ABD Başkanı Donald Trump, seçimleri kazandığı günden başlayarak protesto edildi ve azledileceği hep konuşuldu. Bizatihi kendi ülkesinin liderliğini yaptığı mevcut dünya sisteminin bütün kurumlarına saldırdı. Uzak-yakın bütün ülkelerle şu veya bu şekilde sorun yaratacak açıklamalar yaptı. Piyasaların pek de alışkın olmadığı ticaret savaşları başlattı. Bütün bunları yaparken kendi ülkesinin çıkarını düşündüğünü söylese de bu söylemlerden başta kendi ülkesi, hatta kendisine oy veren seçmen tabanı zarar gördü ve daha da görecek gibi görünüyor.
Azledileceği ABD ve dünya kamuoyunda daha yüksek sesle gündeme gelince “eğer ben gidersem piyasalar çöker” mealinde bir açıklama yaptı. Eğer Trump ABD başkanlığından azledilirse piyasalar gerçekten çöker mi? Öncelikle dünya sistemi şahıslarla kaim değildir. Çalışan, kazandıran ve yürürlükteki sistemi daha da güçlendiren bir piyasa varsa ABD başkanının görevden uzaklaştırılması ile çökmez. Ancak Trump kalsa da gitse de sıkıntılı bir piyasa var zaten. Hatta Trump’ın belirsizlik yaratan söylem ve uygulamaları ile çöküşünün hızlandığı bile söylenebilir. Neden mi?
ABD ve dolar hâkimiyeti tarihin bu döneminde ciddi sarsıntı geçirmektedir. Kapitalist sistemin gelişim çizgisine bakıldığında bu sarsıntı ilk olmamakla beraber bu defa durum farklı. 1800’lerin başlarında kullanılan çift metal standardı, altın ve gümüş üretimindeki asimetrik gelişim ve iki metalin paritesindeki makasın açılması ile bozuldu. 1800’lerin üçüncü çeyreğinde altın standardına geçildi ve milli paraların değeri altına göre ve paraların birbiri ile değişim paritesi de bu çerçevede belirlendi. Ekonomilerin hızla büyümesi ile altın miktarı yetmeyince sistem çöktü ve 1944 yılında Bretton Woods anlaşması ile altın ve dolar standardına geçildi. Altının değeri dolar ile belirlendi (31 gram altın=35 dolar) ve ABD bu pariteyi garanti etti. O günden sonra dolar hâkimiyeti ilan edilmiş oldu ve uluslararası rezerv para, politika aracı ve değer ölçüsü gibi işlevleri üstlendi. ABD ekonomisinin işsizlik ve dış ödemelerde zora girmesiyle bu sistem sorun çıkarmaya başladı ve 1970’lerde yaşanan diğer ekonomik şokların da etkisiyle Bretton Woods sistemi yıkılınca bütün paralar dolar karşısında serbest dalgalanmaya bırakıldı.
Mevcut sistemde artık ABD dâhil hiçbir ülke herhangi bir şeyin garantisini vermemektedir. Ancak bu sistem ekonomik güce bağlı olarak asimetrik bir durum yaratmaktadır. Örneğin dünyanın en çok bütçe açığı ve dış ticaret açığı veren ülkesi ABD dünyayı dolarize etti. Yani dünya ekonomilerini dolara boğdu. Bu arada hızla büyüyen ve zenginleşen Çin gibi gelişmekte olan ülkeler dünya ticaretinden ciddi pay almaya başlayınca ABD ekonomisi zora düşmeye başladı. Aslında AB ve BRICS ülkeleri yanında ABD’nin kendisi de bu sistemin yürümeyeceğinin farkında. Sadece BRICS değil Almanya da alternatif bir finansal sistemi dile getirmeye başladı. Sistem zora düştü ama bu defa fark şu. Altın standardına geçerken, altını dolara endekslerken, paralar dalgalanmaya bırakılırken ABD ekonomik, siyasi ve askeri gücüyle hep merkezde kalmayı becerdi. Bu defa Trump bu tuhaf çıkışları yapmaya başlamadan önce yükselen ekonomiler çoktan sistemi sorgulamaya başlamıştı. ABD yönetimi bunun farkında olduğundan piyasa ekonomisinin genel kabul görmüş kurallarına uymayan söylem ve eylemlere yöneldi.
Böyle devam ederse fetiş düzeyinde bir inanç konusu olan piyasaya güven daha da zedelenecek. Sefalet içerisindeki ülkeleri geçelim ama yükselmekte ve zenginleşmekte olan ülkelerde piyasanın sanıldığı gibi fizik kuralları içerisinde işlemediği, siyasetin ve askeri gücün her zaman müdahil olduğu bir oyun olduğu inancı daha da pekişecek. BRICS veya Şangay gibi yeni bloklaşmalar oluşursa ne olur? Aslında bu tür bloklaşmaların gelişimi yine bugüne kadar oluşan piyasaya ilişkin bilgi birikimi ve tecrübesi üzerinden gelişecektir. O halde Trump’ın çökeceğini söylediği piyasa hangisi? Elbette ABD’nin merkezde olduğu dünya iktisadi sistemi.
Bu sistemde AB ülkeleri ve diğer irili ufaklı ekonomiler nasıl bir pozisyon alır? Hiç şüphesiz çıkarlarına göre hareket edeceklerdir. Yeni dönemdeki gelişmeler açısından AB ülkelerinin pozisyonu önemlidir. Şu ana kadar dengeli bir tavır içerisinde oldular. Yeterince güçlü bir duruş sergileyememe nedenleri, AB modelinin Yunanistan gibi üretkenliği sorunlu ülkeler dolayısıyla ortaya çıkan ekonomik kırılganlıkları ve ortak bir siyasal duruşu bir türlü gerçekleştirememeleridir. İngiltere’nin birlikten çıkış kararı AB’yi siyasal olarak daha da tartışmalı hale getirmiştir.
BRICS ile somutlaşan karşı blok ise ekonomik olarak net taleplerde bulunuyor olsa da henüz rotasını bulabilmiş değildir. Ekonomik çıkarlar açısından bu birlikteliğin geleceği umut vermekle beraber, siyasal bir birliktelik o kadar da kolay olmayacaktır. Çin ve Rusya’nın başını çektiği bu oluşumun İran, Suriye, bölgedeki diğer sorunlar ve Orta Asya’daki Müslüman devletler açısından nasıl bir pozisyon alacağını henüz bilmiyoruz. Siyasal açıdan Türkiye’nin önemli bir rol oynayabileceğinde şüphe yok. Ancak bu rolün beklenen olumlu etkiyi yaratabilmesi, dünya iktisadi sistemi içerisindeki ve bölgedeki siyasal pozisyonu belirleyecektir.
Sonuç olarak, dünya piyasasının geleceği, Trump’ın seçimle veya azille gitmesinden ziyade dünya ekonomisinin gidişatına ve yeni dönemde uluslararası para sisteminin nasıl şekilleneceğine bağlıdır. Eğer tek veya çok kutuplu yeni bir dünya sistemi kurulacaksa, bunun nasıl bir siyasi ve askeri yapılanma içerisinde gerçekleşeceği üzerinde de dikkatle düşünmek gerekir.
24.08.2018