Analiz: İngiltere Kralının İlk Yurtdışı Ziyaretini Almanya’ya Yapmasının Anlamı
*Bu yazı 05/04/2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Doç. Dr. Güray ALPAR/ SDE Başkanı
Geçtiğimiz yıl, Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrası gelişen olaylarda, uluslararası ilişkilerde “dolaylı etki” de diyebileceğimiz, izlenen stratejilerin beklenilmeyen sonuçlarını yaşamaya devam ediyoruz. Bilindiği gibi, eleştirisel yöntemin en iyi yanlarından birisi, araştırmayı ilk ilkelerinden bir şey değiştirmeden, doğru yönlendirmeyi başarabilmesidir. Olayların ileride alacağı durumları kestirme ve önceden anlayabilme anlamına gelen “öngörü” de bu safhada önem kazanıyor.
“Tırmanma Etkisi” olarak isimlendirilen terim ise, mevcut çatışmalarda tarafların güvenliklerini artırmak için daha fazla güç kullanmaları ve çatışmayı tırmandırmalarının ardından, karşı tarafında da güç artırımı karşısında gerçekte daha az güvende olmaları durumudur (Köni, 2016: 19). Bu anlamda İngiltere Kralı Charles tarafından, Almanya’ya gerçekleştirilen ilk yurt dışı ziyaretini de sıradan bir haber gibi yansıtmaktan ziyade, bir önceki yazımızda ortaya koyduğumuz şekilde, “uluslararası siyaset yaklaşımı” açısından iyi analiz etmek gerekiyor (Rosecrance, 1962: 2).
Aslında İngiliz Kralı Charles, tahta çıkışından sonra ilk yurt dışı ziyaretini Fransa’ya yapacaktı, ancak Fransa’daki “emeklilik reformu” karşıtı grevler ve protestolar nedeniyle, ilk ziyaret ülkesi değişti. Bu bile başlı başına ortada bazı sıkıntıların olduğunu göstermesi bakımından kuvvetli bir emare olarak değerlendirilebilir. İngiltere içinde de sıkıntılar uzun süredir var ve belki de geçmişle bağlantı kurabilmek açısından bunun stratejik derinliğine de inmek gerekiyor. Bunun için de 1900’ler dünyasından başlayarak, günümüze kadar meydana gelen gelişmeleri kısaca incelemekte fayda olduğu düşünülmektedir.
İngiltere, 1800’lü yılların başında 10 milyon nüfustan, yüzyılın sonunda 40 milyona ulaşmıştı. Aynı dönemde Fransa 27 milyondan 40 milyona, Almanya ise iki kat artarak 50 milyona ulaşmıştı (Robert, 1996: 438). İngiltere’deki bu nüfus artışının, doğal olarak bazı sonuçları oluyordu. İngiltere bu dönemde oluşturduğu makine gücü ile de çok sayıda silahı standart olarak ve süratle üretebiliyordu. 1860’lı yıllarda sadece bir fabrikada günde 200 binden fazla mermi üretilebilirken (Ponting, 2011: 708), bu yıllarda geliştirilen bombalar sayesinde denizlerdeki ahşap gemilerin üstünlüğüne de son verilmişti.
1900’lü yıllara geldiğinde dünyanın neredeyse dörtte birini kontrol eden İngilizlerin egemenliğinde 350 milyondan fazla insan yaşarken, Fransızlar 50 milyon kişiye hükmediyordu (Ferguson, 2004: xi).
Batı’nın keşifleri plansız bir şekilde sömürgeciliğe dönüşmüştü (Uslubaş ve Dağ, 2007: 320). Kimse, sömürgelerini zenginleştirmek için imparatorluklar kurmamıştı. Bu dönemde 350 milyon insan birinci dil, 450 milyon kişi ise ikinci dil olarak İngilizce konuşuyordu. Kendi dilleri yerine Fransızca konuşan ülkelerin sayısı da az değildi. Bazılarına göre dünyanın, Batılılaşması 1914 yılında tamamlanmıştı. Ancak acılar üstüne inşa edilen bu dünyanın, kendi çelişkilerinin bir sonucu olarak, çökmeye başladığı da görülecekti (Latouche, 1993: 25).
Gerçekte Avrupa, güç dengesi itibarıyla stratejik bir değişim göstermiş ve birbiriyle rekabet halinde olan parçalara çoktan bölünmüştü. İngiltere dünya gücü olsa da endüstri üretiminde önce ABD, daha sonra da Almanya tarafından geçilmişti. Gladstone’un İngilizlerin gücünü başka işlerde harcadığı dönemde Amerikan kara ordusu, dünyada Bulgaristan’ın bile gerisinde, 14. sıradaydı. Deniz gücü de Brezilya, Arjantin ve Şili gibi ülkelerden daha küçüktü. Amerika, uluslararası konferanslara katılmayan, ikinci sınıf bir devlet statüsündeydi. 1880’lerde Şili donanması kadar bile bir gücü olmayan Amerikalılar gayretli çalışmalar sonucu, 1900’lü yıllara gelindiğinde, aynı anda 14 savaş gemisi ve 13 kruvazörü inşa edecek kapasiteye ulaşmışlardı.
Ancak o dönemde, güç zehirlenmesi altında, bunları anlayacak kapasitede İngiliz devlet adamları yoktu. Sıradan bir ailede, psikolojik ve ruhsal sıkıntısı olan beş kardeşten birisi olarak doğduktan sonra (Checkland, 1971: 381), sonradan zengin olan ve dört dönem başbakanlık yapan Gladstone (1809-1898), aile olarak Evanjelik Kilisesine bağlıydı ve bu kilisenin öğretilerinin sıkı takipçisiydi.
Gladstone, gençliğinde Helence öğrenmişti ve Helen kültürünün Avrupa kültürünün temeli olduğuna yürekten inanmıştı. 1868 yılından başlayarak 1894 yılına kadar iktidardaydı. İngiltere onun döneminde üstünlüğünü kaybetti. Sebebi ise onun mantığı değil duygusallığı esas alan tavrıydı ve döneminde İngiltere’yi gereksiz biçimde İslam Dünyası ile uğraştırmıştı (Bu dönem ABD’nin Soğuk Savaş Dönemi sonrası İslam Dünyası ile uğraşarak vakit ve tek güç merkezi olma durumunu kaybetmesi ile kıyaslanabilir).
Bir Evanjelik olarak Gladstone döneminde, o zamana kadarki “Rusya’ya karşı Osmanlı’yı destekleme politikası”nı terk etmiş ve katı bir Müslüman düşmanlığı ile Osmanlıyı zayıflatma ve içindeki ayrılıkçı unsurlara destek verme çalışmalarında bulunmuştu. Oysa bu kendisini de zayıflatmış ve İngiltere’nin güç merkezi olma konumunu kaybetmesine neden olmuştur. Güç, kullanıldığında güç olmaktan çıkar ve bu yanlışı en fazla yapan ülkenin İngiltere olduğu bundan sonra da görülecektir.
İngiltere’nin Ruslarla birlik olması, çıkarları gereği büsbütün imkânsızdı. Zaten Ruslar her iki dünya savaşında da başlangıçta Almanya’nın yanında yer almıştır. Bütün bunlar açık olarak İngiltere’nin izlediği politikalardaki tutarsızlığı ortaya koyar. Nitekim Almanya Başbakanı Bismarck, 1883 yılında Alman İmparatoruna yazmış olduğu bir mektupta, Gladstone’un tutarsızlıkları ile ilgili olarak “İngiltere’de Avrupa politikasından anlayan adamlar var olsa idi işimiz daha kolay olacaktı” demişti.
Sonradan bölge dışından ülkeler olan ABD ve Japonya katılsa bile, aslında I. Dünya Savaşı bir “dünya savaşı” olmaktan ziyade, savaş çoğunlukla Avrupa ve çevresinde gerçekleştiğinden buna “Dünya Savaşı” denilemezdi ve tam bir Avrupa savaşı niteliğindeydi. Bu savaş sonunda da istikrar sağlanamayacak ve 20 yıl sonra ikinci bir savaşa girişilecektir. Bu yanlış da Birleşik Devletlerin küresel bir güç olmasının önünü açacaktır.
Bir harekât, öncesinden tahayyül edilir. Hiç kimse, İngiltere’nin oluşturduğu bu düzenin değişeceğini tahmin etmiyordu (Attali, 2007: 15). Gladstone’un duygusal hareketleriyle İngiltere’yi sabitlediği dönemlerde, dünya çok değişmişti. 1916 yılında Fransa’da gerçekleşen Somme Muharebeleri bunun en güzel örneğiydi.
Bu muharebeler esnasında Almanlar, cephelerini dikenli tellerle kapatmışlar ve 15 metreye varan derinlikte mevziler kazmışlardı. İngilizler hâlâ süvari hücumu ile bir zafer hayal ediyorlardı. Ancak, topların açtığı derin çukurlarda atlar ilerleyemedi ve ardından makineli tüfekler atları biçti. Bu savaşta İngilizler, ilk defa tank kullanmayı denediler ancak kullanımlar taktiksel olarak berbattı ve 2 kilometreyi bile bulmayan hızlarıyla etkili olmaktan uzaktılar. Bu muharebelerde İngiliz ve Fransızlar, üç ayda 700.000’den fazla kayıp vermelerine rağmen sadece 5 kilometre kadar ilerleyebilmişlerdi. Daha sonra İngiliz ve Fransızlar, sadece bir çarpışmada 300.000’den fazla kayıp verecekti.
Savaş içerisinde İngilizler, ABD’den satın aldıkları cephanenin parasını ödeyemeyecek iflas durumuna geldi, kaynakları tükendi. En büyük kayıp ise Fransa’daydı. 8 milyon kişiyi seferber etmişti bunlarda %60’ı öldü ya da yaralandı (James, 2011: 300-304). I. Dünya Savaşında yaşları 20 ile 30 olan Fransız erkeklerinin neredeyse yarısı savaşta ölmüştü. Savaş esnasında Fransız komutanlar, sırf askerler kaçmasın diye kendi askerleri üzerine top atışı dahi yaptırmıştı. Savaşın maliyeti İngiltere için 37 milyar doları bulmuştu. Fransa 34, ABD ise 26 milyar dolar harcamıştı (Lucas, 1953: 826). I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa üretimi, savaş önceki dönemin 1/4’ine düşmüştü. Bir İngiliz iktisatçı, “dayanabileceğimiz noktanın ötesine geçtik”, diyordu (Roberts, 1996: 612). İngiltere tükenmişti. Ancak yine de görünürde dünyanın coğrafya ve nüfus olarak 1/3’inden fazlası İngiliz ve Fransız hâkimiyeti altındaydı ve bu durumun aynı şekilde devam etmesi imkânsızdı. İstanbul işgal altındayken, İngiltere’de 1922 yılında enflasyon % 22’nin üstüne çıkmış, iş dünyası büyük sıkıntılara girmiş ve bir komünist darbe tehlikesi vardı. Böyle bir ortamda İngiltere’nin savaşı devam ettirmesi çok zordu. Zaten öyle de oldu.
İngilizler artık inisiyatiflerini kaybetmişlerdi. Kimse savaş istemiyordu ama savaş kaçınılmazdı. 1933 yılında, Oxford Üniversitesi öğrencileri münazara kulübü, kendi aralarında bir tartışma düzenlemişti. Savaşta ölen 20 milyon kişiyi unutmamışlardı ve bir daha asla kral ve vatan için savaşmayacakları yönünde bir karar aldılar. Bu olayı Hitler biliyordu. İngiliz halkının durumunu ve savaşa karşılık vermekteki isteksizliklerini çok iyi analiz etmişti. Bu öğrencilerin pek çoğu savaşta öldü (Nye ve Welch, 2011: 34).
Savaşı başlatma ve sonlandırma artık İngilizlerin kontrolünde olmaktan çıkmıştı. II. Dünya savaşı öncesinde oluşan tehdit üzerine Fransızlar, İngilizlerden büyük bir orduyu hazırlamasını istediler. Ancak bu dönemde İngilizlerin hala borçları vardı ve Birleşik Devletlerden borç almakta zorlanıyorlardı. İngilizlerin bütçeleri ve stokları, en fazla 3 yıllık bir savaşı sürdürebilecek boyuttaydı. Statükocu bir devlet olarak İngilizler, aynı ilk savaşta olduğu gibi, istemeseler de yeni bir karar aşamasına gelmişlerdi.
1940 yılının mayıs ayında Alman orduları, Hollanda ve Belçika üzerinden Fransa’ya saldırdı. İlk dünya savaşının aksine, bu sefer cepheyi kısa sürede yardılar. Fransızların çok güvendiği 150 kilometrelik tahkimli Maginot hattı, Almanlar kenardan ve arkadan dolaştığından, işe yaramamıştı. Zaten ilk dünya savaşındaki kayıplarından dolayı Fransız askerleri, fazla bir direniş göstermeden kaçmıştı. 350.000 Fransız askerini, İngiltere’den gelen küçük balıkçı tekneleri, 80 kilometre uzaklığa bir hafta boyunca taşıyarak imhadan kurtardı. Fransızlar bir ay gibi bir sürede teslim olduklarında nedense herkes şaşırmıştı.
Savaşta sadece yenilenler değil, yenen Avrupa devletleri de harap duruma düşmüştü. Fransa ve İngiltere bitik durumdaydı. Daha da önemlisi, Avrupa kıtasındaki devletler artık, barışta ve savaşta kendine yeterli büyük devlet statüsünden çıkmışlardı.
İngiltere’nin artık bir süper güç olmadığını anlayamayan Churchill, prestiji yüksek olmasına rağmen, savaştan sonraki ilk seçimi kaybetti. II. Dünya Savaşının bitiminden 2022 yılına kadar sürecek dönemde ise Kraliçe Elizabeth tahtta kaldı.
Kraliçe Elizabeth, kendini iyi yetiştirmiş bir kraliyet temsilcisi olarak, bazı olaylar dışarıda tutulursa, mükemmel bir yönetime imza atmış gibi görünüyordu. Kraliyet uzmanı Dr. Ed Owens’a göre Elizabeth hükümdarlığını, “göreve ve aileye bağlılık” esası üzerine oturtmuştu ve bu iki kavram onun halkın desteğini kazanmasında etkili oldu. Ancak kendisinin disiplinli bir şekilde, ödün vermeden uyguladığı bu prensipleri, aile üyelerinin hepsinin uyguladığı söylenemezdi. En azından 4 çocuğundan 3’ü başarısız evlilik yapmıştı.
Elizabeth, devlet başkanı gibi bir temsilcilik rolü oynuyor görünse de Margaret Thatcher dönemindeki gergin ilişkiler hariç, şahsi otoritesi ile ülke politikasını belli oranlarda etkileme gücüne sahipti. Kraliçe 2. Elizabeth tahta babasından sonra çıktığı ve evlilik yoluyla kraliçe olmadığı için tüm askeri ve siyasi gücü elinde tutuyordu. Ancak onun iktidar olduğu süreç, dünyadaki gelişmeler sebebiyle, İngiltere’nin de sürekli güç kaybettiği bir dönem oldu. Çok uzun süre iktidarda kalması ise kendisinden sonra geleceklerin önünü kesmişti. Elizabeth’in tahta çıkışından 4 yıl sonra ortaya çıkan Süveyş Krizi, İngiltere ve Fransa’nın büyük devlet statüsünü kesinlikle ortadan kaldırmıştı (Kissinger, 2006: 503). Elizabeth dönemindeki diğer olaylar sağlıklı bir şekilde değerlendirildiğinde ise bu sürecin İngiltere için tam bir kayboluş dönemi olduğu söylenebilir.
1956 yılında İngiliz askerleri, Fransa ile birlikte, ABD onayı olmadan, son güç deneyimlerini gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak gördüğü tepki üzerine Mısır’ı terk etti ve bu bölgedeki kalan sınırlı üstünlüğünü Amerikalılara kaptırdı. 29 Ekim 1956 tarihinde Nasır, Süveyş Kanalını işleten şirketi millileştirmeye karar verince, Fransız ve İngilizler tepki göstermişti. İsrail 29 Ekim 1956 tarihinde Sina Yarımadası’nı işgale başladı. Ardından, İngiliz ve Fransızlar saldırarak Mısır birliklerini yenip kanalı kolayca ele geçirdiler. Ancak Soğuk Savaş yıllarında pek rastlanılmayan biçimde, Amerika ve Sovyetler aynı anda tepki gösterdi. Amerika, Arap Devletlerinin tamamen Rus kontrolüne girmemesi için, Süveyş’e İngiliz ve Fransız müdahalesini hoş karşılamadı ve desteklemedi. Fransız ve İngilizler yalnız kalınca, istemeyerek de olsa çekilmek zorunda kaldılar. İngiltere Süveyş kanalı boyunca yerleştirdiği 80.000 askerini derhal çekti. Amerikan desteği olmadan zaten buralarda kalamazdı. Mısır lideri Enver Sedat bu olaydan sonra, 19 Kasım 1956 tarihinde, “Ültimatom, artık ne büyük ne de güçlü olan İngiltere ve Fransa’yı hak ettikleri yerlere oturttu.” diyordu.
Sonuçta Fransa ve İngiltere, her ne kadar nükleer güçleri de olsa, orta büyüklükte bir devlet olmayı kabullenmek zorunda kaldılar. Bu ülkeler ayrıca maliyetlerinin yüksek olması dolayısıyla roket, füze, uçak gemisi gibi silahları çok miktarda yapma girişimlerinden de vazgeçtiler. Bu tarihten sonra Fransa, büyüklüğünü Amerika ile iyi ilişkiler geliştirmek ve Almanya’nın yanında Avrupa Birliği çalışmalarında ararken, İngiltere bu oluşumun dışında, ABD üstünlüğünü kabul ederek, bundan sonra Washington’da oluşturulan kararlar üzerinde etkili olmaya çalıştı.
1960’larda Avrupa İmparatorluklarının ve gücünün sonuna gelinmişti.
İngiliz deniz ticaret filosu, 1900’lü yılların başında dünya filosunun yarısından fazlaydı. 1915’e kadar büyümeye devam etmişse de payı giderek azalmış, 1914 yılında %42’ye düşmüştü. Soğuk Savaş Döneminde gerileme daha da hızlandı. 1970 yılında bu oran %11, 1978 yılında %7, Soğuk Savaş Döneminin sona erdiği 1991 yılında ise %1.5’e düşecekti (Özgüç ve Erol, 1995: 516). Bu haliyle artık dünyada 16. sıraya gerilemişti. Tarih hataları affetmiyordu ve İngilizler bu hatayı kendileri yapmıştı.
Kraliçe Elizabeth, 2022 yılında, 96 yaşında hayatını kaybettiğinde yerine en büyük oğlu III. Charles geçti. Charles, İngiltere'de iktidara gelen en yaşlı “Monark” sıfatını elde etti. Elizabeth sonrası 74 yaşında tahta çıkan kral, 75 yaşında ve eşi ondan bir yaş büyük. Birçok kişiye göre monarşinin varlığını sürdürmesi giderek zorlaşıyor. Özellikle 18-24 yaş arası gençler arasında kraliyet ailesinin desteği %30’ların altına düşmüş durumda. Oysa daha 2019 yılındaki anketlerde bu oran %46 idi (YouGov’un her yıl yaptırdığı anketin sonuçları).
Yeni Kral, annesinin gölgesinde kalmasına rağmen, tarihteki en uzun süre hükümdarlık stajını yapan kişiydi. Tahtın varisi olarak oldukça uzun bir süredir bu görev için hazırlanıyordu (Hardman: 2022). Annesi tahttan feragat edip, önceden ona bu şansı verse belki de bazı uygulamaları eski kraliçe tarafından zaman zaman kontrol edilip, düzeltilebilirdi. Ancak öyle olmadı. Yine de kral ilan edildiği törende, kendisinde ilham veren örnekleri takip eden, sorumluluk sahibi bir hükümdar olacağını ilan etmişti ve şimdi İngiltere’nin ve Avrupa’nın zor bir döneminde uygulamalarıyla bunu herkese göstermesi gerekiyordu.
Aslında benzer dönemler geçmişte de yaşanmıştı. I. Dünya Savaşı başlamadan önce mevcut durumlarını korumak isteyen İngiliz diplomasisi, en iyi diplomatlarını (Lord Haldane) Almanya’ya göndermişti ve bir yanılgıyla büyük sorunları çözdüğünü düşünüyordu. Hatta ilişkilerin iyileşmekte olduğu duygusu öylesine güçlüydü ki, Saraybosna’da, bir Sırp teröristin Avusturya Arşidükünü vurduğu haberi alındığında, Almanya’nın kuzeyinde Baltık Denizi kenarında bulunan Kiel şehrine, 4 İngiliz savaş gemisi nezaket ziyaretine gelmişti ve kordon boyunda İngiliz ve Alman denizcileri beraberce yürüyüş yapıyorlardı (Nye ve Welch, 2011: 143). Halen içinde bulunulan durumu, bu olayla kıyaslayabilir miyiz bilmiyoruz ama, hiçbir benzerliğin olmadığı da söylenemez. Avrupa’nın ekonomik zorluklar yanında, enerji krizi ve Rus korkusu ile karşı karşıya bulunduğu, grev ve toplumsal olayları giderek daha fazla yaşamaya başladığı bir dönemde yapılan bu geziyi iyi incelemek ve anlamlandırmak gerekiyor.
Kraliçe Elizabeth’in 08 Eylül 2022 tarihinde vefatından yaklaşık bir ay sonra, 24 Ekim 2022 tarihinde İngiltere’de seçime gitmeksizin, Hint asıllı Rishi Sunak başbakan olarak atandı. Öyle ki, Sunak’ın atanması ile İngiltere iki ayda üçüncü bir başbakanı iktidara getiriyordu. Üstelik Sunak, 42 yaşında ve modern İngiliz tarihinin en genç başbakanı unvanını da taşıyordu (Kraldan yaklaşık 33 yaş küçük). Fazla geçmeden 2023 yılının mart ayında bu kez; İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda'dan oluşan Birleşik Krallık'ta ilk kez Müslüman bir siyasetçi, Hamza Yusuf, İskoçya Parlamentosunda yapılan oylamada seçildi ve yemin ederek göreve başladı.
Bu noktada İngiltere’nin Brexit sürecini de hatırlamak gerekir. İngilizler başlangıçta Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) içinde yer almak istememişti. Oysa o dönemlerde güç merkezi olma konumlarını kaybetmişlerdi ancak bunun farkında olmayan İngiliz yöneticiler, yine de eski sömürgelerinden oluşan İngiliz Milletler Topluluğunu ve ABD'yi kendileri için daha cazip ortaklar olarak düşünüyordu. Zaman içinde bunun farkına varılması ile İngiltere, üyelik için önce 1961'de, ardından da 1967'de başvuruda bulunmuş, fakat bu sefer, tarihi rekabet nedeniyle, her iki seferde de Charles de Gaulle liderliğindeki Fransa tarafından veto edilmişti. İngiltere bundan sonra ancak 1969 yılında De Gaulle’nin istifası üzerine üyelik müzakeresine başlayabilmişti. İngiltere’nin, daha sonraları Avrupa Birliği (AB) ismini alan böyle bir organizasyondan çıkışı da (Brexit) hemen hemen başlangıçta bu tür organizasyonlarda yer almama gerekçelerine dayanmıştı.
Ancak Brexit sonrası durumun, İngiltere açısından, en azından şimdilik, pek iç açıcı olduğu söylenemez. Süreç sonunda “İngiltere” daha az açık bir ekonomiye dönüştü ve geride kaldı. İngiliz Ticaret Odalarının 500 şirket üzerinde yaptırdığı bir ankette, çoğunun hala yeni sistemle başa çıkmaya çalıştığı yönünde bir sonuç çıkması, kimseyi şaşırtmadı. Bu dönemde gerek pandemi gerekse enerji krizi gibi olaylar kesin yargıda bulunmayı güçleştirse de en azından pandemi öncesine kıyasla, daha küçük ve daha yoksul kalan tek gelişmiş ülke ekonomisi İngiltere gözüküyor. AB’den ayrılmasından sonra, 2021 yılından itibaren AB ile ticaret yapan şirketler, yeni kurallar ve bürokrasi ile karşı karşıya geldi, ihraç edilen ürün çeşitliliği azaldı, artan bürokrasi iş yapmaktan caymalara neden olurken, dahası İngiltere’nin AB’ye ihracatı azaldı. Uzmanlara göre bazı düzelmeler olsa da eğer ayrılık olmasa idi belki de İngiltere daha avantajlı bir durumda olacaktı.
Geçen yılın son çeyreğinde %0 büyüyen İngiliz ekonomisinin resesyondan kıl payı kurtulduğu biliniyor. Ancak üretim diğer gelişmiş ülkelerin aksine, hala pandemi öncesi seviyenin altında. Ekonomi üçüncü çeyrekte %0,2 oranında küçülmüştü. Ülke grevlerle ve çift haneli enflasyonla boğuşmaya devam ediyor. İngiltere Maliye Bakanı Jeremy Hunt, “Henüz düzlüğe çıkmadık” uyarısını yaparken, Merkez Bankası, içinde bulunduğumuz yıl için durgunluk tehlikesinin devam ettiğine dikkat çekti. Tahminlere göre ekonomi, tedbir alınmazsa beş çeyrek sürecek uzun bir durgunluk dönemine girebilir. İngilizlerin buna acil çözümler üretmesi gerekiyor.
Diğer taraftan, sıkıntılar sadece İngiltere’de yaşanmıyor. Ekonomi ve güvenlik alanlarının yanında, geçen yıl Rusya’dan gelen enerji kısıtlamaları nedeniyle, Avrupa’nın birçok ülkesi pandemi sonrası daha toparlanamadan ikinci bir krizi yaşıyor. Üstelik, Ukrayna’daki durumun daha ne kadar devam edeceği belli değil ve bu durum uzmanları Avrupa’nın geleceği hakkında karamsar tahminlere yöneltiyor. İşte İngiltere Kralı Charles’in Almanya ziyareti, böylesi bir zamanda gerçekleşti.
Bu anlamda gerçekleştirilen ziyareti ve bu ziyaret esnasında verilmeye çalışılan mesajların gözden geçirilmesi gerekiyor.
Kral, zorunlu olarak ziyaretini Fransa yerine Almanya’dan başlatmak mecburiyetinde kalmıştı. Erteleme kararının, Kral Charles ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında yapılan bir telefon görüşmesinin ardından, iki ülke hükümetlerince alındığı ifade edildi. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walker Steinmeier, geçen yıl Kraliçe Elizabeth'in cenaze töreninde, Charles'ı Almanya'ya davet etmişti. İngiltere'de bu tür devlet ziyaretleri konusunda nihai kararı İngiliz hükümeti veriyor. Birçok Uzman, “Avrupa ile ilişkileri yeniden kurma çabası çerçevesinde”, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak'ın bu teklife yeşil ışık yaktığını ifade ediyor. Kaldı ki ziyaret gerçekleştirilen Almanya, geçtiğimiz yıl İngiltere’nin 5. ticaret ortağı iken, şu anda 11. sıraya gerilemiş durumda.
Kral Charles ve eşi Camilla için, Almanya ziyaretinde, Berlin-Brandenburg Havalimanı'nda (BER) 21 pare top atışı yapıldı ve Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve eşi tarafından Berlin’de tarihi Brandenburg Kapısı önünde askeri törenle karşılandı. Kral için Brandenburg Kapısı'nın önündeki Pariser Meydanı'nda askeri tören düzenlendi.
Bu meydanın ismi de önemliydi çünkü, 1814 yılında Napolyon’un yenilgisinin ardından, Prusyalı askerler müttefikleri ile birlikte Paris’i ele geçirdiğinde bu zaferi simgelemek için bu meydana “Pariser Platz” ismi verilmişti. Önemli bir diğer nokta ise burada Federal Almanya kurulduktan sonra, ilk kez bir yabancı devlet temsilcisi için askeri tören yapılmış olmasıydı.
Tören sonrasında Charles, kendilerini karşılamaya gelen halkla bir süre sohbet etti ki, bu Kralın yeni dönemde sempati toplamaya yönelik yönünü göstermesi açısından ilginçti.
Ardında da Almanya Cumhurbaşkanlığı konutu olan Bellevue Sarayına geçildi. Burada "Enerji dönüşümü ve sürdürebilirlik" konulu etkinliğe ve Cumhurbaşkanı Steinmeier'in kendisi onuruna verdiği akşam yemeğine katıldılar. Konsort Kraliçe Camilla (Konsort kraliçe, kralın eşi olduğu için kraliçedir. Konsort kraliçe olarak anılan Camilla'nın sahip olduğu unvanı, evlilik ile gelen unvanlardan biridir. Eşinin sosyal konumunu paylaşmasına rağmen, onun siyasi ve askeri yetkilerini paylaşamamaktadır) akşam yemeği ziyafetine "Anne Kraliçe" I. Elizabeth ve II. Elizabeth'in taktığı taç ile katıldı. Yemekte İngiliz kraliyet ailesine, eski Almanya Başbakanı Angela Merkel de eşlik etti. Tecrübeli politikacı Merkel, yemekte yan yana oturduğu Charles ile bir süre sohbet etti.
Bu ziyaret, Avrupa’da sıkıntıları yakından hisseden Almanya için de önemliydi. Bir süredir kopmuş gibi gözüken ilişkileri yeniden canlandırmak ve İngiltere’nin güvenlik alanında desteğini almak önemliydi. Rusya ve Ukrayna arasındaki krizden en fazla etkilenen ülkelerden birisi de Almanya’ydı. Aslında sıkıntılar 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi ile başlamıştı ve o yıl Almanya’nın, Rusya’ya ihracatı bir önceki yıla göre azalarak, 35,8 milyar euro’dan, 29,3 milyar euro’ya düşmüştü. 2021 yılındaki artışa rağmen bu orana bir daha ulaşılamadı. Oysa 2021 yılında Almanya’nın Rusya’ya ihracatı, covid salgınına rağmen, bir önceki yıla göre %15,4 artarak 26,5 milyar dolar olarak gerçekleşebildi.
Almanya ekonomisi, 2022’nin son çeyreğinde, enerji krizi ve rekor enflasyonun etkisiyle, bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,2 küçüldü. Alman ekonomisinin son çeyrekte daralmasının ana sebebi, yüksek enflasyonun özel tüketimi yavaşlatması oldu. Ekonomistler, Avrupa'nın en büyük ekonomisinin resesyona girdiğini düşünürken, bu yılın ilk çeyreğinde GSYH'nin daha da düşmesini bekliyor.
Yüksek enflasyon ve Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle, piyasa belirsizliğinin Alman ekonomisi üzerinde baskı oluşturması sonucu Almanya'nın ihracatı, geçen yılın son ayında beklenenden fazla düştü. Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis) verilerine göre, Almanya’nın Rusya’ya ihracatı giderek geriliyor. Ülkenin en önemli ticaret ortağı Çin’e olan ihracatı da azalıyor. Sadece 2022 yılının aralık ayında; ABD'ye yapılan ihracat yüzde 10 düşerek 12,3 milyar euroya, Çin'e ihracat yüzde 14,2 gerileme ile 7,6 milyar euroya, İngiltere'ye yapılan ihracat da yüzde 24,3 azalışla 5,6 milyar euroya indi. Bu yıl ocak ayında Çin'in Berlin Büyükelçisi Wu Ken, Almanya’nın Pekin’e karşı yeni stratejisinin, Soğuk Savaş zihniyetini yansıttığını ve Alman hükümetinin iki ülke arasındaki ilişkileri riske atabileceği uyarısında bulundu. Büyükelçiye göre, Alman hükümetinin Çin’e karşı tutumu mantıksız ve kendi kendisi ile çelişiyor. Çin, son 6 yıldır Almanya’nın en büyük ticaret ortağı ve ticaret hacminin yüksekliği Almanya’nın en uzun sürdürülebilir büyümesini destekliyor. 5 binden fazla Alman şirketi Çin’de faaliyet yürütüyor ve Alman iş dünyası da "Çin olmadan yapamayacakları" uyarısında bulunuyor. Aynı şekilde Almanya’nın Rusya ile ilişkileri ve aşırı düşmanca tutumu da Almanya’ya giderek daha fazla zarar verecek gibi görünüyor. Kremlin Sözcüsü Dimitriy Peskov’un açıklamaları da Ukrayna’daki hibrid savaşın uzun süreceğini gösteriyor ki, savaşın uzamasının, özellikle Avrupa ekonomisi için bir yıkım olacağını ve sistemin işleyişini güçleştireceğini de değerlendirmek zor değil.
Almanya ziyareti öncesinde, Buckingham Sarayı’ndan yapılan açıklamada “sürdürülebilirlik ve Ukrayna Krizi” gibi iki ülkenin karşı karşıya kaldığı sorunlar hakkında, temasların olacağı bildirilmişti. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier karşılamada, Kral Charles ve eşinin bu yıl mayıs ayında yapılması planlanana taç giyme töreninden önce, ilk devlet ziyareti için Fransa ve Almanya’yı seçmesini önemli bir “Avrupa Jesti” olarak nitelendirdikten sonra, iki ülke arasındaki ilişkilerin zayıflığını ifade edercesine, “Bugün İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkış sürecini başlatmasından tam altı yıl sonra, ilişkilerimizde yeni bir sayfa açıyoruz” ibaresini kullandı.
İngiltere Kralı Charles’ın, Almanya Federal Meclisine hitabında vurguladığı, “Avrupa’nın güvenliği tehdit altında” ibaresi de önemliydi. Kralın Federal Meclis'teki konuşmasını; milletvekillerinin yanı sıra Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Başbakan Olaf Scholz, bakanlar ve anayasal kurumların başkanları dinlerken, eski Almanya cumhurbaşkanları Christian Wulff ve Joachim Gauck, konuşmayı dinleyici tribününden izledi.
Kraldan önce konuşma yapan Federal Meclis Başkanı Baerbel Bas, iki ülkenin dostluğuna işaret ederek "İngiltere ve Almanya yakın müttefikler ve güvenilir ortaklardır ve öyle kalacaklardır." dedi. Kral ise konuşmasında özetle, Ukrayna’nın işgalinin birçok masum insana acılar çektirdiğinden ve özgürlük ve insanlık onurunun vahşi şekilde ayaklar altına alındığından bahsederek, “Avrupa’nın güvenliği demokratik değerlerimizle birlikte tehdit edildi. Değerlerimize yönelik tehditlere karşı birlikte hareket etmeli ve halkımızın hak ettiği güvenlik ve refahı sağlamak için birlikte çalışmalıyız” dedi.
Almanya, 2032 yılına kadar Ukrayna’ya vereceği askeri destek için 12 milyar euro ayırdığını açıklamıştı. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, yaptığı açıklamada, 12 milyar avronun 4 milyar avrosu ile Alman Silahlı Kuvvetlerinin Ukrayna’ya verdiği silah ve diğer malzemenin yeniden alınacağını söyledi. Federal Meclis Bütçe Komisyon üyesi Andreas Scwarz, bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, yardıma ihtiyaç duyduğu sürece Ukrayna’yı destekleyeceklerini belirterek yardımın; hava savunma, zırhlı araçlar ve koruyucu teçhizatın alınmasıyla ilgili olduğu bilgisini paylaşmıştı. Alman Haber Ajansı DPA’nın haberine göre ise bu yardım miktarının 3,2 milyar avrosunun 2023’te, geri kalan 8,8 milyar avronun ise 2032 yılına kadar kullanılacağı belirtildi. Kral ziyaretinde, Avrupa’da Ukrayna’ya en fazla destek veren ülkeler arasında yer alan İngiltere ve Almanya’nın, öncü rol üstlendiklerini aktardı ve Almanya’nın Ukrayna’ya verdiği geniş çaplı desteği överek “Ukrayna’nın, barışın ve özgürlüğün savunmasında gösterilen birliktelikten cesaret alabiliriz.” şeklinde konuştu. Ona göre, Almanya’nın Ukrayna’ya böylesi geniş çaplı askeri destek sağlama kararı; cesurca, önemli ve memnuniyet vericiydi.
Sonuç olarak, uzun bir bekleyişin ardından ilerlemiş bir yaşta İngiltere’de kral olan Charles’in, İngiltere’nin güç merkezi olma konumunu kaybettiği ve ekonomik ve sosyal zorluklar yaşadığı bir dönemde, Almanya’ya yaptığı ziyareti ve verilen mesajlar oldukça önemli olmasına rağmen, esas itibarıyla, İngiltere’nin ve Avrupa’nın içine düştüğü durumu değiştirmenin çok ötesinde olduğu da bir gerçek. Ziyaret sırasında verilen mesajlar, Avrupa’yı her haliyle sarsan krizleri sona erdirmeye çok uzak görünüyor. Üstelik sanki mevcut krizleri kaos durumuna çevirmeye daha yakın mesajlar. Bu haliyle de kıtada barışı sağlamaktan ziyade, istikrarsızlık durumunu daha da artıracak gibi gözüküyor. Liderlerin farklı durumlara uyum gösterecek, onu anlayacak öngörülere sahip olması gerekir. Belki de bu ziyaretten çıkarılacak sonuç, barış ve istikrar için Avrupa’nın bu haliyle sorun çözücü ve kıtanın önünü açan liderlere her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğu. Geçici başarılara değil, sorunları çözecek stratejik çözümlere ihtiyacımız olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Kaynakça:
Attali, Jacques. (2007). Geleceğin Kısa Tarihi, Çev.Turhan Ilgaz, İnge Kitabevi, 1.Baskı: Ankara.
Checkland, S.G. (1971). The Gladstones: A Family Biography (1764-1851), Cambridge University Press: New York.
Ponting, Clive. (2011). Dünya Tarihi, Çev. Eşref Bengi Özbilen, Alfa Yayınları: İstanbul.
Ferguson, Niall. (2004). Empire, How Britain Made the Modern World, Penguin Books: England.
Hardman, Robert. (2022). Queen of Our Times: The Life of Queen Elizabeth II, Thorndike Press: UK.
James, C.Davis. (2011). İnsanın Hikâyesi, Çev. Barış Bıçakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Kissinger, Henry. (2006). Diplomasi, Çev. İbrahim H.Kurt, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Köni, Hasan. (2016). Kaos, Batı Hâkimiyetinin Sonu, Wizart Edutainment: İstanbul.
Latouche, Serge. (1993). Dünyanın Batılaşması, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Lucas, S. Henry. (1953). A Short History of Civilization, MCGraw-Hill Book Company: New York.
Nye, S. Joseph ve Welch A. David. (2010). Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Özgüç Nazmiye, Tümertekin Erol. (1995). Ekonomik Coğrafya, Çantay Kitabevi: İstanbul.
Roberts, J. M. (1996). Avrupa Tarihi, Çev. Fethi Aytuna, İnkılap Yayınları: İstanbul.
Rosecrance, R. (1963). Action and Reaction in World Politics: International Systems in Perspective, Little, Brown and Company: Boston.
Tümertekin Erol, Özgüç Nazmiye. (1995). Ekonomik Coğrafya, Çantay Kitabevi, 1995.s.516.
Uslubaş, Tolga, Dağ Sezgin. (2007). Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar: İstanbul.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya