Afrika Üzerinde Sürdürülen Askeri Rekabet ve Güvenlik
Bu yazı 24/04/2021 tarihinde yayınlanmıştır.
*Doç. Dr. Güray ALPAR/ SDE Başkanı
Yaklaşık 31 milyon km2 yüzölçümü yanında; tarihi, coğrafyası ve kültürü birbirinden farklı 54 devletin yer aldığı, dünyanın ikinci büyük kıtası ile ilgili genellemeleri içeren bir analizi yapmak hiç de kolay değil. Bu gerçekten büyük bir bilgi birikimi ve derinliği gerektirir. Diğer taraftan, yine de ayrıntılı bir çalışma ile belli başlı sınıflandırmalara ulaşmak mümkün. Örneğin; Afrika’nın doğal kaynakları ve stratejik açıdan elde bulundurulması gereken bölgeleri bir haritaya işlenip, sonra da meydana gelen çatışma bölgeleri bunun üstüne eklendiğinde çoğunlukla örtüştüğü görülecektir. Bunun yanında eğer bir ülkede uranyum varsa, nükleer gücü sahip ülkelerin bu ülkelere ilgisiz kalmayacağı da açıktır.
Bu çalışma Afrika’da bulunulan iki yıl boyunca yapılan araştırmalara ilaveten, bölgedeki bazı ülkelere yapılan geziler ve bizzat Afrika’da yaşayanlarla yapılan görüşmelerden elde edilen bilgilere dayanıyor. Buna ilave olarak yapılan literatür ve açık kaynak araştırmalarına dayanılarak, Afrika kıtası güvenlik ve askerî açıdan bir değerlendirmeye tabi tutuluyor.
Giriş
Güvenlik kişilerin ve toplumun tehlikelerden uzak olma durumudur. Güvenlik olmadan ne siyasi istikrar ne de ekonomik gelişmeden bahsedilemez. Hele, sosyal yapı içerisine sızmış unsurların, ülkelerin gelişme yolunda attığı her adımı bir şekilde ortadan kaldırmaya çalıştığı bir yapı içerisinde de gelişme olamaz. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Afrika’nın en önemli sorununun güvenliğin sağlanması olduğu söylenebilir. Sahip olduğu zengin kaynakları, genç nüfus yapısı ve stratejik konumu nedeniyle, geçmişte olduğu kadar günümüzde de Afrika kıtası büyük güçler arasında rekabet alanı olmaya devam ediyor.
Geçmişte, Amerika kıtasından gönderilen Afrika kökenlilerin kurduğu Liberya devleti hariç tutulursa, Afrika kıtasında gerçek anlamda sömürgeleştirilemeyen tek ülke, halen Afrika Birliği Örgütü’nün merkezinin bulunduğu: Etiyopya. Liberya’yı Amerika’da ihtiyaç kalmadığından geri gönderilenler kurmuştu. Liberya’nın mühründe şu yazıyordu: “Bizi buraya özgürlük aşkı getirdi”. Ne yazık ki Liberya, 1989 yılından 2003 yılına kadar devam eden iki büyük acımasız iç savaşı yaşadı. Savaşta çocuklar da kullanıldı. Bu çocuk savaşçılardan birisi, BM Danışmanı ile yaptığı görüşmede “öldürdün mü?” sorusuna; “sadece yere düştü” diyordu. Çocuklar için her şey bir oyun gibiydi ve özgürlük bu ülkelerde çocukluğunu hiç yaşayamıyordu. Diğer taraftan; Afrika’nın tek sömürgeleştirilemeyen ülkesi Etiyopya’nın Tigray bölgesindeki çatışmalar dolayısıyla, son altı ayda yerlerinden edilenlerin sayısı 900.000’i aştığında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi “insani durumdan endişe duyulduğunu” açıkladı. Afrika’nın birçok bölgesi için aynı endişeyi duymak mümkün.
Afrika ülkeleri askeri güç değerlendirmesi
Her yıl yayınlanan Global FirePower raporunda, ülkelerin askeri güç sıralaması çeşitli faktörler göz önünde tutularak yapılmaktadır. 2021 yılı raporuna güç olarak; dünyada 140, Afrika’da ise 30 ülke dahil edilmiştir. Buna göre Afrika ülkelerinin durumu bir harita üzerine işlendiğinde, dünya üzerindeki sıralaması ve birbirine göre durumu da görülebilmektedir. (Afrika kıtası içinde ilk 10 sırada olan askeri güçler daire içinde gösterilmiştir)
Buna göre bir analiz yapılacak olursa, Afrika kıtasında en güçlü ordu Mısır gözükmektedir. İkinci sırada ise Cezayir ordusu yer almaktadır. Bu orduların bazı teçhizatına ait örnek verecek olursak, Mısır Ordusu; 250’si taarruz olmak üzere 1.053 uçağa, 91 taarruz helikopterine, 8 denizaltı, 7 korvet, 3735 tank ve 11.000 zırhlı araca sahip. Cezayir Ordusu ise 102’si taarruz olmak üzere 551 uçak, 45 saldırı helikopteri, 8 denizaltı, 10 korvete yanında 2.024 tank ve 7.000 zırhlı araca sahip.
Yine Afrika kıtasındaki en güçlü 10 ordunun 7’si bir zamanlar Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde yer alan ordular olup, bunun nedeninin Osmanlıların geçmişte bulunduğu yerlerde, askeri ve sivil devlet yapılanmalarına yapmış olduğu katkı olduğu değerlendirilebilir.
Güney Afrika, Nijerya ve Angola’nın ise sahip oldukları doğal kaynaklar ve nüfus yapıları itibarıyla bu sıralamada yer alması normaldir. Bu ordulardan Nijerya ordusu 8’i taarruz olmak üzere 125 uçak, 15 saldırı helikopterine sahip. Daha önce dışarıdan ülkelerin de dahil olduğu bir iç savaş yaşayan Angola’nın ise 379 tankı, 600 zırhlı aracı, 72’si taarruz olmak üzere 340 uçağı, 350 topu ve 15 saldırı helikopteri mevcut. Yine Güney Afrika ordusunun kendi kendine bir yeterliliği söz konusudur. Bu ülkenin 221 uçağından 17’si taarruz uçağı, ayrıca 12 taarruz helikopteri, 195 tankı, 3095 zırhlı aracı, 3 denizaltısı mevcut.
Bunun dışındaki ordular ise genelde iç güvenlik ve sınırlı ölçüde bir harekâtı devam ettirebilecek yapıdadır. Zaten Afrika kıtasındaki 24 ülke sıralamaya dahi alınmamıştır. Birçok ülke eğitim ve lojistik açıdan dışarıya bağımlıdırlar ve daha da önemlisi, ekonomik yönden bir harekâtı dış yardım almadan teknik yönden uzun süre sürdürebilme imkanları oldukça sınırlıdır. Bu durum ise bu ülkeleri kontrol etmeyi kolaylaştırmaktadır.
Geçmişten günümüze Afrika ilgisi
Afrika kıtasında geçmişte sözde “medeniyet getirme” adına sürdürülen ve bu suretle, kıtaya ait kaynakların ele geçirilmesi esasına dayalı çalışmalar şimdilerde; siyasi, ekonomik ve askeri alanda daha da kendini gösteriyor. Bu kapsamda, kimi ülkeler ekonomik alanda bu kıtadan kazanımlar elde etmeye çalışırken, özellikle eski sömürgeci ülkelerin, Afrika kıtası ile ekonomik alanın yanında, siyasi ve askeri ilişkilerini de kesmemek için yoğun bir çalışma içinde olduğu görülüyor. Öyle ki, yapılan çalışmalar ve eldeki bilgilerden, Afrika’nın sadece günümüzün değil, geleceğin de mücadele alanlarından birisi olacağı rahatlıkla öngörülebilir.
Aynı şekilde, Afrika kıtasına ilgi duyan ülkelerin hem askeri hem de ekonomik bakımdan gelişmiş oldukları ve sürdürülebilir bir gelişme için Afrika’nın kaynaklarından vazgeçme niyetinde olmadıkları da görülmektedir.
Afrika üzerinden sürdürülen mücadele
Afrika’daki askeri mücadelenin genel olarak, doğrudan üsler elde etmek ya da asker bulundurmak yanında, çoğunlukla “Vekalet Savaşları” denilen yöntemlerle sürdürüldüğü biliniyor. Yine bu anlamda iletişim, sosyal medya ve internet üzerinden yapılan çalışmaların da oldukça etkili olduğu görülmektedir. Bunun yanında Afrika’nın sosyolojik yapısının da kabile ve ülkeleri birbirine düşürmek suretiyle kullanıldığı görülmektedir. Bir bakıma, “Afrika’nın, Afrikalılar kullanılarak ele geçirilmesi” söz konusu.
Her nedense sömürge ülkesi durumundayken, nadir olarak görülen bu çatışmaların, Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra yaygınlaştığı ve belki de dünya üzerindeki en acımasız iç savaşların bu kıtada çıktığı görülür. Halbuki birçok kabile yanında, çok sayıda insanın hayatını kaybettiği 1994 Ruanda Katliamı öncesi, aynı dil grubunda, aynı yaşam tarzına ve aynı sosyal formasyona sahip üç etnik grup olan Hutular, Tutsiler ve Twalar, binlerce yıl barış içinde birlikte yaşamayı başarmışlardı.
Afrika’da kavanozu sallayanlar kimler?
Olaylar karşısında belki de ünlü Karınca Teorisi’ni hatırlamak gerekiyor. Bu teoriye göre aynı sayıdaki kırmızı ve siyah karınca bir kavanoza konulduğunda, başlangıçta hiçbir şey olmamakta, ancak kavanoz birisi tarafından alınıp sallanınca, yaşanan kaostan birbirlerini sorumlu tutan karıncaların, kavanozu sallayandan ziyade, birbirlerini öldürmek için kıyasıya bir mücadeleye girdiği görülmektedir. Zaten insanlar yaşatılan kaosta birbiriyle uğraşırken, kavanozu sallayanlar; uranyum, altın, elmas gibi yükte hafif pahada ağır ne varsa en uygun şartlarda ele geçirebilmektedir. Durum böyle olduğu sürece de Afrika’da gerçek anlamda bir güvenlik ortamından bahsetmek hayal olmaktadır.
Afrika’da 19’uncu yüzyıla kadar kıyı kesimlerinde kalanlar, bu tarihten sonra iç bölgelere yönelmişlerdi
Avrupa, Napolyon Savaşlarından sonra uzun bir süre kendi arasında savaşmadı. Bu dönemde Avrupa ülkeleri kendisi dışında bölgelere yöneldi.
İngilizler de Napolyon Savaşları’ndan sonra Avrupa’daki bir savaşa nadiren iştirak etmişlerdi. Bu nedenle onlar da başka bölgelere yöneldiler. Ancak Afrika’da direnen bazı bölgelere girmek hiç de kolay olmamıştı. 1878 yılının aralık ayında İngilizler, Güney Afrika’nın savaşçı Zulu Kabilesine savaş açtılar, fakat sürpriz bir şekilde geniş ağızlı Zulu mızraklarıyla savaşan bu kabileye yenildiler.
Avrupalıların Afrika’da kendi aralarında da mücadele ettikleri görülüyordu. Bugünkü Güney Afrika’da, 1866 yılında altın bulunması burayı önemli hale getirmiş ve bölgede bağımsız Boer Cumhuriyeti kurulmuştu. Boerler, Güney Afrika’ya yerleşmiş Hollanda kökenli insanlardı. Endonezya’ya giden yolda üs kurmak için buraya gelmişlerdi. Sonraları, dışarıdan gelenlerle Boerler arasında sıkıntılar yaşandı. İngilizler bu bölgede daha disiplinli ve örgütlüydü. Boerlerin ise düzenli birlikleri olmayıp, kuvvetleri komando birliklerine benzer küçük birliklerden oluşuyordu. Ancak bu askerlerin nişancılıkları iyiydi ve ellerinde modern tüfekleri vardı. İngiliz generalleri bu bölgede savaşların nasıl olacağını tahayyül edemiyorlardı ve Boer kuvvetlerini küçük görüyorlardı. Hızlı hareket eden Boer kuvvetleri, 1899 yılında İngilizleri pusuya düşürdü ve ağır kayıplar verdirdi. Boerlerin ise hiç kayıpları yoktu. İngilizler şaşırmıştı. Askerler ve topçu birlikleri düşmanı göremediklerinden ateş edemiyorlardı. Bu İngilizlerin ilk kez başlarına gelen bir şeydi. Boerler ardı ardına İngilizlere ağır kayıplar verdirdiler. Boerler iyi saklanıyor ve aniden saldırıyorlardı. Eğer Boerler disiplinli ve düzenli bir kuvvet olabilselerdi, bu başarılarını büyük zaferlere dönüştürebilirlerdi. Ancak birkaç başarıdan sonra onları savaş alanında tutmak imkânsız hale gelmişti. Çoğu, “savaş bitti” diye evine ve işine döndü.
Birbirine düşürmek suretiyle Afrika’da sömürgeleri yönetmek kolay oluyordu
Aslında sömürgelerde direniş olmadığında küçük birlikler yeterli oluyordu. Zaten bölgedeki yerel unsurlar, sömürgeci unsurlara gerektiğinden fazla yardımcı oluyorlardı. Nijerya’da, İngilizlerin 4000 askeri dışındaki kuvvetleri Afrikalıydı. Zambiya’da ise 19 subay, 8 astsubay ve 750 Afrikalıdan oluşan küçük bir İngiliz askeri birliği mevcuttu. Afrika’da, Fransa’nın dört katından fazla bir alan için, Fransızların bir tabura yakın Fransız askeri ile 20.000 civarında Afrikalı muhafızları bulunuyordu.
Afrika’da zaman zaman gelişmiş silahlar temin edilerek Batılılarla mücadeleye girişiliyor, ancak sadece gelişmiş silahlara sahip olmak başarı için yetmiyordu. 1896 yılında Zanzibar ile İngiltere arasındaki savaş, Sultanın sarayı topa tutulunca 38 dakikada sona ermişti. Bu savaş dünyada “en kısa savaş” olarak tarihe geçti.
Afrika’da 1898 yılındaki başka bir savaşta ise 11.000’den fazla Afrikalı ölürken, İngilizlerin kaybı sadece 140 kişiydi. Yine Sudan’da kurulan Mehdi ordusu ile İngilizler arasında çıkan savaşta, 10.000 Sudanlı ölürken İngilizlerin kaybı sadece 48 kişi olmuştu. Afrikalılar için teknik yanında zihinsel bir dönüşüm yapmanın gerektiği açıktı.
Diğer yandan “sömürgeci ülkelerin, ne yapılırsa yapılsın yenilemeyeceğine” dair öğrenilmiş çaresizlik, zaten herhangi bir karşı koymanın önündeki en büyük engeldi. Böylelikle birkaç bin kişi ile organize olamamış milyonlar kolayca kontrol altında tutulabiliyordu.
Bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkelerinde durum
Afrika kıtasındaki sorunlar, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra daha da artmıştır. Yapılan araştırmalara göre, II. Dünya Savaşından sonra dünya üzerinde en fazla silahlı çatışmanın gerçekleştiği yerlerden birisi Afrika kıtasıdır.
Bunun asıl nedeni, eski sömürgeci ülkelerin, mecburen tanıdıkları bağımsızlık kararından sonra, bu ülkeleri kontrol altında tutma ve ekonomik kaynaklarından yararlanmaya devam etme istekleri kadar, bu ülkelerin içindeki bölünmelerden de kaynaklanmaktadır. Bu bölünmelerde ise yine çoğu zaman sömürgeci ülkelerin bilinçli gayretlerinin ortaya çıktığı biliniyor. Bu ülkelerdeki yolsuzluklar ve adaletsizlikler ise kaynaklar kendi ülkelerine aktığı sürece, sömürgeci ülkelerin zaten tercih ettiği bir husus. Adalet, hakça bölüşüm ve liyakat esası gelmediğinde ise insanların gönlüne girmek mümkün olmuyor.
Angola-Nijerya ve Sudan örnekleri
1950’lerden sonra Portekiz egemenliğine karşı Angola’da halk hareketleri başlamıştı. 500.000’den fazla insanın ölümüne yol açan Angola İç Savaşı ise Angola’nın Portekiz himayesinden 1974 yılında çıkmasıyla başladı ve 2002 yılına kadar 28 yıl devam etti.
Nijerya’da 1967-1970 yılları arasında devam eden iç savaşta ise 2 milyona yakın insan hayatını kaybetti. Sudan’da iç savaş 2004 yılına kadar 30 yıl sürdü. 1898 yılında Sudan’ı işgal eden İngilizler, bölgeyi daha kolay yönetebilmek için Güney Sudan halkını kuzeyden ayrıştırmaya çalıştılar; bölgeyi izole ettiler, misyonerler aracılığıyla sosyo-kültürel zenginlikleri farklılık olarak öne çıkarmayı başardılar. Bütün bu çalışmaların sonucunda da Sudan, günümüze kadar büyük acılar yaşadı ve yaşamaya devam etmektedir.
1955-1972 yılları arasında yaşanan I. Sudan İç Savaşında 500.000’den fazla insan hayatını kaybetmişti. 1983-2005 yılları arasındaki II. Savaşta ise 2 milyona yakın insan öldü. Sonrasında ise ülke parçalandı. Halen bölge üzerinde bir ABD-Çin rekabeti sürdürüldüğü göze çarpmaktadır.
En fazla katliam Fransa’nın kontrolündeki bölgelerde yaşandı
Fransa, Afrika’da yaşanan katliamlardan doğrudan veya dolaylı olarak en fazla sorumlu tutulan ülkelerden birisidir. Zaten Fransa’nın siyasi olarak başka ülkelerdeki olayları öne çıkarma gayretlerinin arkasında da bu suçluluk duygusu yatıyor. 1830 yılında Fransızlar geldiğinde 8 milyon olan Cezayir nüfusu, Fransızlar ülkeyi terk ederken 6 milyona düşmüştü. Cezayir’de 132 yıllık Fransız işgali sırasında 2 milyona yakın insan katledilmiştir. Öyle ki silahsız sivil halk bile makinalı tüfek ve uçaklarla taranmıştır. Fransa, bağımsızlığını tanıdıktan sonra da Cezayir üzerindeki etkisini sürdürmek istedi ve yine Cezayir’de 1990’larda din adına yaşanan iç çatışmalarda 200.000’den fazla insan hayatını kaybetti.
Fransa, Afrika kıtasında bunun dışında kendi egemenliğini devam ettirebilme adına; Gabon, Senegal, Benin, Tunus, Gine, Burkina Faso, Çad, Kamerun ve Cibuti gibi Afrika ülkelerinde, on binlerce insanın öldürülmesinin arkasındaki güç olarak da tarihe geçmiştir ve geçmeye de devam etmektedir.
Fransa’nın gittiği hiçbir bölge huzur yüzü görmüyor. Bugüne kadar Fransa’nın gidip de kalkındırdığı veya huzura kavuşturduğu hiçbir bölge yok. Afrika’nın neresine bakılırsa bakılsın, Fransızların yarattığı kargaşa, birbirine düşürme ve bu suretle kontrol etme düşüncesi görünüyor.
1960’ta bağımsızlığını kazanan Orta Afrika Cumhuriyeti’nde, 5 milyona yakın nüfusun 3 milyonu yardıma muhtaç durumda. Yılda 500 bin karat elmasın çıkarıldığı bu ülkede, Fransızların müdahalesiyle 5 darbe yaşandı. Ülkede kriz, seçilmiş cumhurbaşkanının 2003 yılında darbeyle iş başından uzaklaştırılması ile başladı. Ülkede daha sonraki dönemde farklı dinlere ait gruplar arasında çatışmalar başladı. 1 milyondan fazla insan yerinden oldu. Olayların artması üzerine, 16 ülkenin katıldığı BM İstikrar Misyonu (MINUSCA) 12.000’e yakın askerle ülkede konuşlandı. 2013 yılında Fransa bu ülkeye 2.500 askerden oluşan bir birliğini gönderdi (2016 yılında bu askerlerin sayısında azaltmaya gidildi). O tarihten beri 7 barış anlaşmasının imzalandığı ülkeye bir türlü barış gelmedi. Fransa’nın bu ülkenin Bakouma bölgesinde 25 yıllık uranyum çıkarma ruhsatı da bulunuyor.
Orta Afrika Cumhuriyeti’ne, son dönemde Rusya beklenilmeyen bir aktör olarak dahil oldu ve Rusya’nın devreye girmesiyle 2017 yılında bu ülkeye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uygulanan silah ambargosu kaldırıldı. Ardından Ruslar, yaptığı bir girişimle bu ülkedeki büyük silahlı grupları bir araya getirdi ve barış anlaşması imzalattı. Rahatsız olan Fransa bunu bir rol çalma olarak değerlendirdi ve Rusya’ya tepki gösterdi. Fransız araştırma merkezi GRIP ise Rusların, Orta Afrika Cumhuriyeti Hükümetinin onayıyla bu ülkede elmas ve altın çıkarmaya başladığını iddia etti.
Mitterrand, Ruanda katliamı için üzerinde durulmayacak kadar önemsiz demişti
Fransa, 1994 yılında “sığınmacılar için güvenli bir bölge oluşturmak” bahanesi ile Ruanda’da, Turkuaz operasyonu başlattı. Bu operasyon esnasında, Ruanda’da meydana gelen katliamda 800.000’den fazla Tutsi hayatını kaybetti. Bu bölgede etkin güç olan Fransa, bu katliamı önlemek yerine, art niyetli olarak katliam için gerekli ortamı sağlamıştı. Fransa’ya göre böyle katliamlar önemsizdi. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand, 1998 yılında Le Figaro gazetesine verdiği bir demeçte “Bu tür Afrika ülkelerinde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” demişti. Mitterand ve tarihi boyunca katliamlarda uzmanlaşmış olan Fransa’nın çıkarları için 800.000 kişinin katledilmesi, üzerinde durulmayacak kadar önemsizdi.
Fransa bu bölgede katliamları engellemek yerine, soykırımcılara silah ve mühimmat desteği sağlayarak Ruanda’yı yıllarca sürecek acılar içinde bıraktı. Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame'nin, 2014'te "Ruanda soykırımında Fransa’nın rolünü kesin olarak tespit ettiklerini" söylemesi, iki ülke arasında siyasi krize neden oldu. Oysa Fransa’nın, soykırımı gerçekleştiren Hutu hükümetine, kendi kontrolleri altındaki bölgeden kaçması için emir verdiği “diplomatik telgraf” ortaya çıkmıştı. Gerçeklerin er geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardı ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın arşivlerinin açılmasıyla da her şey belgeleriyle ortaya çıkacaktı.
Fransızların Sahel Bölgesindeki Faaliyetleri
Fransa, bu tarihten sonra da Afrika kıtasında operasyonlarına devam etti. Fransa, bu müdahalelerde terör örgütlerini bahane ediyor. Diğer taraftan aslında Fransa’nın yarattığı karışıklık ve boşluk da şiddet olaylarının ana nedeni.
Günümüzde Fransa’nın; Mali, Nijer, Çad, Sudan, Eritre, Senegal, Moritanya, Burkina Faso, Nijerya, Fildişi Sahili, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo ve Cibuti gibi ülkelerde askeri faaliyetleri bulunuyor. Özellikle Mali başta olmak üzere; Burkina Faso, Nijer ve Moritanya’da Fransız askerleri fiili olarak operasyonlara katılıyor. Fas, Cezayir ve Tunus gibi ülkelerde de kontrolü elinde tutmak isteyen ülke Fransa. Ayrıca Fransa Libya’daki yapılanma konusunda da oldukça aktif! Kaddafi ile anlaşıp para aldıktan sonra aceleyle bu ülkeyi bombalayan da Fransa. Libya’nın 150 milyar dolarlık fonlarının nerede olduğu ise meçhul.
1986 yılında Çadlılara destek olmak! maksadıyla başlattığı “Epervier” operasyonunu, 2014 yılına kadar sürdüren Fransa, Fildişi Sahilinde 2002 yılında başlattığı “Licorne” operasyonunu sona erdirmesine rağmen, bu ülkedeki askeri varlığını devam ettiriyor. Libya’da 2011 yılında sivil halkı korumak bahanesi ile “Harmattan” operasyonunu başlatmıştı. Mali hükümetinin isteği üzerine ise 2013’te “Serval” Operasyonunu başlattı. Bu operasyonun ardından 2014 yılında başlatılan “Barkhane” Operasyonu ile terör olaylarını bahane ederek, Sahel bölgesinde; Burkina Faso, Mali, Moritanya, Nijer, Çad gibi ülkelere yoğunlaştı. Bu bölgeler doğal kaynaklar açısından zengin. Önce bir karışıklık çıkıyor! Sonrasında da Fransa davetle bölgeye gidiyor. Ama nedense şimdiye kadar gittiği hiçbir yer iflah olmadı. Terör örgütleri bitmek bir yana sayıları Fransızlar girdikten sonra artıyor.
Afrika, Fransa’yı besliyor. Fransa bu bölgeyi kaybederse ekonomik bir krize gireceğini düşünüyor ve her neye mal olursa olsun elinde tutmayı düşünüyor. Terör örgütlerinin bu bölgedeki faaliyetlerini bahane ediyor ve kabileler arasındaki husumetlerden yararlanıyor. Ancak bu bölgelerde Fransa, güvenliği sağlayamaması nedeniyle de eleştiriliyor.
Libya’nın karışmasından ve sonrasında Hafter güçlerinin desteklenerek, ülkenin bir harabeye dönüşmesindeki en fazla sorumlu olan ülkelerden birisi de Fransa. Libya, Fransa’nın bu bölgedeki geleceğinin belirleneceği bir alan. Fransa, bu bölgeyi iyi tanıyor ve kaybetmemek için kökleri geçmişe dayalı bir yapılanması mevcut. Fransa’nın Afrika kıtasında kendisine karşı olan yönetimlere yönelik yapmış olduğu kirli faaliyetler de herkeste bir korku yaratmış durumda. Fransa’nın bu bölgede imajı kötü ve halk desteği yok. Sahel bölgesinde görünen 4000 olan asker sayısını son dönemde 5000’in üstüne çıkardı. Bu da yeterli değil. Fransa’nın kaynaklarını tükettiği bu coğrafyada kazanması da mümkün gözükmüyor.
Fransızlar da bunu biliyor. Üstelik Fransa ile hareket eden Mali, Burkina Faso gibi devletlerin silahlı güçleri de iyice yıpranmış durumda. Diğer yandan Fransa’nın Afrika kıtasında karşısına Çin gibi bir güç çıkıyor. Rusya ise Soğuk Savaş Döneminde olduğu gibi Afrika kıtasına dönmek istiyor. Bugüne kadar bölgede tartışmasız bir şekilde tek güç olarak bulunan Fransa; artık gücünün tükendiğini görüyor ve kendisinden başka güçlerin bu bölgeye girmesinden haliyle çok rahatsız.
Fransa, Sahel bölgesinde giderek zorlanıyor ve dışlanıyor. Bu bölgelerin üst yönetimlerine sözünü geçirmekte zorlanıyor. Mali gibi ülkelerden sonra, Çad’da uzun zamandır elinde tuttuğu kontrolü kaybetme korkusu içinde. Bu nedenle 1990’lardan beri Çad’ı yöneten İdris Deby’nin öldürülmesinden sonra Macron apar topar bu ülkeye gitti ve kimsenin Çad’ın güvenlik ve istikrarını bozmasına izin vermeyeceklerini belirtti. Diğer taraftan Fransa’daki emekli askerlerin Valeurs Axtuelles adlı sitede hükümete vatanseverliği savunma adına altında bir çağrı yapmaları, Fransız topraklarındaki huzursuzluk ve ayırımcılığa vurgu yapılması ve bunun yakında iç savaşa kadar varabileceğini belirtmeleri ise Fransa’yı bekleyen sonu göstermesi açısından ilginçtir.
Afrika’da diğer askeri güçlerin rekabeti
Fransa ile birlikte Afrika kıtasında en fazla askeri güç bulunduran ülke ABD. ABD’nin askeri faaliyetlerinin bulunduğu bölgeler, genelde kritik noktaları kontrol etmek amaçlı. ABD, Ortadoğu bölgesi kadar, Afrika’nın kritik bölgelerine yerleşmiş durumda. Bu bakımdan Afrika ve Orta Doğu bir arada değerlendiriliyor. ABD’nin kıtadaki 54 ülkeden 50’sinde askeri unsurları bulunuyor. Kıtanın bir rekabet alanı haline geldiğini gören ABD, Ekim 2007’de Birleşik Devletler Afrika Komutanlığı’nı (AFRICOM) kurdu. Bu paylaşımda Mısır’ın AFRICOM dışında tutulduğu görülüyor.
ABD, Afrika kıtasında üslerinin bulunmadığı ülkelerle de ikili anlaşmalar yapmak suretiyle gerektiğinde bu ülkelerin havaalanları, limanları ya da askeri üslerini kullanabiliyor. En büyük üssü Kızıldeniz’i kontrol eden Cibuti’de ve bu bölgede Fransa ile ortak hareket ediyor.
AFRICOM merkezi Almanya’nın Stuttgart şehrinde. Somali, Libya, Nijer, Nijerya, Kamerun gibi ülkelerde üslendirilmiş 7.000’den fazla askeri bulunuyor. Ağırlıklı olarak; Kuzey Afrika, Sahel ve Kızıldeniz civarında tertiplenmiş durumda. 800 asker ve bir drone üssü Nijer bölgesinde konuşlanırken, 4000 asker ve büyük bir drone üssü ile Cibute’de Kızıldeniz girişini kontrol için konuşlanmış görünüyor. Bu bölge ve civarındaki operasyonlar da buradan yönetiliyor.
Son dönemde Afrika kıtasına daha önce giren ülkeler yanında, Afrika’da iki yükselen gücün daha rekabet içinde olduğu görülüyor. Bunlar Çin ve Hindistan. Bunların arasına Rusya’da girmiş durumda. İtalya ise daha ziyade Kuzey ve Doğu Afrika ile ilgili. Bu arada İsrail’i de unutmamak gerekiyor.
Afrika kıtası ile ilgilenen Hindistan, bu kıtada soğuk savaş yıllarından beri güçlü bir şekilde var. Afrika’ya en fazla mal satan ülkelerden birisi. Hindistan’ın Afrika kıtasında Madagaskar ve Mozambik gibi bölgelerde askeri amaçlı tesisleri bulunmaktadır. İlk olarak Hint donanmasının, 2003 yılında Afrika Birliği Zirvesinde Mozambik deniz güvenliğinin sorumluluğunu üstlenmesiyle, bir deniz üssü açılmış oldu. İkincisi üssü Madagaskar’da ve yine ağırlıklı olarak bir deniz üssü görünümünde. Burada ayrıca gözlem üssü var ve diğer üssü ise Seyşeller’de bulunmakta.
Çin’in Afrika kıtasına ilgisi artıyor
Çin’in Afrika kıtasına ihracatı 2000’li yılların başından itibaren hızla artarak 200 milyar doları aşmıştır. Bunun bir sonucu olarak bölgede ihtiyacı olan ülkelere ekonomik kaynaklar sağlamaktadır. Ancak bunu geri ödemekte güçlük çektiklerinde, bazı kuruluşlara el koyduğu iddia edilmektedir. Çin, Afrika ülkeleri ile barış ve güvenlik konusunda işbirliğini güçlendirmek niyetini bir süreden beri ortaya koymaktadır. Çin’in resmi olarak açıkladığı diğer bir konu ise, artık Afrika ülkelerinin güvenlik sorunlarına aktif olarak katılma kararlılığıdır (Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Ekim 2014).
Afrika’nın en küçük ülkelerinden birisi olan Cibuti’de, daha önceden bulunan Fransız kuvvetlerinin yanı sıra, ABD’leri de büyük bir üs kurmuş durumda. Bunların dışında Çin, İtalya, Almanya, İspanya, Japonya gibi ülkeler de sırada. Bölgenin giderek daha fazla mücadele alanına dönüşeceği tahmin ediliyor.
Çin, 2017 yılında birçok ülkenin üs elde etmek istediği Kızıldeniz girişindeki Cibuti’deki üssü faaliyete geçti ve kurulur kurulmaz tatbikatlar yapılmaya başladı. 10.000’den fazla askerin bulunduğu bu üs, sahip olduğu silahlar ve kapasite ile birçok Afrika ülkesinin ordusundan daha güçlü. Bu durum ise ABD’yi tedirgin etmeye yetiyor.
Forbes dergisine göre Çin’in Cibuti’deki stratejik üssü, büyük savaş gemilerini hatta uçak gemilerini bile konuşlandırabilecek büyüklükte ve dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya karşı koyabilecek şekilde tasarlandı.
Çin son dönemde “Barışı Koruma” adı altında değişik operasyonlara yoğun şekilde asker göndermeye başladı. Çin, Aden Körfezi’nde güvenlik sağlama görevleri yanında, Afrika’daki barışı koruma harekâtlarına da aktif olarak katılıyor ve bu anlamda Afrika’daki barışı koruma harekatlarına en çok personel gönderen ve en fazla bütçeden pay ayıran ülke durumunda. Bunun anlamı artık sadece ekonomik alanda değil, askeri alanda da Çin, Afrika kıtasında olacak.
Soğuk Savaş döneminde Afrika’da aktif rol oynayan Rusya tekrar bölgeye dönmekte kararlı
Rusya özellikle “Soğuk Savaş” döneminde Afrika’da etkili olmuş ülkelerden birisi. Soğuk Savaş yıllarına ait Afrika ülkelerinin 20 milyar dolarlık borcunu sildi. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ise bölgeye tekrar dönme arzusunda. Ancak ilişkiler eskisi gibi ideolojik olmaktan uzak. Buna rağmen 2019 Ekim ayında düzenlenen Rusya-Afrika Zirvesinde Rusya Devlet Başkanı, Afrika ülkeleriyle ticaret hacmini 5 yılda 2 katına çıkarmayı hedeflediklerini açıklarken, birçok ülke ile büyük anlaşmalar imzaladı. Bunların çoğu silah satışı ile ilgili. Örneğin Nijer, bu zirvede 12 adet Mi-35 aldı. Rusya Afrika’ya 15 milyar dolar civarında askeri malzeme ve gıda satıyor. Bunun dışında Gine Bissau, Zambiya, Kenya ve Güney Sudan işbirliğinin geliştirileceği ülkeler olarak belirlendi.
Rusya ve Çin’in, Afrika kıtasındaki faaliyetleri ABD tarafından yakinen takip ediliyor. Rusya’nın, Libya’ya girişi Avrupa güneyi için bir tehdit olarak görülüyor. ABD Savunma Bakanlığının 2019 yılında hazırladığı bir raporda, Rusya’nın Libya’daki varlığının ABD’nin bölgedeki terörle mücadele faaliyetlerine zarar verdiği ve Batı Afrika’daki ortaklarıyla işbirliğinin altını oyduğu vurgulanmıştı. AFRICOM Komutanı Orgeneral Stephen Townsend’in 2020 yılında yaptığı başka bir açıklamada ise, Rusya’nın Afrika’da, askerî açıdan ABD için önemli bir tehdit oluşturduğunu ancak gelecekte bu etkinin önemsizleşeceği belirtildi. Ona göre ABD için bu kıtadaki en büyük tehdit Çin. Townsend, “Çinlilerin dünya çapında bir üs ağı kurmayı arzuladıklarını biliyoruz. Endişemiz, Afrika’nın Atlantik kıyısında bir üs kurmaları” derken, ABD Güney Komutanlığından Amiral Faller, Çin’i Orta ve Güney Amerika’ya ulaşması konusunda uyardığı” dikkat çekmişti.
İsrail’in Afrika kıtasına askeri ilgisi
İsrail, bir taraftan Afrika ile ekonomik olarak ilgilenirken, diğer taraftan güvenliğini daha geniş bir alanda ve uzaktan sağlamak istemektedir. İsrail’in askeri ilgi alanı, daha ziyade Fransa’nın ilgi alanlarının güneyinde yer alıyordu. Fas ve Sudan gibi ülkelerle ilişkilerini normalleştirmek kaydıyla geliştirdiği ilişkiler ise ABD destekli. İsrail’in Afrika’daki varlığı ekonomik kazançları yanında, dar bir alanda kuşatılmamak ve komşusu devletleri ters cepheden sıkıştırma stratejisini yansıtıyor. Bunun yanında enerji nakli ve güvenliği için özellikle Kızıldeniz’i kontrol etmek de bir başka çalışma alanı.
İsrail, Doğu Akdeniz’de bulduğu ve tek başına el koymayı planladığı hidrokarbon yataklarında elde ettiği ürünleri Süveyş Kanalını kullanmadan, doğrudan Akdeniz’den Akabe körfezine aktarmayı ve Asya’nın gelişen ekonomilerini enerji açısından kontrol etmeyi planlamaktadır. İsrail Başbakanı Netanyahu 30 Ocak 2012 tarihinde, Akdeniz ile Kızıldeniz’deki Elat şehri arasında 350 kilometrelik kara ve demir yolu ağı inşa edileceğini açıklarken, Avrupa ile Asya arasındaki bu stratejik projenin İsrail’i tepeden tırnağa değiştireceğini söylüyordu.
İsrail bu amaçla Kızıldeniz’de ve bunun çevresindeki ülkelerde askeri faaliyetler yürütmekte ve buraları kendi kontrolü altında tutmak istemektedir. Bu açıdan özellikle, geçmişten beri Sudan’ın bölünmesi ve kontrol altına alınması yönünde faaliyetler yürüten İsrail, böylelikle hem Kızıldeniz’i kontrol etme yolunda adımlar atarken hem de kendisine karşı herhangi bir harekâtta bulunma ihtimaline karşı da Mısır’ı güneyden kuşatmayı düşünmektedir. Osmanlı’nın tarihteki önemli üssünün bulunduğu Eritre açıklarındaki stratejik Dahlak Adaları’nda konuşlanması ise bu bölgedeki kontrol amaçlı askeri faaliyetlerinden sadece birisi.
Afrika’da güvenlik ortamının geleceği ve sonuç
Bütün iyi niyetli çalışmalara ve bazı ülkelerde sağlanan olağanüstü gelişmelere rağmen, birçok ülke için Afrika kıtası istikrarsızlıkları bünyesinde barındırmaya devam ediyor ve güvenlik ortamı hala çok kırılgan.
Yapılan tüm iyi niyetli girişimlere rağmen terör olayları başta olmak üzere; iç çatışmalar, korsanlık faaliyetleri, toplumsal olaylar ve karışıklıklar güvenlikli bir kıtaya ulaşma çabalarını engelliyor. Buna gelecek için iklim, su ve gıda güvenliğini de eklemek mümkün.
Afrika’nın sorunlarını ancak Afrikalılar çözebilir. Gerçek durum ve nedenler iyi tespit edilebilirse çözüm de bulunulabilir. Afrika’daki olaylarda dışarıdan derin etkilerin olduğu muhakkak. İç bünyede desteğin sağlanması ise adaletli yönetim, liyakatli görevlendirmeler ve hakça bölüşümle mümkün.
Daha önce 2020 yılına kadar kıtada silahların susturulması vizyon kararı alınmasına rağmen bu gerçekleştirilemeyince, Güney Afrika’da yapılan “14’üncü Olağanüstü Afrika Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları” zirvesinde bu hedef 2030 yılına alındı.
Afrika’nın gerçek sahipleri ise bir kısmıyla hala kendi geleceklerini kontrol altına alabilecek düzeye ulaşmış görünmüyorlar. Bölgede istikrar sağlama çalışmaları ise bir takım art niyetli güçler tarafından sahte bir tehlike algısı yaratılarak önlenmeye çalışılıyor. Libya’da, BM tarafından tanınan meşru Ulusal Mutabakat Hükümetinin bazı bölgelerde istikrarı sağlamış olması, Fransa’yı rahatsız ettiği gibi, Somali’de devlet yapısının yeniden sağlanmasına yönelik gelişmeler de başkalarını rahatsız ediyor. Kısaca, bölgenin kaynaklarından istifade eden güçler, istikrarlı bir Afrika’yı zaten çıkarlarına uygun bulmuyor ve alıştıkları sömürü düzeninin bir şekilde devamını arzuluyorlar. Bütün bu zorluklara rağmen genç ve dinamik nüfusu ile geleceğin bu kıtada olduğuna şüphe yok ve mevcut uluslararası sistemin bu kıtaya yönelik adaletsiz ve haksız uygulamalarının eninde sonunda yok olması gerekiyor.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya