Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Yeniden Merkantilizm mi?

Abuzer PINAR
27 Kasım 2024 14:16
A-
A+

Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’ın seçimleri kazanması ile uluslararası ticari ilişkilerde sular yeniden ısındı. Son açıklamasında Trump, ilk icraatlarından birisinin Kanada ve Meksika’ya %25 ve Çin’e ek %10 gümrük tarifesi olacağını söyledi. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi korumacılık anlamına geliyor. Yükselten ülke için ithalat daha pahalı hale gelecek ve yurtiçi talep yerli üretime yönelecek. Böylece yurtdışına para çıkışı azalacak ve dış açık küçülecek. Özetle böyle.

ABD gibi yüksek dış açık veren bir ülke için çok da garipsenecek bir durum değil bu. 2023 yılı açığı 800 milyar dolara yakın. Bunun 280 milyar dolar civarındaki bir kısmı Çin’e karşı verdiği açık. İkinci sırada 150 milyar doları geçen bir rakam ile Meksika yer alıyor. Kanada da ABD’nin açık verdiği listenin altıncı sırasında. Henüz 2024 yılının tamamını bilmiyoruz. Ancak Eylül 2024 itibariyle dış açığının geçen yıla göre %20 arttığını biliyoruz. En yüksek açık da yine Çin’e karşı verilmiş.

Bu durumdaki bir ülkenin korumacı politikalara yönelmesi normal bir durum olmakla birlikte, garip olan şu. ABD mevcut küresel iktisadi sistemin öncüsü. 1800’lerin sonlarına doğru fiilen, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra resmen bayrağı Britanya’dan devraldı. Yeni para sisteminin kurulması ve idaresini üstlendi. Dolar hâkim para oldu. Zenginleşti, beyin göçü aldı, teknolojik atılımlar yaptı. Üretimin miktar ve kalitesini arttırdı. Bu artış yurtiçinde tüketilerek bitirilemezdi. Dışarıya satması gerekiyordu. Bu yüzden de serbest ticareti savundu. Gümrüklerin düşürülmesini, ihracat yönelimli büyüme modellerini bütün dünyaya sundu. Kurumsal anlamda da IMF ve Dünya Bankası’nı arkasına alarak bu politikaları “tartışılmaz” bir şekilde bütün küreye yaydı. Hatta bazen dayattı. Korumacılığa yönelenleri dışladı. Bazen sisteme dahil olmayanları değişik araçlarla zorladı.

Şimdi iş tersine dönüyor. Çin büyüdü, küresel ihracatta ilk sıralara yerleşti. Öyle ki en büyük açığı da ABD’ye verdiriyor. Hindistan büyüyor, Rusya direniyor, Brezilya gayret ediyor. Güney Afrika gözardı edilemez. Üstelik bu ülkeler BRICS ile işbirliğine gidiyor. Suudi Arabistan ekonomisini dönüştürüyor ve bu gruba yanaşıyor. İran doğal muhalif ve benzer yönde hareket ediyor. Artık bu ülkelerin petrol ihracatı Asya’daki devlere yöneliyor. Tam da böyle bir ortamda ABD korumacılıkla ortaya çıkıyor.

Bu gelişmeler 16-18. yüzyıllar arasında Avrupa’da hâkim olan merkantilizmi hatırlatıyor. Teorik temeli çok güçlü olmasa da uygulamada kapitalist sistemin doğuşu, gelişmesi ve kurumsallaşmasını hazırlayan bir dönemdi bu. Ulusal zenginliği ve gücü en üst düzeye çıkarmak için öncelikle ticaret yoluyla ekonomiyi yönetmede devletin rolünü vurguluyordu. Öncelikle altın ve gümüş biçimindeki servet önemliydi ve ulusal güç için vazgeçilmezdi. Çünkü bu madenler o günün parasıydı ve rezerviydi. Bir ülkenin zenginleşmesi için ithalatından daha fazlasını ihraç etmesi gerekiyordu.  Devlet, ticareti kontrol etmek, gümrük vergileri uygulamak ve ülkeye kazanç sağlayan sanayileri teşvik etmek için ekonomiye aktif olarak müdahale etmeliydi. İthalata bağımlılığı azaltmak için malların yurt içinde üretilmesi gerekiyordu.

Genel çerçeve bu olmakla beraber yeterli olamazdı. Zira ihracat yapılacak ülkelerin de aynı yönde hareket edeceği gözardı edilemezdi. Hem daha fazla üretim için gerekli olan hammadde temini, hem de üretilecek malların satılacağı pazar ihtiyacı sömürgeciliği öne çıkardı.

Modern kapitalizmin temelini atan merkantilizmin, serbest piyasa teorilerinin ortaya çıkması ile sorgulandığı savunulsa da kanaatimce yapı değiştirdi. Zira bu teoriler güç dengelerini değiştirmedi. Hatta pekiştirdi. Bir farkla. Daha önce zora dayanan ticari ilişkiler, ülkelerin bağımsızlığını kazanması ve kalkınma arzusu ile biçim değiştirmek zorunda kaldı. Sömürgecilik gibi “kaba” bir kavram ile değil, serbest ticaret gibi daha “yumuşak” bir kavramla devam etme zorunluluğu ortaya çıktı. Serbest ticaret, ülkeleri zenginleştirecekti. Bu bir kazan-kazan ilişkisi idi. Lakin bir türlü bu sonuca gidilemedi. Güney Kore gibi merkez ülkelerin üretim üssü olup gereğini yapanlar bir ölçüde sistemin nimetlerinden yararlandı. Lakin devran çok da değişmedi. Ta ki mevcut sistemin öncüsü bu ticaretten zarar görmeye başlayıncaya kadar.

Dikkat çekilmesi gereken başka bir nokta daha var. Merkantilizm korumacılık temelinde geliştiği için aynı zamanda uluslararası çatışmaya da neden oldu. Zira, sistemin zenginlik biriktirmeye ve pozitif bir ticaret dengesi sağlamaya çalışması çatışmalara yol açtığından, rekabetin kızıştığı zamanlarda savaş riski de artar. Uluslar doğal kaynaklar için mücadele ederken, ticari rekabet bazen çok sertleşir. Bu sertleşme silahlanmayı besler. Tayvan, Ukrayna, Körfez, Doğu Akdeniz ve dünyanın değişik bölgelerindeki çatışma alanlarını bundan bağımsız düşünemeyiz kanaatindeyim. ABD’nin mevcut yönetiminin çatışmacı yaklaşımına karşı, çatışmaları bitireceğini iddia eden Trump ne yapacak göreceğiz.

Daha da çelişkili olan durum şu: Komünist Çin, liberal ABD’ye “korumacılık yapmayın, serbest ticarete izin verin” diyor. Mevcut sistemin sorgulanması için daha ne olmalıydı?