Küreselleşme dalgası böyle başlamamıştı! Dünya savaşlarının tahribatı bütün ülkelere, vatandaşlarına, dünya refahına zarar vermişti. O halde neden savaşmalıydı? Ülkeler üretime yönelebilir, ürettiğini satarak kazanç elde edebilir ve başka ülke vatandaşları daha ucuza ve kaliteli mallara erişebilirdi. Bu ticaret karşılıklı herkese kazandıracaktı. Elbette haksız rekabet olmaması için kurallar da olacaktı. İkinci dünya savaşının ardından 23 ülke 1947 yılında Cenevre’de bir araya gelerek Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) yaptı ve 1948 yılı başından itibaren yürürlüğe girdi. Temel amaç ticaret kotalarının kaldırılması ve gümrük tarifelerinin düşürülmesi idi. Yani serbest ticarete götürecek adımlar. Başarılı da oldu. Dünya ticareti dikkate değer boyutlarda büyüdü.
1994 yılında ise 125 ülkenin imzası ile Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kuruldu. 1995 yılında yürürlüğe giren bu anlaşma GATT’tan daha ileri bir adımdı ve dünya ticaretinin %90’nını kapsıyordu. WTO, uluslararası ticaretin temel kurumu olarak üye ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözecek, ancak bunun da ötesine geçerek gelişmekte olan ülkelerin uluslararası ticaret sistemi ile bütünleşmesine aracılık ve yardım da edecekti. Etti de. Dünya ticareti daha da büyüdü. Ekonomik olarak oldukça geri sayılan ülkelerin bazıları ciddi atılımlar yaptılar. Artık biz de varız dediler. Şimdi ne oldu da bu herkese kazandıran ticaret, savaş kelimesi ile yan yana kullanılmaya başlandı. Ticaret savaşları!
2018 yılı bu tartışmalarla başladı ve halen de aynı minval üzere devam ediyor. ABD yönetimi Mart ayında Çin mallarına 50 milyar dolara varan gümrük vergisine karar verirken, Kanada ve Meksika’yı muaf tutmak isterken, AB ülkelerinden gelen tepki üzerine bir süreliğine AB ülkeleri ile beraber Arjantin, Avustralya, Brezilya ve Güney Kore'yi de çelik ve alüminyum üzerindeki gümrük vergilerinden muaf tutacağını açıkladı. Trump yönetimi bu adımı, Çin’in ABD'ye her yıl yüz milyarlarca dolar maliyeti olan fikri mülkiyet hırsızlığına karşı bir yaptırım olarak niteledi. Çin ile ticari anlaşmaların yeniden görüşülmesi gerektiği de ifade edildi.
Bu geçici muafiyetin, görüşmelerin sürdürülmesi imkânı vereceğini düşünen tarafların beklentisi boşa çıktı ve gün geldi çattı. Kalıcı bir çözüm arayışından ziyade, Trump yönetiminin giderek sertleşmesi ve geçici olarak muaf tutulan ülkelere de gümrük vergisi uygulanacağını açıklaması üzerine, Haziran ayı başından itibaren diğer ülkelerden peş peşe misillemeler gelmeye başladı.
Kanada ABD’den ithal edilen viski, portakal suyu, çelik, alüminyum ve diğer bazı ürünleri kapsayan 13 milyar dolar değerindeki ithalata gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Meksika, ABD’den ithal edilen birçok tarım ve sanayi ürününe gümrük vergisi uygulayacağını ve elma, üzüm, domuz eti, peynir, çelik ve diğer bazı ürünleri kapsayan bu uygulamanın ABD gümrük vergilerini kaldırana kadar yürürlükte olacağını açıkladı. Kanada ve Meksika önemli. Çünkü bu ülkeler ABD ile beraber Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) tarafı. Yani en son konuşulması gereken ülkeler.
AB, uyarılarına devam etti ve özellikle Cumhuriyetçilerin siyasi tabanına yönelecek tedbirler alınabileceği imasında bulundu. En büyük ortakları olan ABD’nin yeniden düşünmesi gerektiğini vurgulamaya devam etti. Ancak Trump yönetiminden geri adım gelmeyeceği anlaşılınca 22 Haziran’dan itibaren motosiklet, kot pantolon ve viskiyi de kapsayan ABD'nin sembolik ürünlerine gümrük vergisi uygulamaya başladı. Ayrıca Avrupa Komisyonu ABD'nin ek gümrük vergilerinin uluslararası kurallara aykırı olduğu gerekçesiyle konuyu Dünya Ticaret Örgütü'ne taşıdı.
Kanada hükümeti, daha önce aldıkları misilleme kararlarının 1 Temmuz'dan itibaren geçerli olmak üzere vergi uygulanacak Amerikan ürünlerinin listesini açıkladı ve Trump yönetimi geri adım atmayana kadar yürürlükte olacağını söyledi. AB ise Kanada ve Meksika ile daha önceki uygulamalar çerçevesinde ticarete devam edebileceklerini söyledi. Bu arada Rusya da yurtiçi piyasada muadili bulunan ABD mallarına ek gümrük vergisi uygulama kararı aldı.
Şimdi ne olacak? Aslında Çin dışındaki ülkelere yönelik korumacılık henüz sembolik düzeyde sayılır. Ancak bu eğilim domino etkisi yaratacak potansiyel taşıyor. Öyle görünüyor ki ticaret gerginliğinin dozu artarak devam edecek. Dış ticarete konu olan mal ve hizmetlerin hacmine, menşeine, kime kazandırıp kime kaybettirdiğine iyi bakmak gerekir. Tabii nedenlerine ve korumacı olarak nitelenebilecek bu eğilimlerin neden şimdi ve bu hızla ortaya çıktığına da. Savunma sanayiindeki ticaretin hacmi ve taraflarına da. Demem o ki Kuzey Kore ve İran’a yönelik tavır ile “ticaret savaşları” birbirinden bağımsız olarak düşünülebilir mi acaba? Bir ülkenin tehdit altına olduğu ima edildikten sonra yüklü faturalarla savunma sanayii ürünü satılması çok mu farklı bir konu?
Ciddiye alınması gereken bir konu bu. Zira bu tartışma bu hızla devam ederse, dünya savaşlarının yarattığı tahribattan daha masum olmayacak gibi. Sahi dünya savaşları neden çıkmıştı?
02.07.2018