Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
Ana Belirleyiciler: Yeni Dönem, Yeni Savaş Teknolojileri ve TCG Anadolu
Güray Alpar
29 Nisan 2023 11:28
A-
A+

Uluslararası alanda nerede bulunduğunu anlamak ve yüzeysel eleştirilerin ötesinde, “izah edebilme” yeteneğini geliştirmek, bir anlamda daha ileri gitmenin başlangıçtaki gerekliliği (Waltz, 1982: 3). Bu bağlamda, öncelikle bulunulan coğrafyada, nerede durduğumuzu derinliğini anlamlandırmak gerekiyor. Bunun yanında, özellikle soğuk savaş dönemi sonrası dünyanın aldığı şekil ve savaş teknolojilerindeki ilerlemeler de göz önüne alınmadan, üstünkörü yapılacak analizlerin, bizleri doğrulara götürmeyeceği bir gerçek.

Uluslararası ilişkiler disiplini alanında kabul gören teorisyenlerden birisi olan Rosecrance, sistemin istikrarını olumsuz etkileyen bozucu etkilere karşı dört ana belirleyicisinin; yönelim (yöneticilerin dış politikaya ilişkin hedefleri ve yaklaşımları), kontrol (iktidarın gücü), kaynaklar (güç unsuruna çevrilebilecek maddi kaynakların varlığı ve bunların güç unsuruna çevrilme hızları) ve kapasite (sistemdeki bozucu girdilerin etkisini azaltma yeteneği), olduğunu iddia eder (Rosecrance, 1963: 279).

 

Diğer taraftan toplumsal sistemler, farklı değer biçimleri üzerine kuruludur (Graeber, 2012: 28,29). Genel olarak baktığımızda tarih boyunca bütün toplumların, bu değerler sistemi üzerinden kendileriyle ve çevreleriyle çatışma halinde oldukları görülür. Özellikle çıkarlar üzerine oluşturulmuş mevcut uluslararası sistem modelinin, giderek acımasız hale geldiği de bir gerçek. 20. yüzyılın başından itibaren Avrasya coğrafyasında gelişen olaylarda; sistemin, bilinçli olarak dışarıdan oluşturulan bozucu etkilerle karmakarışık edildiği, bazı kaynaklara göz konulduğu ve insanların huzurunun bozulduğu da ortada. Bu anlamda sermaye birikimine sahip merkezi aktörler, zayıf buldukları bölgelere yönelik sömürü temelinde bir sistem oluşturmuş durumda (Eralp, 2009: 140-146).

Özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya ve çevresine odaklanmış, “bozucu etkiler” göz önünde bulundurulduğunda, ne yazık ki, 21. yüzyılın başlangıcına kadar bu etkilere müdahale edebilecek etkin bir yapı oluşturulamamış ve düzenleyici bir mekanizma da meydana getirilemediğinden, istikrarsızlık devam edegelmiştir. Güvenlik herkesin ve her devletin ihtiyacıdır. Savaşa hazırlanmanın arka planında ise devletin ve insanların şimdiki ve gelecekteki güvenliğinin sağlanması düşüncesi bulunmaktadır (Alpar, 2015: 3).

Bozucu etkilerin uzun bir aradan sonra ilk defa, Türk Savunma Sanayisi alanında gerçekleştirilen atılımlar sonucu değişmeye başladığı da açıkça görülüyor. Oyun kurucu aktörlerin esas olarak rahatsızlıklarının altında yatan sebep de bu. Özellikle SİHA, İHA alanındaki yeni teknolojilerin, harekât alanında durumu değiştirme yeteneği olan kuvvet çarpanları olarak; Suriye, Irak, Libya, Ukrayna ve Dağlık Karabağ bölgeleri yanında, Doğu Afrika’da da etkili olduğu ortada.  Askeri alanda uzman olan kişiler bilir ki, teknolojiye sahip olmak başka bir şeydir, bunu harekât ortamında gerçek muharebe şartlarında kullanmak başka bir şeydir. Türk ordusunun tarihin derinliklerinden gelen savaş tecrübesi ile bu teknolojiyi iyi kullandığı ve ihtiyaç duyulan koşullara göre alanda giderek geliştirdiği görülmektedir. “Zeytin Dalı” benzeri harekatların, beklenenden daha kısa bir sürede başarılmasını sağlayan da kuvvet çarpanı olan, insansız hava araçlarının etkili olarak kullanılmasıydı. Bu silahlar yüksek kıymetteki hedefleri, en ekonomik şekilde ve sivil kayıpları da hemen hemen yok sayılabilecek ölçüde en aza indirerek etkisiz hale getirmiştir.

Bozucu etkiler hep olmuştur. MÖ 3600 yılından, 2000 yılına kadar geçen 5600 yılda 15.000’den fazla savaş olmuş ve sadece 300 yıl barış içinde geçmiştir (Çetin, 2007: 292). Bir başka araştırmaya göre barış ortamı daha kısadır. Buna göre yazılı tarih döneminin sadece 28 yılı savaşsız geçmiştir (Çimen ve Göğebakan, 2013: 9). Ne kadar istemesek dahi savaşlar ve istikrarı bozucu etkiler, bu etkilere karşı güçlü olunmadığı sürece, bundan sonra da var olmaya devam edecektir. O halde istikrarı sağlama açısından, şartlara uygun, ekonomik ve etkili bir savunma sistemi oluşturulması gerekiyor.

Günümüzde, harekât ortamı değişmiş olup, Soğuk Savaş Dönemine ait hantal ve ekonomik olmayan silah ve savunma sistemlerinin bir işe yaramadığı görülmüştür. Böylesi bir dönemde, İnsansız ve otonom sistemlere yönelim kaçınılmaz. Zaten Türkiye tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan da budur. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Savunma Sanayi’sinin, son dönemdeki gelişmeler çerçevesinde durumu anlamlandırma ve buna göre kendisini esnek bir şekilde konumlandırma yeteneğini geliştirdiği biliniyor. Anlamlandırma kara harekât alanında başladı, sonra hava harekât alanına taşındı.

Bu yeni duruma uyum sağlayamayan veya uyumlandırmada geç kalan orduların hantal yapıları ile bir kriz ortamında etkisiz kalacakları açıkça ortada. Bu durum, konunun uzmanları tarafından anlaşılıyor ve bu yüzden, Türk insansız hava araçlarına yönelik tüm dünyada yoğun bir ilgi var. Üstelik sistem geliştirilmeye açık ve insansız hava uçağı Bayraktar Kızılelma ve diğer projeler ile havacılık alanında her geçen gün ufuk açıcı yeni gelişmeler ortaya konuluyor. Bu gelişim şüphesiz bundan sonra da artarak devam edecek.

TCG Anadolu gemisi ile savunma sanayi alanındaki yeni gelişmeler, denizlere de taşınmış oldu. Doğal olarak yeni geliştirilmiş bir sistemin her şeyi ile bir anda mükemmel olması beklenemez. Ancak oldukça ekonomik olan sistem, Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre tasarı edilmiş ve gerçekleştirilmiş durumda. Her şeyden önce bu kadar çok fonksiyonlu bir sistem, %70’e ulaşan yerli bir yapımla, milyar doların altında bir maliyetle envantere dahil edildi. 5 yıldan az bir sürede ve 650 milyon dolar gibi bir maliyetle denize indirilen geminin, benzerlerinin daha da kısa sürelerde yapılması da mümkün. Zaten öyle de olacak gözüküyor. Üstelik proje, denizden ve havadan insansız sistemlerle korunabilecek yapıda ve geliştirilen tüm sistemler bir arada ve sinerji yaratacak şekilde koordineli olarak kullanılabiliyor.

Sistem, mobil olarak, sadece denizcilik alanı ile değil; kara, hava ve deniz piyade unsurlarını bir araya en uygun şekilde getirmiş ve esnek bir kullanım alanı olacak şekilde tasarlanmış durumda. Bu haliyle geçen yüzyıla, bir kuvvet çarpanı olarak damgasını vuran ve pahalı ve maliyetli oluşu nedeniyle, çok az sayıda ülkenin sahip olabildiği uçak gemilerinin, yeni dönemdeki farklı ve tercih edilen bir karşılığı olacak gibi gözüküyor. Modern bir uçak gemisinin sistem olarak ortaya çıkışı 13 milyar doları geçebiliyor ve buna işletim maliyeti de eklenince ortaya karşılanması güç muazzam maliyetler çıkıyor. Bu nedenle büyük tip uçak gemileri sınırlı sayıda ülkede var.

Uçak gemileri, işletim maliyetleri nedeniyle, ABD dışarıda tutulacak olursa; Çin, İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa gibi ülkelerde sınırlı sayıda mevcut ve sıkıntılara neden oluyor. İspanya, Japonya, Mısır, G. Kore, Avustralya ve Brezilya gibi ülkeler ise küçük ve ekonomik modelleri tercih ediyor.

Çin’in uçak gemisi çalışmaları ancak soğuk savaş sonrasında başladı. Çin'in ilk uçak gemisi yeniden tasarlanmış bir Sovyet gemisiyken, ikincisiyse yine Sovyet tasarımı temel alınarak Çin'de inşa edilmişti. Kendi kimliğini yansıtan uçak gemisini ancak şimdilerde (2022) inşa etmeye başladı.

2016 yılında Rusya’nın tek uçak gemisi olan Amiral Kuznetsov, görevde bulunduğu Akdeniz bölgesinden ülkesine dönmek için İngiliz Kanalından geçerken, üzerinden yoğun kara dumanlar yükseliyordu. Geminin taşıdığı 15 savaş uçağından birisi Suriye’de denize düşürülmüştü ve diğer uçaklar ise güç bela güverteye inebiliyorlardı. Ayrıca gemi deniz üssüne yanaşırken, liman vinci güverteye çarptığı için, uçak gemisinde büyük bir hasar oluşmuştu.

ABD’de de durumun farklı olduğu söylenemez. Bloomberg’de, buna ilişkin yayınlanan bir haber gerçekten ilginç. Haberde dünyanın en pahalı uçak gemisinin savaşma yeteneğinin yeterli olmadığı iddia ediliyor. Geminin, 10 yılda bitmesi planlanmış ancak 3 yıl gecikme ile 13 yılda ancak bitirilebilmişti (F-35 savaş uçakları da sürekli eklemeler yüzünden, yapımı gecikmiş ve hantallaşan yapı ve karmaşık fonksiyonel yapısı nedeniyle, sık sık arıza veren ve kendiliğinden düşen bir duruma gelmişti).  2017 yılında denize indirilen ve dünyanın en pahalı uçak gemisi olarak tanıtılan USS Gerald R. Ford uçak gemisinin, teslim edildikten iki hafta sonra, temel fonksiyonlardan birisi olan uçakların iniş kalkışları için uygun olmadığının ortaya çıkması, herkesi şaşırtmıştı. Zaten yüksek teknoloji ile donatılan ve görünmez olarak nitelendirilen destroyeri de suya indirilirken bozulmuştu. Geminin idame ettirilebilmesi, ABD standartlarına göre bile çok zordu. Geminin tek top atışının maliyeti neredeyse 800 bin doları geçiyordu. Bu tip gemilerin yıllık işletim maliyetlerinin neredeyse milyar doları bulduğu biliniyor. Sadece gemiye sahip olmak yetmiyor. Gemi üstündeki silah ve teçhizatı almak ve üzerindeki birçok karmaşık sistemi idame ettirebilmek her ülkenin başarabileceği bir şey değil. Bütün buna karşı, TCG Anadolu ise yeni döneme uygun ekonomik ve etkili bir sistem olarak, dünyaya alternatif bir model sunması bakımından önemli.

Sonuç olarak, böylesi gurur duyulabilecek bir proje içerisinde yer alan en üst düzey yöneticisinden, mühendisine ve çalışanına kadar, herkes takdiri fazlasıyla hak ediyor. Bu modelin, ileride tıpkı insansız hava araçları gibi, Türk ekonomisine ihracata yönelik olarak da önemli katkılar ve talepler sağlayacağı açık.

Dünya yanlış bir algı yapılanması ile hantal ve pahalı sistemler arasında kaybolup giderken, harikalar yaratmak için sadece bakış açısını değiştirmek ve bulunulan yeri iyi anlamlandırmak yetebiliyor.

İHA ve SİHA’lardan sonra, TCG Anadolu benzeri savunma sistemlerinin ortaya çıkışı ise bölgesel ve küresel istikrarı etkileyen ve etkilemeye çalışan aktörlere karşı bir model olarak, tüm dünyanın ilgisini çekiyor. Böylesi bir durum belirleyicisinin ve bozucu etkileri azaltabilme yetisinin ise Rosecrance’nin belirttiği şekilde; yöneticilerin dış politikaya ilişkin hedef ve yaklaşımlarından başlayarak, güç ve güç unsuruna çevrilebilecek maddi ve manevi kaynakları süratle bir araya getirebilme becerisinin, gerçekçi bir vizyoner bakış açısı ile en üst noktaya ulaşabileceği, bu örneklerle daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor ve uygulama alanına konulduğu görülüyor. Şüphesiz, gelecek, onu tasarlayanlara ve ortaya koyduğu vizyon çerçevesinde gereğini yapanlara ait olacak.

Kaynakça:

Alpar, G. (2015). Uluslararası İlişkilerde Strateji ve Savaş Kültürünün Gelişimi, Palet Yayınları: Konya.

Çetin, V. (2007). Savaşın Felsefesi, Etik Yayınları: İstanbul.

Çimen, A., Göğebakan G. (2013). Tarihi Değiştiren Savaşlar, Timaş Yayınları: İstanbul.

Eralp, A. (2009). “Sistem”, Devlet ve Ötesi, Der. Atila Eralp, İletişim Yayınları: İstanbul.

Graeber, D. (2012). Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar, Çev. Bengü Kurtege Sefer, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları:  İstanbul.

Rosecrance R. (1963). Action and Reaction in World Politics: International Systems in Perspective, Little, Brown and Company: Boston.

Waltz, K. (1982). Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya Siyasal Sistemi, Çev. Ersin Onulduran, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: Ankara.