Alper TAN
Tüm YazılarıAvrupa’da, özellikle Orta Çağ’dan başlayarak çeşitli dönemlerde din ve mezhep savaşları birçok ülkede yaşandı. Bu süreçte öne çıkan savaşlar şunlar:
Orta Çağ’da, Hristiyanlık ile İslam arasındaki Haçlı seferleri büyük bir çatışma dönemi oluşturdu. Avrupa’daki farklı ülkeler, özellikle İngiltere, Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu, Haçlı seferlerine katıldılar ve Orta Doğu’da Müslüman devletlerle çatıştılar.
16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa'da Reform hareketi ve Protestanlığın yayılması, Katolik-Protestan çatışmalarına yol açtı. Özellikle Almanya’daki Otuz Yıl Savaşları, Protestan ve Katolik devletler arasında gerçekleşti. Fransa'da, Huguenot (Protestan) ile Katolikler arasında çıkan Fransız Din Savaşları da önemli bir örnektir.
İngiltere, Reform hareketinin ardından, Katolikler ve Anglikanlar arasında ciddi gerginlikler yaşandı. Aynı şekilde, İskoçya ve İrlanda’da da Protestan-Katolik çatışmaları uzun süre devam etti.
Amerika’da ise 19. yüzyıldan itibaren çeşitli mezhepler ve gruplar arasında sürtüşmeler olsa da, din savaşları Avrupa’daki gibi yoğun yaşanmadı. Ancak dini kimliklerin toplumsal ve politik etkileri 19. ve 20. yüzyıl Amerika’sında da kendini gösterdi, örneğin Katolik-Protestan ayrımı veya Mormonlara yönelik baskılar gibi.
Genel olarak, Avrupa’da din savaşları çoğunlukla iç dinamiklerle, mezhep farklılıkları ve siyasi güç mücadelesiyle bağlantılıydı, ancak bu süreçler Amerika’ya kıyasla çok daha kanlı oldu ve uzun sürdü.
Avrupa’daki mezhep ve din savaşlarında, hayatını kaybedenlerin sayısını tam olarak belirlemek zor çünkü kaynaklar ve kayıtlar sınırlı. Ancak tarihçiler bazı tahminlerde bulunabiliyor. İşte bazı önemli savaşlarda kayıpların tahmini sayıları:
Haçlı Seferleri (11. ve 13. yüzyıllar arasında), toplamda yaklaşık 2 milyon kadar insanın hayatını kaybetmesine yol açtı. Bu savaşlarda, Hristiyan ve Müslüman orduların yanı sıra yerel halklar da büyük kayıplar verdi.
Otuz Yıl Savaşları (17. yüzyıl Almanya’sı ve Avrupa genelinde) çok kanlıydı ve yaklaşık 8 milyon insanın ölümüne neden oldu. Almanya nüfusunun yaklaşık %20’si bu savaşlar sırasında hayatını kaybetti.
Fransa’da, Huguenot Savaşları (16. yüzyılda) sırasında, Protestan ve Katolik gruplar arasındaki çatışmalarda 3 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.
İngiltere ve İrlanda'daki dini çatışmalar, örneğin İngiliz İç Savaşı sırasında (17. yüzyıl), yaklaşık 200 bin insanın ölümüyle sonuçlandı. Bu çatışmalarda sadece savaş değil, kıtlık ve hastalık da ölüm oranlarını artırdı.
Toplamda, Avrupa'da din ve mezhep savaşlarının neden olduğu ölüm sayısının, on milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bu savaşlarda doğrudan çatışmaların yanı sıra, salgın hastalıklar ve kıtlık gibi dolaylı etkiler de ölüm oranlarını yükseltti. Amerika’da ise din savaşları Avrupa’dakilerle kıyaslandığında daha az can kaybına neden oldu; Amerikan iç çatışmaları dini temelden çok siyasi ve sosyal temelliydi.
İkinci Dünya Savaşı’nda 70-85 Milyon İnsan Öldü:
İkinci Dünya Savaşı, 10’dan fazla ülkenin doğrudan savaştığı çok büyük bir küresel çatışmaydı. İki ana blok vardı: Müttefik Devletler ve Mihver Devletleri. Müttefiklerin ana ülkeleri Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Sovyetler Birliği, Çin ve Fransa'ydı. Mihver Devletleri ise Almanya, İtalya ve Japonya'dan oluşuyordu. Bu savaş, çoğunlukla Avrupa, Asya ve Afrika cephelerinde yoğunlaştı, ancak etkisi dünya çapında hissedildi.
Toplamda, İkinci Dünya Savaşı'nda yaklaşık 70 ila 85 milyon insan hayatını kaybetti. İşte başlıca ülkelerin tahmini sivil ve askeri can kayıpları:
Sovyetler Birliği: 24 milyon kayıp (askeri ve sivil). Bu, en yüksek can kaybıydı; savaşın çoğu Sovyet topraklarında gerçekleşti.
Çin: 15 ila 20 milyon arasında kayıp (askeri ve sivil). Çin, Japonya'nın işgali sırasında büyük bir yıkım yaşadı.
Almanya: 7 milyon kayıp (askeri ve sivil). Almanya, savaşın sonlarına doğru Müttefik bombardımanları ve cephedeki kayıplar nedeniyle çok ağır kayıplar verdi.
Polonya: 6 milyon kayıp (çoğu sivil). Polonya, savaşın başında Almanya ve Sovyetler tarafından işgal edildi ve Nazi zulmü nedeniyle çok sayıda sivil öldü.
Japonya: 3 milyon kayıp (askeri ve sivil). Atom bombaları ve diğer bombardımanlar nedeniyle büyük kayıplar yaşandı.
Hindistan (Birleşik Krallık İmparatorluğu'nun parçası olarak): 2 milyon kayıp (çoğu sivil). Açlık ve savaşın dolaylı etkileri nedeniyle kayıplar arttı.
Birleşik Krallık: Yaklaşık 500 bin kayıp (askeri ve sivil). Almanya'nın hava saldırıları ve Avrupa cephelerindeki kayıplar etkili oldu.
Amerika Birleşik Devletleri: Yaklaşık 400 bin kayıp (çoğu askeri). ABD topraklarında bir savaş yaşanmadı; kayıplar çoğunlukla denizaşırı çatışmalarda oldu.
Fransa: Yaklaşık 500 bin kayıp (askeri ve sivil). Almanya’nın işgali altında kaldığı için sivil kayıplar da fazlaydı.
İtalya: Yaklaşık 450 bin kayıp (askeri ve sivil). Mihver Devleti olarak savaşan İtalya, işgaller ve iç çatışmalardan etkilendi.
Diğer ülkeler de savaştan etkilendi, ancak bu ülkeler en yüksek can kaybını yaşadı. Toplam can kaybı sayısına savaş, hastalık, açlık ve sivil katliamlar da dahil olduğundan, gerçek rakamlar tahminlerden çok daha fazla olabilir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, 1939 yılında Avrupa'nın nüfusu yaklaşık 550 milyon civarındaydı. Ancak savaş sonrasında, yani 1945'te, Avrupa nüfusu önemli ölçüde azaldı. Tahminlere göre savaş ve onun getirdiği doğrudan sonuçlar nedeniyle Avrupa'da yaklaşık 40 ila 50 milyon insan hayatını kaybetti. Dolayısıyla savaşın ardından Avrupa'nın nüfusu 500 milyonun altına düştü.
Savaştan sonra birleştiler:
Savaşın yol açtığı bu kayıplar, askeri ve sivil ölümler, göçler, hastalıklar ve kıtlık gibi nedenlere dayanıyordu. Savaş sonrasında Avrupa'nın toparlanması uzun yıllar aldı, ancak nüfus artışı ve ekonomik kalkınma ile nüfus zamanla yeniden toparlandı.
50 Milyon insan öldürdükten sonra birleştiler ve tek devlet olmaya çalıştılar:
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Avrupa’da yıkımın boyutu o kadar büyüktü ki, eski düşman ülkeler düşmanlığın zararlarını fark edip yeni bir savaşın çıkmasını engellemek için birlikte çalışmanın yollarını aradılar. Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın büyük güçleri, yeni bir barış ve iş birliği dönemi başlatmak amacıyla bir araya geldi.
Kömür ve Çelik Birliği:
Bu sürecin ilk adımı, Kömür ve Çelik Birliği (European Coal and Steel Community, ECSC) ile atıldı. Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 1950’de bir plan sundu ve Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg gibi ülkeler arasında kömür ve çelik üretiminin ortak denetim altına alınmasını önerdi. Bu iki temel sanayi alanını ortaklaştırarak savaşa yol açabilecek güç kaynaklarını kontrol altına almak istediler. Bu plan, 1951'de Paris Antlaşması’yla resmiyet kazandı ve ECSC kuruldu. Bu birlik, eski düşman ülkelerin ekonomik iş birliğine dayalı bir barış süreci başlatmalarını sağladı.
Avrupa Ekonomik Topluluğu:
Bu iş birliğinin başarılı olması, Avrupa’da daha geniş bir entegrasyon fikrini doğurdu. 1957’de bu altı ülke Roma Antlaşması'nı imzalayarak Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (EEC) kurdular. Bu topluluk, üye ülkeler arasında serbest ticaret ve ortak pazar oluşturmayı hedefliyordu. Ekonomik sınırları kaldırarak ülkeler arasında daha yakın bir ekonomik bağ oluşturuldu.
Avrupa Birliği:
Zamanla Avrupa Ekonomik Topluluğu sadece ekonomik değil, siyasi entegrasyona da yöneldi. 1992’de imzalanan Maastricht Antlaşması ile EEC, Avrupa Birliği (EU) adını aldı. Bu antlaşma, ortak bir para birimi (Euro), ortak dış politika ve güvenlik politikaları gibi daha geniş kapsamlı iş birliği alanlarını kapsıyordu. Böylece Avrupa Birliği, sadece ekonomik değil, siyasi bir yapı neredeyse TEK DEVLET haline geldi.
Savaşan ülkelerin bir araya gelmesi ve Avrupa Birliği’ni kurmaları, esasen “bir daha savaş olmayacak” idealine dayalı bir barış süreciydi. Savaş sonrası nesil, kömür ve çelik gibi temel kaynakları paylaşarak düşmanlığı ortadan kaldırmayı ve ortak ekonomik çıkarlar çerçevesinde bütünleşmeyi hedefledi. Bu süreçte Almanya ve Fransa arasındaki barış, Avrupa entegrasyonunun temel taşlarından biri oldu.
Avrupa Birliği, bu süreçte eski savaşan ülkeleri bir araya getirerek, uzun vadede barışı sürdürülebilir kılmayı ve Avrupa’nın bir daha büyük bir savaşa sürüklenmemesini sağlamayı başardı. Bu iş birliği, Avrupa'nın birçok alanda ortak kararlar alabileceği, tek bir devlet gibi çalışabileceği bir düzeye kadar ilerledi.
ABD iç savaşları ve sonrası:
Amerika Birleşik Devletleri'nde eyaletler arasındaki en büyük ve kanlı iç savaş, 1861-1865 yılları arasında yaşanan Amerikan İç Savaşı’ydı. Bu savaş, kuzeydeki eyaletler (Birlik) ile güneydeki eyaletler (Konfederasyon) arasında yaşandı. Ana sebep, kölelik, ekonomik farklılıklar ve eyalet hakları konularındaki anlaşmazlıklardı. Özellikle güney eyaletleri, köleliğe dayalı tarım ekonomilerini sürdürmek istiyorlardı, oysa kuzeyde kölelik yük olarak görülüyor teknolojik üretim ile sanayi ekonomisi gelişiyordu.
Amerikan İç Savaşı dört yıl sürdü ve yaklaşık 700 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu sayı, ABD tarihindeki en yüksek askeri kayıptı; savaş sadece cephelerde değil, salgın hastalıklar ve kötü koşullar nedeniyle de ölümlere yol açtı. Savaş, Konfederasyon’un 1865'te teslim olmasıyla sona erdi ve kölelik anayasal olarak yasaklandı.
Savaşın ardından, güney eyaletlerinin tekrar Birlik’e entegrasyonu için bir “Yeniden Yapılanma Dönemi” (Reconstruction) başlatıldı. Bu süreçte, güneyin altyapısı yeniden inşa edildi ve siyah Amerikalılara bazı vatandaşlık hakları tanınmaya çalışıldı. Ancak yeniden yapılanma süreci zor geçti; güneyde hala kölelik yanlısı fikirler güçlüydü ve yeni düzeni kabul etmek istemeyen gruplar vardı.
Amerikan İç Savaşı'ndan sonra, ABD bir daha böyle büyük bir iç savaş yaşamadı. Federal hükümetin güçlü bir yapısı olduğu için, eyaletler arasındaki anlaşmazlıklar siyasi yollarla çözülmeye başlandı. Ayrıca, anayasa ve federal yasalar, eyaletlerin haklarını korurken aynı zamanda ulusal birliği güçlendirdi. Federal hükümet, sosyal, ekonomik ve siyasi reformlar yaparak toplumsal entegrasyonu sağlamaya çalıştı. Sonuç olarak, ABD’deki eyaletler, Amerikan İç Savaşı'ndan ders alarak, ortak bir anayasaya, güçlü bir federal yapıya ve hukukun üstünlüğüne bağlı kalarak bir arada kalmayı başardılar.
Avrupa ülkeleri ve ABD’de on milyonlarca insan öldürüldükten hemen sonra yıllarca savaşmış devletler TEK DEVLET haline gelmek için birleşebildilerse aynı şeyi kendi gönül coğrafyamızda biz niçin yapmıyoruz?
Biz niçin birleş(e)miyoruz?
Onlar, yıllarca savaştılar, on milyonlarca insanlarını öldürdüler ve buna rağmen 3-5 sene sonra hemen birleşmeye başladılar. Osmanlı Devleti’nin en geniş sınırlara ulaştığı dönemlerde kapsadığı coğrafya üzerinde şu anda irili ufaklı onlarca devlet var. Ama bunların neredeyse hiç biri tek başına tam bağımsız olarak ayakta durabilecek durumda değiller. Hemen hepsi de çok kırılgan ve Batının yıkıcı tesirlerine çok açıklar. Osmanlı çatısı altında yüzlerce yıl birlikte yaşadıktan sonra bu toplulukların çoğu savaşarak ayrılmadılar. Batılı düşmanların müdahalesi, içerdeki işbirlikçilerin desteği ile coğrafya parçalandı ve bu devletler dış müdahalelerle ortaya çıktılar. Yüz yılı aşkın zaman geçmiş olmasına rağmen de tam anlamıyla bağımsız olamadılar. Yani aramızda ciddi bir husumet ve kan davası olmadı. O halde tekrar birleşmek için daha neyi bekliyoruz?
Kalbimiz aynı ritimle atarak aynı üst çatı altında olsaydık Afganistan’a savaş açabilirler miydi? Irak bu hale gelir miydi? Libya’ya saldırabilirler miydi? Arakan, Keşmir, Sudan’da gördüklerimiz olur muydu?
Ayrı durmak için hiçbir bahane kalmadı. Birleşmek için ortam çok uygun. Birleşmenin zorluklarını anlatmak yersizdir. Negatiflere değil pozitiflere odaklanmalıyız. Yukarda anlatmaya çalıştık. Avrupa’nın ve ABD’nin birleşmesi neredeyse imkansızdı. Ama kısa zamanda birleştiler. Küçük zümrelerin yönetme şehveti, çıkar hesapları ve ailevi, sınıfsal ihtirasları dışında bir engel mi var? Bunları da rahatlıkla aşarız/aşmalıyız.
Denebilir ki 100-150 yıl önce parçalanırken zaten aynı çatı altında değil miydik? Öyleyse niçin bölündük ve dağıldık? Evet aynı çatı altındaydık. Ama önce kalplerimizin ritmi değişti. Her birimiz farklı yollara düştük. Yolumuzu ve istikametimizi kaybettik. Bunu fark eden hasımlarımız gelip aramıza girdiler. Şeytana uyduk. Kavmiyetçilik illetine dûçar olduk. O gün bugündür beladan kurtulamadık.
Ama bu zilletten kurtulmak için fırsat kapımızda, anahtar dilimizde ve bunun kilidi kalbimizde.
Gerisi sadece bahane…
Alper Tan
11 Kasım 2024
Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.
Güncel Yazıları
Suriye’nin Kurtuluşu Dünya için Yeni Bir Devrin Açılışıdır
08 Aralık 2024,
Büyük Savaşın Ortasında Yeni Savaş Yöntemleri ve Medya
06 Aralık 2024, Cum
Suriye’de Dünyayı Şok Eden Harekatla İlgili Önemli Noktalar
04 Aralık 2024, Çar
Müslümanlar Nasıl Birleşebilirler?
30 Kasım 2024, Cmt
Cinayet ve Şiddet Haberleri Toplumun Ruh ve Beden Sağlığını Bozuyor
25 Kasım 2024, Pzt
ABD Ne Zaman ve Nasıl Dağılır?
19 Kasım 2024, Sal
Müslümanlar Birleşince ve Ayrışınca Neler Oluyor?!
14 Kasım 2024, Per
Analiz- ماذا يمكن أن يؤدي انتخاب دونالد ترامب رئيسًا للولايات المتحدة في أمريكا والعا..
13 Kasım 2024, Çar
What Could Donald Trump's Election as President Cause in the US and the World?
12 Kasım 2024, Sal
50 Milyon Vatandaşını Öldüren Batı Dünyası Nasıl Birleşti? Biz Niçin Birleş(e)miyoruz..
12 Kasım 2024, Sal
Donald Trump’ın Başkan Seçilmesi ABD ve Dünyada Nelere Yol Açabilir?
10 Kasım 2024,
Avrupa ve ABD Köle Ticareti Konusunda Kanlı Tarihiyle Yüzleşmeye Başladı
06 Kasım 2024, Çar
Keşmir Meselesinin Çözümü Pakistan’ın İç İstikrarına ve Müslümanların Birleşmesine Ba..
29 Ekim 2024, Sal
Analiz-طوفان الأقصى وفلسطين: هل تنتصر إسرائيل أم تخسر؟..
09 Ekim 2024, Çar
The Al-Aqsa Flood and Palestine: Is Israel Winning or Losing?
07 Ekim 2024, Pzt