartışılmak yerine mevcut sorunlar ve alternatif çözümler daha içerikli bir şekilde gündeme taşındı. Kalkınmanın önemli bir boyutu olan yoksulluk ve gelir dağılımı, sadece mekanik boyutuyla değil, kaynakların etkin kullanılmaması ve özellikle israf kavramı ile beraber tartışıldı. Özellikle gıda konusundaki israf rakamları inanılmaz boyutlarda. Sadece gelişmiş ülkeler değil, gıda israfı konusunda Müslüman ülkelerin de geri kalır yanı yok. Yani demem o ki üretimi arttıralım elbette ama mevcut üretimin kullanımı sadece ekonomik değil, ciddi ahlaki zaaflar da içeriyor. Ekonomik çerçevede bazı caydırıcı önlemler bulmak mümkün elbette ama nihayetinde ahlaki duruşa gelip dayanıyor.
Vakıf ve zekât gibi konular yanında, uygulamada en somut araçlardan birisi olarak karşımıza çıkan İslami ilkelere dayalı finans kuruluşları ve araçları da toplantıdaki tartışmalarda önemli yer tuttu. Hacim olarak büyümesi ve dini kaygısı olan insanların tercih etmesi gibi nedenlerle çokça gündeme gelen bu kuruluşlara ilişkin değerlendirmeler çok önemli idi.
Faizsiz finans kuruluşları, mevcut finansal sistem içerisinde konvansiyonel bankalarla rekabet etmek zorunda. Bu rekabette, alternatif finansal ürünler geliştirecek ve bu ürünler de İslami ilkelere uygun olacak. Bu hiç de kolay bir hedef değil. Bu yüzden de zorlama bazı yorumlarla ortaya çıkarılan araçlar ve uygulamaların sorunlu olduğuna dair tartışmalar da gündeme geldi. Faize karşı çıkılmasının esas maksadı çerçevesinde mevcut finansal kurumların, araçların ve uygulamaların tartışılması gerektiği çokça vurgulandı. Yani esas mesele adil bir iktisadi düzen kurmak ise, ulusal düzeyde bunun çerçevesi ne olacaktır? Egemen iktisadi sistem içerisinde asıl maksadına hizmet edebilir mi? Aynı hedefe yönelen ülkeler arasındaki işbirliği buna ne kadar katkıda bulunur?
Kanaatimce konu sistemik olarak ele alınmadığı takdirde detaylarda kaybolma ihtimali yüksektir. Sistemik olan ile kastım şudur: Mevcut ekonomik yapı açısından faizsiz finansın en değerli tarafı finansal kaynaklar ile reel ekonomi arasında doğrudan bağlantı kurmasıdır. Yani bankacılık faaliyetleri üzerinden sağlanan finansal imkânların mutlaka reel ekonomide bir karşılığının olması gerekmektedir.
Bu çerçeve kendi başına yeterince değerlidir diye düşünüyorum. Hele de finansal sermayenin reel sektör üzerinde bu kadar tahakküm kurduğu böyle bir dönemde konuşulacak çok şey var. Önceleri üretim araçlarına sahip (kapitalist) kesimin emeği nasıl sömürdüğü konuşulurken, bugün finansal gücü elinde bulunduran kesimlerin reel sektördeki üretim araçları sahiplerini de nasıl sömürdüğü tartışılmaktadır. Böyle bir ortamda üretici kesim ancak finansa da sahipse kendisini koruyabilmektedir.
Sonuç olarak, üretimden kopuk bir finansal büyümenin mütemadiyen kriz yaratması ve her krizde ciddi zarar gören mağdur kitleler gün gibi ortadadır. Bu yüzden, finansı reel sektöre, yani üretime bağlama yönündeki inanç ve uygulama küçümsenmeyecek bir değer içermektedir. Konuya ilişkin alınacak daha çok yol olmakla beraber, sözünü ettiğim toplantı bana çok umut verdi. Parlak insanlar, doğru yöntemlerle, ciddi çalışmalar yapıyorlar. Sarf edilen her emeğin mutlaka bir karşılığı olacaktır.
25.11.2018