Üniversiteyi terk eden gençlerimizin sayısı neden artıyor? Veliler “yeter ki çocuğum üniversiteyi kazansın, ceketimi satar okuturum” derken, ne oldu da yüklü paralar ödeyip özel ders alan, üniversiteyi kazanmak için aileleri ile beraber bu kadar fedakârlığa katlanan gençlerimiz kaydını sildiriyor? Geçinemedikleri için kayıt sildirdikleri asıl neden değil bence. Asıl mesele istihdam piyasasında “üniversite mezunuyum” demekle “üniversite terk” demek arasında fazla bir fark olmaması diye düşünüyorum.
Üniversite mezunu olmak, iş bulma açısından gençlerimizi bir adım öne çıkarırsa, veli ve öğrenciler ne yapıp edip eğitimini tamamlayacaktır. Çünkü bir süre bu bedele katlanıp kendisine yatırım yapmış olacaktır. Ancak maalesef mevcut durumumuz bu fırsatı vermiyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine bakalım. İşsizlik, iş arayıp bulamayanların oranı ile ölçülür. Ülkemizde işgücüne katılım toplamda %50 civarında iken, yükseköğretimden mezun olanlarda %80. İşsizlik oranı ise ortalamada %12,3 iken yükseköğretim mezunlarında %13,1. Bu rakamlara kamu sektörünün son bir yılda %20 civarındaki istihdam artışına rağmen ulaşabiliyoruz. Daha da kötüsü aldığı eğitimle ilgisi olmayan işlerde çalışan veya bu işlere talip olan gençlerimiz. Aldığı eğitimle hiç de orantılı olmayan düşük ücretler.
Sağlık, mühendislik, mesleki eğitim ve daha birçok farklı alanda eğitim görmüşken, kamu sektöründe açılan herhangi bir kadroya başvuran gençlerimiz onbinleri ifade ediyor. Bu bir tercih değil, çaresizlik. Bu durumda, özellikle de istihdam düzeyi düşük alanlarda yüklü maliyetlere katlanıp eğitim almanın bir anlamı kalmıyor.
Eğitim sürecinin bir sosyalleşme, eğitimli olmanın bir sosyal statü olarak algılanması halinde aynı şeyi konuşmayız belki. Yani eğitim almanın asıl motivasyonu beyaz yakalı topluluğa katılmak ise. Ancak ülkemiz bu eşiği çoktan aştı. Kitle açısından bakıldığında üniversiteyi talep etmenin en önemli nedeni daha iyi bir iş ve refah düzeyine sahip olmaktır. Zihniyetteki dönüşüm henüz tam olarak bu yönlü gerçekleşmemiş olsa da gerçeğimiz bu.
Bunu aşmamızın yolu var mı peki? Var elbette. Kamu veya vakıf üniversitelerimizin oturup yeniden düşünmesi gerekmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde ekonomik yapı ve doğal olarak işgücü ihtiyacının yapısı değişmektedir. Eğitim verdiğimiz programlardan eğitim içeriğine kadar, tümü gözden geçirilmek zorundadır. Olan şudur: Bir dönem bir mesleğe ihtiyaç varken, üniversiteler hızla bu bölümleri açma yoluna gidiyorlar. Sadece vakıf üniversitelerini kastetmiyorum. Kamu üniversiteleri de böyle. Sadece motivasyonları farklı. Kamu üniversiteleri daha fazla öğrenci, akademisyen ve altyapı yatırımı için bunu talep ederken, vakıf üniversiteleri de daha fazla gelir elde etmek için bu yola girerler.
Sorun şu. Üniversiteler bir ürün veriyor. Fakat bu ürünün ne işe yaradığı veya talep görüp görmediği ile ilgilenmiyor. Elbette ilgilenenleri var. Ancak ben genel eğilimden sözediyorum. Kamu üniversiteleri bütçeden finanse edildiği için hesap verme sorumluluğu bu anlamda işlemiyor. Veliler için maliyeti de eğitim süresince katlandıkları genel masraflardır.
Vakıf üniversitelerinde ise genel masraflar dışında, veliler öğrenim ücretine de katlanmaktadır. Tamamı olmasa da küçümsenmeyecek bir kesim çocuğunu daha iyi bir iş bulması için gönderiyor bu okullara. Eğer iş bulma imkânları azalıyorsa bu kesim doğal olarak bu maliyete katlanmak istemeyecektir.
Çözümü var mı bu sorunun. Elbette var ama acı bir reçete olduğunda şüphe yok. Kamu sektörü veya vakıflarda mevcut bulunan ve mezunlarının çok sınırlı düzeyde istihdam edildiği bölümleri yeniden değerlendirmek gerekir. Eğer istihdam edilmeme nedeni verilen eğitimin yetersizliği ise üniversitelerin bunu ciddi bir şekilde ele alması ve mezunlarının istihdam oranlarını arttıracak çalışmalara girmesi gerekir.
Bu çalışma yanında, eğer sorun gerçekten mezun fazlalığı ise bu bölümlerin talep görmeyenlerinin kapatılması dışında bir çare yoktur. Zaman içerisinde talep görmediği için zaten fiilen kapanmaktadır. Ancak bu bölümlerde çalışan akademisyenlerin daha verimli olabilecekleri alanlara yönelmesi beşeri sermayenin israfını önleyecektir. Matematikçi, fizikçi, kimyacı, felsefeci, sosyolog bir ülkenin gelişiminde çok önemlidir. Ancak öğrenci olmadığı için gizli işsizlik statüsünü kabullenmeleri hiç de doğru bir yaklaşım değildir. Her insanın bu ülkenin kalkınmasına yapacağı bir katkı mutlaka vardır.
Genç işgücüne gelince, temel eğitim yanında mesleki eğitim ve üniversite eğitiminin tamamını ciddi bir şekilde yeniden düşünmek zorundayız. Öncelikle temel eğitim sonrasında gençlerin eğilimlerini ve yapabilecekleri işleri analiz ederek yol göstermeliyiz. Bu yol göstericiliği bir dayatma anlamında kullanmıyorum. Rehberlik yapılır. Kişiler kendi tercihlerini serbestçe yapabilirler. Sonucuna da kendileri katlanırlar. Mesele sistemin doğru kurgulanmasıdır.
Gençlerimiz ne yaparlarsa ne ile karşılaşacaklarını bilmelidirler. Dolayısıyla kariyer planlamasına üniversitede başlamak çok geç olacaktır. Asıl mesele üniversite seçiminde yapılacak rehberliktir. Dahası bu rehberlik hangi üniversite ve hangi bölümü tercih edecekleri yönünde yapılırsa yine işlevsel olmayacaktır. Bunun çok öncesinde mesleki eğitim ile bağlantılı olmalıdır. Yanlış bir lise eğitimi ile zaten yanlış bir adım atılmış olacaktır.
Bir önerim daha olacak ki kolay kabul göreceğini sanmam. Dört yıllık liselerin son sınıfı daha farklı tasarlanabilir diye düşünüyorum. Üç yılın sonunda lise diploması verilebilir. Üniversitede okumak isteyen gençlere okumak istedikleri bölüme göre bir eğitim programı seçme imkânı sağlanabilir ve bu program vazgeçilebilir olmalıdır. Yani bir öğrenci mühendislik okumak istiyorsa, buna göre bir yıllık bir eğitim alır. Ancak bunu sevmediği veya yapamadığı takdirde alan değiştirebilir. Bu bir yıl ilk bakışta kayıp gibi görünse de mezuniyet sonrası yıllarını kaybetmekten iyidir herhalde. Üniversiteyi terk etmek veya üniversite yıllarındaki kayıp çok daha maliyetlidir.
Reform kelimesini ağzımızdan düşürmeyiz. Lakin içerikli bir reform yapmak için bütün tarafların masada olması gerekir. İlköğretimde görev yapan öğretmenlerden üniversite öğretim elemanlarına kadar, sanayicilerden diğer piyasa aktörlerine kadar her kesimden insanların yer aldığı bütüncül bir çalışma yapmamız gerekmektedir. Aksi halde ülkemiz, gençlerimiz, ekonomimiz daha çok yıl kaybeder. Kamu istihdamı ile alabileceğimiz yol sınırlıdır. Bir gün devlet kendi ağırlığı altına çöker ve bunun bedelini kamuda çalışanlar dâhil hepimiz öderiz.