Pazartesi günü itibariyle İran’a uygulanan ambargo yürürlüğe girdi. Şüphesiz bu ambargonun en önemli boyutu petrol arzı. Gündeme geldiği günden beri İran’ın petrol ihracatı azaldı. Küresel petrol arzının azalması fiyat artışları anlamına gelir ki bu da maliyetlerin yükselmesi ve iktisadi faaliyetlerde düşüş meydana gelmesi demektir. Şu ana kadar bu düşüşü bir ölçüde Rusya ve Suudi Arabistan telafi etti. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilerek İran’a ambargo uygulamaya başladığı andan başlayarak Ekim ayına kadar petrol fiyatları 68 ABD dolarından 80 ABD dolarına kadar yükseldi. Kasım ayı başında ambargonun bütün boyutlarıyla devreye girmesine rağmen bazı ülkelerin muaf tutulması sonucu petrol fiyatları tekrar gevşedi ve 60 ABD dolarının biraz üzerine kadar indi.
İran ambargosundan Japonya, Çin ve Hindistan ile beraber Türkiye, İtalya, Yunanistan, Güney Kore ve Tayvan muaf tutuldu. Bunlardan beşi İran’ın en büyük petrol ithalatçısı. Sırasıyla Çin, Hindistan, Güney Kore, Türkiye ve İtalya, İran’dan en çok petrol ithal eden ülkeler. Türkiye’de en büyük rafineri olan TÜPRAŞ’ın muafiyet görüşmeleri de dâhil birçok konu doğrudan Brunson meselesine bağlanmakla birlikte, aslında ambargo ve muafiyet tartışmalarını küresel bir problem olarak görmek görmekte yarar var.
Muafiyet alan ülkelerin küresel ekonomik kaygılar dışında fazla bir ortak özelliği yok aslında. Çin ve Hindistan, nüfusu ve ekonomik potansiyeli itibariyle önemli aktörler. ABD-Çin gerginliği ilk bakışta kafaları karıştırabilir. Uzun dönemde bu ekonomik rekabet siyasi gerginliklere ve askeri çatışmaya kadar da gidebilir. Ancak kısa dönemde bütün ekonomiler birbirleriyle eklemlenmiş durumdadır. Çin’in ekonomik çöküşü sanıldığı gibi ABD için çok da tercih edilecek bir durum değildir. Ayrıca ABD, Çin’in gücünü tahkim etme faaliyetleri nedeniyle müttefiklerini yanında tutmak ve başka müttefikler bulmak zorundadır. Hindistan bu anlamda önemli bir ülkedir. Güney Kore ve Tayvan ABD’nin Asya’daki üretim üsleridir. Dolayısıyla iktisadi mantık açısından Hindistan’a muafiyet verip Çin’e hayır demek zaten mümkün değil.
Avrupa havzasında ise İtalya ve Yunanistan ile beraber Türkiye de bu muafiyet listesine girdi. Burada da durum benzerdir. İtalya, ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Yunanistan küresel krizden en çok zarar görmüş ülkelerden birisi ve yarı yarıya fakirleşmiş durumda. Ayrıca bu ülkeler NATO’da askeri müttefik. ABD’nin bu ülkeleri kaybetme lüksü yoktur. Mesele, tek başına askeri müttefiklik ve uluslararası güvenlik de değil. Asıl mesele, ABD için ekonomik, askeri ve siyasi olarak önemli ve bu ambargodan olumsuz etkilenecek olmaktır. Diğer yandan ambargoya dâhil olunsa bile fiilen bir anlamının olmamasıdır. Türkiye bu ülkelerden birisidir.
Türkiye İran’ın komşusudur. Uluslararası hukuk ile bağlı doğalgaz anlaşması vardır. Coğrafi yakınlık nedeniyle sınır ticareti bulunmaktadır. Yani muaf olmama ihtimali pek de yoktu. Zaten gündeme geldiği günden beri de en üst düzeyde itiraz etti. Sadece Türkiye de değil, Çin de Birleşmiş Milletler’in ortak kararı olmadan tek taraflı ambargolara karşı olduğunu açıkladı. Hindistan petrol almaya devam edeceğini söyledi. İran petrolü ağırlıklı olarak Asya ve Avrupa’ya ihraç ediyor.
700’den fazla İran şirketi ve vatandaşını kara listeye alan ABD yönetimi, insani ihtiyaçlar ve sivil ihtiyaçlara yönelik üç nükleer tesisi ambargonun dışında tuttuğunu söyledi zaten. ABD yönetimi bu adımları “İran siyasal rejimine baskı yaparak, elde ettiği gelirle bölgede ve dünyada şiddet ve istikrarsızlaştırma faaliyetlerinden vazgeçmesini sağlamak” olarak açıklıyor. Ayrıca ülkelerin talebi üzerine muafiyet verdi. Muafiyetin gerekçesi olarak “ihtiyaç duyulan petrol arzının temin edilmesi ve bazı özel durumlar” olarak açıklandı.
Ambargoya yapılan eleştirilerden birisi, bu uygulamanın rejime değil, zaten ciddi sorunlarla karşı karşıya olan ekonomik durumu nedeniyle İran halkına zarar vereceğine ilişkindir. İran devlet başkanı Ruhani ise, ilk açıklamalarında petrol gelirlerini sıfıra indireceklerini söyleyen ABD’ye karşı Çin ve diğer ülkelerin muaf tutulmasını kendi zaferleri olarak niteledi. Diğer yandan, Trump yönetimine destek verdikleri halde Cumhuriyetçilerin şahin kanadı bu muafiyete ve İran’ın uluslararası ödeme sistemi aracı olan swift’in dışına tamamen çıkarılmamasına şiddetle karşı çıkıyor. Bunun İran’ı gevşeteceğini ve daha ılımlı bir yönetim gelene kadar Trump’ı oyalamak için kullanacaklarını savunuyorlar. En üst düzeyde baskı yapacakları söylemine karşılık muafiyetlerle kendi kararlarını deldiklerini yüksek sesle dile getiriyorlar.
Bundan sonra ne olur? Obama döneminde ABD ile beraber Rusya, Çin ve diğer ülkeler de ambargoya destek verdiğinden 2015 yılında İran masaya oturmak zorunda kalmıştı. Ancak bu ambargoda ABD tek başına hareket etmektedir. Ayrıca ambargoya ve karşılıklı olarak yapılan bütün sert açıklamalara rağmen görüşebilecekleri yönünde her iki taraftan da açıklamalar gelmektedir. Ambargonun dili sert olmakla beraber muafiyetler ve uluslararası ödeme sistemi üzerinden sınırlı da olsa finansal hareketlere izin verilmesi İran üzerindeki olumsuz etkiyi azaltacak nitelikte görünmektedir. ABD’nin zorluğu, bu dönemde Rusya, Çin ve hatta AB ülkeleri dâhil olmak üzere her ülke ile bir şekilde sorun yaşamasıdır.
Mevcut konjonktürde bu içerikteki bir ambargonun İran’ı ABD ile masaya oturtması zor görünmektedir. Konuyu Doğu Akdeniz ve Suriye’deki gelişmelerle beraber okumakta yarar var. Türkiye, ambargo konusunda tutarlı bir duruş sergilemiştir. Ancak bölgedeki gelişmeleri ihtiyatla izleyerek yeni gelişmelere hazırlıklı olmak gerekir.
07.11.2018