Küreselleşme ideolojisini üretenler, sermayenin milliyeti olmadığını savundular. “Sermaye ürkektir, akışkandır. En ufak zorlamanızda kaçar gider. Sermayenin milliyeti yoktur. Bu yüzden de aman imtiyazlar verin, teşvik edin, küstürmeyin”. Özeti bu idi. Peki kimdi bunu savunanlar? Tabi ki sermaye ihraç eden milletler. Sermayesi bol olan, yurtiçinde karlılığı azalan sermayelerinin başka ülkelere yelken açmasının önünü açmak isteyenler.
Buna şöyle bir itiraz gelebilir. Bu düşünce savunulurken sermayenin milliyeti konusunda ayrım yapılmadı ki. Söylemde öyle ama bu öyle bir oyun ki zaten sonucu belli. Sermaye birikimi yüksek olan ülke kazanacak. Bütün bunlar ne demek?
Şu demek. Sermayenin bal gibi milliyeti var. Madem yok, nedir bu ticaret savaşları? Neden bir Çin teknoloji devinin üst yöneticisi Kanada’da tutuklanıyor ve ABD’ye iadesi düşünülüyor?
Neden ABD, Huawei’nin kamuda ve kamu ile iş yapan kesimlerce satın alınması ve kullanılması yasaklanıyor?
Japonya neden kamu ihalelerine bir Çin şirketinin girmesini engelliyor? Teknik şartnameye uymadığı için mi? Elbette hayır. Ulusal güvenlik kaygısı!
Ulusal güvenlik kaygısı da Çin yatırım fonu Midea, Almanya’nın öncü robot üreticilerinden Kuka şirketine talip olduğunda, başta devlet başkanı Angela Merkel olmak üzere üst düzey devlet adamlarının desteğiyle bu satışın engellenmesi için çalışmalar yapılması hangi kaygıya dayanıyordu?
Küreselleşme ve özellikle sermayenin küreselleşmesi içi dolu bir kavramdı. Uluslararası yatırımları da ciddi düzeyde teşvik etti. Teknoloji transferine ve zenginliğin bir ölçüde merkezden çevreye yayılmasına yardımcı oldu. Bunları inkâr edemeyiz. Ama son noktada sermayenin uyruğunu da inkâr edemeyiz. Adı üzerinde: yabancı sermaye. Vatandaşımız olmayan veya bizim ülkemizde kurulmayan bir tüzel kişiliğe ait sermaye.
Bizim dilimizde böyle de başkalarında farklı mı? Hayır elbette. En yaygın kullanılan İngilizce’de de “foreign” kavramı kullanılır. Bu da yabancı demek.
Peki, ne demek istiyoruz? Demek istediğim şu. Sermaye diye bir kavram var ve işleyişinde ulus ötesi bir karakteri de var. Ancak son noktada sermayenin kime ait olduğu önemli. Kendi ülkesi tarafından korunup kollanır. Hatta rekabet kuralları ülkelerin gücüne göre belirlenir. Çin, ABD menşeli otomobiller üzerindeki gümrük vergilerini düşürmeye karar verince, Trump “Güzel, ABD gayet iyi gidiyor” açıklaması yapıyor. Yani “zorladık, sonunda alacağımızı aldık” demektir bu.
Sözünü ettiğimiz mesele ABD devletine ilişkin bir konu değil. ABD uyruklu da olsa, nihayetinde özel sektörde üretilen bir maldan söz ediyoruz. Bir mal ama sonuçta bir milliyeti var. Kendi devleti tarafından korunup kollanmasa bu kadar büyüyüp gelişemez, bu kadar kazanç elde edemez.
Sorun şu. Keşke gerçekten, tamamen iktisadi mantık çerçevesinde sermaye dolaşıma çıksaydı da refah ulusların sınırını aşıp küreye yayılsaydı. Ama öyle değil işte. Devletin, dolayısıyla siyasetin görünür eli doğrudan ekonominin içerisinde. Sadece yurtiçinde değil, uluslararası düzeyde de bu böyle. Ülkelerin menfaatine geldiğinde “sermaye küreseldir, milliyeti yoktur, siz de zengin olmak istiyorsanız açın sınırlarınızı” denir. Yok eğer göreli avantajınızı kaybediyorsanız, başlarsınız gümrük vergilerini arttırmaya, başka ülkelerin mallarını yasaklamaya ya da o malı üreten şirketlerin faaliyetlerini kısıtlamaya.
Ne yapalım peki? Bütün bunlardan kastım, yabancı sermayeye engel olunmasını veya körü körüne yabancı sermaye düşmanlığını savunmak değil asla. Bir ülke kendi menfaatini düşünmek zorunda. Yabancılar da gelir yatırım yapar ülkenizde. Sizin vatandaşınız da başka ülkelerde yatırım yapar. İnsanlarımız Avrupa’ya çalışmaya gider, Gürcü vatandaşlar bizim ülkede çalışmaya gelir. Bunda bir beis yok. Lakin ülkenizin, vatandaşınızın, şirketlerinizin menfaatini korumak zorundasınız. Kurallar sanıldığı gibi evrensel, tarafsız, objektif konulmuş değildir. Kurallar insan aklı ile konulur ve bu kurallar mutlaka sonuç doğurur. Ama lehinize ama aleyhinize. İdeal olan ise tarafların her birisinin simetrik olarak kazançlı çıkmasıdır.
Sonuç olarak, nasıl bugün Birleşmiş Milletler’in yapısı tartışılıyorsa, Dünya Ticaret Örgütü’nün yapısı ve işlevleri de tartışılıyor. Daha çok da tartışılacağa benziyor. Çünkü dünya sistemi yeniden inşa ediliyor. Her şey gibi insan aklı ile konulmuş kurallar ve kurumlar da eskir ve işlevsiz hale gelir. Bu yüzden de oturup yeniden kurgularsınız. Önemli olan bu inşa sürecinde durduğunuz yerdir. Belki de önümüzdeki yüz yılı belirleyecek bir inşa sürecine tanık oluyoruz. Yani kabaca üç nesil, bu yapı ve kurallarla yaşayacak. Çocuklarımız ve torunlarımız nasıl bir dünyada yaşayacak? Cevabı burada işte.
24.12.2018