Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
Avrasya’da Uygulanan Korkuya Dayalı Stratejilerin Analizi: Böl, Ayır, Durdur
Güray Alpar
06 Haziran 2023 14:27
A-
A+

Avrasya bölgesinde, 2015 yılından başlayarak günümüze kadar gelen en son dönem, taraflar açısından ikiye ayrılır: Bu dönemi “anlayıp tedbir geliştirenler” veya hiçbir şey anlamayıp “soğuk savaş dönemi mantığı” ile hareket etmeye devam edenler.

Bu çalışmada, ortaya çıkan yeni durum ve bu duruma yönelik tarafların geliştirdikleri hareket tarzları analiz edilecek ve geleceğe yönelik sonuçlar ortaya konulacaktır.

Bu noktada halihazır durumu anlamak için Avrasya coğrafyasını kısaca değerlendirmekte fayda olduğu düşünülmektedir.

Eski dünya terimi, Avrasya ve Afrika’yı tarif etmek için kullanılır. Aslında çoğu zaman Avrasya denilince, Avrupa ve Asya ile birlikte, Afrika kıtası da bir noktada bir araya geliyor. Eski dünya coğrafyasında, en azından II. Dünya Savaşına kadar olan dönemde, ana karar vericiler, yine bu kıtada yer alan devletlerdi.

II. Dünya Savaşı sonrasına kadar, neredeyse tek ana belirleyici unsur, Avrasya bölgesinde yer alan bir güç merkeziydi. Bu güç merkezleri; neyin ne olacağına, bölge geleceğinin nasıl şekilleneceğine karar verirdi. Bu merkezler bazen bir araya gelir, bazen ayrılırdı. Bölgeyi ayıran, bölen ve istediğinde kendinden başka oluşumlara son veren de Avrasya bölgesi içinden çıkan güçlerdi. II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında meydana gelen büyük değişimler ve parçalanmalar da bunlar tarafından gerçekleştirilmişti. Hatta bunların etkileri (I. Dünya Savaşında olduğu gibi) Avrasya’da birçok bölgede kendisini hala hissettirmeye devam ediyor.

Avrasya bölgesinde, tarihte ilk kez, belirleyici ana devlet alan dışındandı

II. Dünya Savaşı, tarihte ilk defa Avrasya bölgesi dışından bir güç merkezini ortaya çıkardı. Bu dönem aslında, Eski Dünya’nın birbiriyle savaşarak kendisini bitirdiği bir dönemde gerçekleşmişti. Böylesi bir ortamda “Yeni Dünyadan gelen güç merkezi”, kendince sözde başka bir “Dünya Düzeni” kavramı geliştirdi ve uygulamaya koydu. Bunu yaparken de “kendi başına süreklilik sağlamasının” zor olduğunu bildiğinden, sözde bir düşman yaratarak “Transatlantik Müttefik” veya “transatlantik ilişkiler” gibi bir kavram oluşturmayı ihmal etmedi. “Transatlantik İlişkiler” bu kapsamda; Atlantik Okyanusu’nun her iki yakasında, aslında da “ABD ile Avrupa Devletlerinden bazıları” arasındaki ortak değer ve çıkarları ve kurumsal ilişkileri ifade ediyordu.

Avrasya coğrafyasına dışarıdan müdahale ve kontrol stratejileri dönemleri

Gerçekleşen olayların analiz edilmesi sonucu; II. Dünya Savaşı sonrası kontrol dönemlerini esas olarak 4’e ayırabiliriz. Bunlar:

  1. Dünya Savaşından, Soğuk Savaşın sona ermesine kadar olan dönem,
  2. Soğuk Savaşın sona ermesinden itibaren, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiği 2014 yılına kadar olan dönem,
  3. Rusların Kırım’ı ilhak etmesinden, Ukrayna’nın işgal edilmesine kadar olan dönem,
  4. Ukrayna’nın işgal edilmesinden sonraki dönem.

Bu süreçte, bölgeye ve bu bölgede uygulanan stratejiler hakkında çok şey söylenebilir veya farklı görüşler ileri sürülebilir. Ama stratejik bir değerlendirme ile son 80 yılın özetini bir cümle ile yapmak gerekirse ancak şu söylenebilir: “Böl, ayır ve durdur.”

II. Dünya Savaşı ertesinde, Avrasya bölgesinde uygulanan ana stratejik düşüncenin, bu bölgelerde yaratılacak bir düşman unsura karşı, grubu yanında tutarak, rakibin dengesini bozmak ve ona karşı güçlü olmak olduğu biliniyor.

II. Dünya Savaşı sonrasında yaratılan düşman “Sovyetler Birliği” oldu. Yaratılan korku o kadar kuvvetliydi ve güçlü psikolojik harekât unsurları ile destekleniyordu ki, Avrupa coğrafyasında yer alan devletler, yıllarca fazla bir direnç göstermeden, hatta gönüllü olarak, ABD’nin yanında yer aldı.

Soğuk Savaş Dönemi boyunca, belirlenen stratejinin uygulanmasında pek önemli bir sorun yaşanmadı ve Sovyetler Birliği dağıldı. İstenilen amaç gerçekleştirilmiş gibi gözüküyordu ama gerçek durum hiç de öyle değildi.

1990 sonrası, önde gelen siyaset bilimcilerden Francis Fukuyama’ya göre (Tarihin Sonu Son İnsan), tarihin ve ideolojilerin sonu gelmişti ve artık liberalizm her yerde ve her şeye egemendi. Bir dönem, Fukuyama ile birlikte “Journal of Democracy” dergisinin editörlüğünü yapmış olan, Amerikalı Siyaset Bilimci Samuel Huntington ise, düşmansız kalan Batı’nın çökeceğini iddia ederek, “Batıyı ayakta tutmak” adına kendince sözde yeni hayali düşmanlar yaratıyordu (Uygarlıkların Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması): İslamiyet ve Çin. Zaten II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan sistemin işleyişi de tam olarak sürekli, korku duyulacak düşmanlar yaratılması esasına dayanıyordu. Bir arada ve yanında tutmak istiyorsan: Korkacakları bir düşman yarat. Ancak masa başında kurgulanan teoriler, yanlış bile olsa, gerçekte milyonlarca insanın hayatına ve acılara mal oluyor.

1990’lı yıllardan itibaren, özellikle Ortadoğu coğrafyasında yaşanan acılar, ölümler, savaşlar hep bu nedene dayalıydı ve ABD’de 2005-2009 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Condoleezza Rice, 2003 yılında Ulusal Güvenlik Danışmanı olduğu günlerde yazdığı makalede, hala açık açık, Avrupalı müttefiklerinin de desteği ile Orta Doğu’yu dönüştürmekten söz ediyordu (Condoleezza Rice, Transforming the Middle East, Washington Post, 7 Ağustos 2003). Bu dönüşümü gerçekleştirmek adına; Libya, Suriye, Irak ve Afganistan gibi coğrafyalar yakılıp, yıkıldı. Plan uygulanmaya çalışıldı ancak başarı olduğu pek söylenemezdi. O halde 1990 sonrası uygulanan plan yeni planlar ile değiştirilerek, başka bir safhaya geçilmeliydi.

Yeni Plan, Yeniden Düşmanlar

Askeri stratejide, taarruz hızının yavaşlaması ve durma noktasına gelmesi pek arzulanan bir durum değildir. Böyle zamanlarda, değişik bir planlama ile duruma müdahale edilir ve alınan tedbirlerle yavaşlayan harekât, tekrar istenilen düzeye getirilir. 1990 sonrası uygulanan, saçma Huntington düzeni, daha başından başarısız olacağı belli olmasına rağmen, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiği 2014 yılına kadar, yaklaşık 25 yıl uygulanmaya devam etti. Bu 25 yıllık dönemde ABD, kendini uluslararası sistemin tek gücü olarak kabul ederek, her istediğini, istediği anda yapmaya çalıştı. Bir bakıma hem kanun yapan hem uygulayan hem de yargılayandı. Ancak bütün gücünü kullanmasına rağmen, istenilen başarıyı sağlayamadı. ABD, müttefiklerine rağmen başarılı olamadı, büyük kayıplar verdi ve bunun sonucunda birçok bölgeden geri çekilmek zorunda kaldı.

Hızın yavaşladığı bu ortamda, Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhakı bir anlamda yeni bir safhaya geçiş için ABD’ne bir can simidi oldu. Dikkatle incelenirse, bu dönemden itibaren, özellikle de Başkan Trump döneminden (2017-2021) başlayarak, stratejilerin de yavaş yavaş “Rusya” üzerine yoğunlaştığı görülür. ABD’nin, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri yanında, Baltık Denizinden başlayarak, Akdeniz’e uzanan hattaki faaliyetlerini bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

Yeni dönemi iyi analiz edemeyenler kaybolup gider

2015 yılından başlayarak, günümüze kadar gelen dönemi, taraflar açısından değerlendirdiğimiz de ise bambaşka sonuçlara ulaşırız: Bu dönemi anlayıp tedbir geliştirenler veya hiçbir şey anlamayıp soğuk savaş dönemi mantığı ile hareket etmeye devam edenler.

Aslında ABD’nin, Avrupa’da tertiplenmesi, Rusların Kırım veya Ukrayna’ya yönelik harekatlarından çok daha önce başlamıştı.  ABD bu dönemde, hazırladığı proje doğrultusunda, çatışma bölgelerinden uzak olan üslerini kapatarak, bu bölgelerdeki kuvvetlerini, NATO’ya yeni üye olan ve Rusya’ya yakın bulunan, Romanya ve Bulgaristan’da konuşlandırmaya karar vermişti. Daha 2005 yılının başlarında, ABD’nin Avrupa Kuvvetler Komutanı General James Jones, yaptığı açıklamada: “Amerikan askerlerinin Romanya ve Bulgaristan’da üslenmesi planlarının, Amerika’nın dünya genelindeki güçlerini yeniden yapılandırmasını öngören, Savunma Bakanlığı projesiyle de uyumlu olduğunu” belirtmişti. Yani bir anlamda, bugünler daha o zamandan planlanmaya başlamıştı. Kırım ve Ukrayna olayları ise zaten bundan çok daha sonra gerçekleşmiş olaylardı.

Asıl mesele, Çin’in gelişen ekonomisi ve Rusya’nın enerji alanında etkinliği ile giderek AB içinde daha etkin hale gelmiş olmasıydı. ABD için, kurduğu düzende, Avrupalı müttefikleri ile oluşturduğu ilişkiler ve kendisine bağımlılığı hayati önemdeydi ve bunun bozulmasına asla izin veremezdi. Oysa Çin, ekonomik gücü ile Rusya ise yarattığı/yaratacağı enerji bağımlılığı ile ABD’nin planlarını bozuyordu. 2019 yılına gelindiğinde, Fransa Cumhurbaşkanı Macron bile, her ne kadar daha sonra baskı ile sözünden dönse de İngiltere merkezli “Economist” dergisine verdiği röportajda, “Şu anda yaşadığımız NATO’nun beyin ölümüdür” demişti.

ABD, Avrupa’nın kontrolünü kaybetmek istemiyordu ve bir şeyler yaparak duruma müdahale etmeliydi. ABD açısından, Avrupa ile doğusundaki ülkeler arasındaki, “enerji hatlarını kontrol etmek” en uygun hareket tarzı gibi gözüküyordu. Böylelikle hem Avrupa ülkeleri kendisinin yanında kalırken, hedef olarak belirlediği Rusya ve Çin gibi ülkeler de kontrol edilebilecekti.

Enerji hatlarını kontrol eden Avrasya’yı kontrol eder

2019 yılı sonlarında, ABD Başkanı Trump’ın savunma bütçesinde, Türkiye ve Rusya’ya karşı yaptırım önlemlerinin yer alması da bir bakıma, TürkAkım Enerji Projesini engellemeye yönelikti.  ABD, Rusya’nın Kuzey Akım Boru Hattı projelerine de karşıydı. Hatta Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının, kendi kontrolü dışında, Avrupa ülkelerine gitmesine de. Hemen arkasından, 2020 yılında ABD, Polonya ile yeni bir savunma anlaşması imzalayarak, askerlerini Almanya’dan, Polonya’ya doğru kaydırmaya başlamıştı bile.

Ardından ABD, Arktik Okyanusundan; Baltık Denizi, Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna uzanan bölgede bir hat oluşturarak, AB ile Rusya ve Çin’in arasını kontrol etmeye soyundu. Bu noktada ise yine, Soğuk Savaş Döneminde “Sovyet” tehdidinde olduğu gibi, bu sefer “Rus” korkusu ABD’ye arayıp da bulamadığı fırsatı sunmuştu. Rusya ise “Ukrayna Saldırısı” ile ABD’ye bulamayacağı bir fırsatı elleri ile teslim etti.

Aslında bunun için ABD, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali öncesi, bizzat Başkan Biden tarafından yapılan “Ukrayna’yı olası işgalinden caydırmak amacıyla, bu ülkeye Amerikan askerlerinin gönderilmesi seçeneğini değerlendirmeye almadıklarını” gibi açıklamalarla Rusları teşvik bile etmişti (Aralık 2021). Bu konuda, Rusya’nın Ukrayna saldırısının hemen öncesinde (24 Şubat 2022), Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki’nin, gazetecilerin sorduğu, “Rusya’nın Ukrayna’yı tamamen işgal etmesi durumunda ABD ne yapacak” sorusuna, “Daha kaç kere söyleyeceğim, bilmiyorum ama hiçbir durumda Biden, Amerikan askerlerini Rusya ile savaşması için Ukrayna'ya göndermeyecek." diyerek cevap vermesini de unutmamak gerekir.

Yaratılan ve abartılan korkunun işe yaradığı görülüyor

ABD böylece istese de bulamayacağı bir fırsatı elde etmiş, yarattığı Rus korkusu ile Avrupa’da hemen hemen her ülkede ve her alanda başlangıçta istediğini yapabilecek gücü elde etmiştir. Savunma harcamalarını arttırmaktan, silah yardımlarına ve üs isteklerine kadar her şey, ABD kontrolünde gelişmiş ve gelişiyor gibi gözükmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, ABD üsleri ve silahları ile dolmuştur. Üstelik bunlar olurken, tek bir ABD askerinin burnu bile kanamamıştır. Yunanistan, tamamen ABD kontrolüne girmiş durumdadır. Romanya ve Bulgaristan başta olmak üzere, kuzeye Baltık Denizine doğru uzanan ülkeler ve Polonya, zaten savaşa müdahil olmuş durumda.

İsveç ve Finlandiya’nın, NATO’ya dahil edilme çabalarını bile, Arktic Okyanusundan, Akdeniz’e ve oradan Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusuna giden bir hat oluşturma projesinin parçaları olarak görmek gerekir. Bunun anlamı ise açıkça, AB ile Rusya ve Çin’in bağlantısının kesilmesi ve AB’nin tamamen ABD kontrolüne girmesi.

Sırada diğer korkuların yaratılması var

Bu stratejik hamlelerin bir benzerinin, Çin’e karşı “Hint-Pasifik” bölgesinde, 2019 yılından beri sürdürüldüğü biliniyor (Indo-Pasific- Strategy-Report-June-2019). ABD tarafından ilk “Hint-Pasifik Strateji Belgesi”, 2019 yılında ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan imzasıyla yayınlanmıştı. Yine ABD tarafından 2022 yılı şubat ayında yeniden yayınlanan, “Hint-Pasifik Strateji Belgesi” de aslında daha önceki gelişmelerin beklenen bir sonucuydu (Indo-Pacific Strategy of the United States, Washington, DC: The White House, 11 February 2022). Burada da ABD açıkça, tıpkı Avrupa’da olduğu gibi, kendisinden ziyade, bulduğu müttefik ülkeleri ve bu ülkelerin silah ve askerini kullanmak niyetinde olduğunu gösteriyor. Hindistan başta olmak üzere, Avustralya ve Japonya’nın silahlandırılması, Pakistan ve Afganistan’a yönelik faaliyetleri de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

Her yer birbirine bağlanırken, Avrasya ayrıştırılmaya çalışılıyor

Bu konuda gündeme getirilmesi gereken konulardan birisi de Çin’in, “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi ile ilişkilidir. Gerçekte, Asya kıtasındaki “kara ve demiryolu bağlantısı”, bunca teknolojik ilerlemelere rağmen, hala çok zayıftır ve neredeyse binlerce yıl öncesinin hareketliliğinden çok uzaktır. Böylesi bir ulaşım sistemi içinde, Asya coğrafyası içerinde yer alan birçok devletin kalkınması ve gelişmesi mümkün değildir. ABD bu yolun açılmasına ve Avrasya kıtasında ekonomik ilişkilerin gelişmesine de açıkça karşıdır. 2023 yılı mayıs ayı başlarında, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kewin McCarthy’nin, İtalya’ya yaptığı ziyarette Başbakan Meloni ile görüşerek (Decode39, Geopolitical Insights From Italy, 04 May 2023), 2024 yılında yenilenecek olan “Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin, yenilenmemesini istemesini ve bu konuda söz almasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Dünya’da, “serbest ticaretin yaygınlaştırılması” çabalarının yoğun olarak gündemde olduğu bir dönemde, böylesi bir “durdurma” ve “engelleme” çabasını anlamak mümkün değil.  Serbest ticaret anlaşması, uluslararası hukuka göre iş birliği yapan devletler arasında, bir serbest ticaret alanı oluşturmak için yapılan bir anlaşma olarak tanımlanmaktadır. Sorulması gereken soru ise “ticaret kime serbest”, “kime yasak” ve “kim neden durdurulmak” isteniyor.

Sonuç olarak, tarihte ilk defa Avrasya coğrafyasında, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan bölge dışı güç merkezinin, tüm stratejisini, “Avrupa’yı yanında tutmak” üzere kurguladığı biliniyor. Uygulamada, bu stratejinin, ancak onlara korkutacak bir düşman yaratmak ve bu korkuyu sürekli olarak körüklemekle sağlandığı görülmektedir. Avrupa için bu sözde düşman; Türkler olabilir, Ruslar olabilir veya Çinliler olabilir. Bu sözde düşman olmadığı dönemlerde, yaratılmak istenen “bağın” ve “tılsımın” ortadan kalkmaya başladığı da bilinmektedir. ABD, böylece Avrasya bölgesinde, “kendisine karşı bir gücün oluşması önlendiği” gibi bu bölgenin kaynaklarını kullanma imkanını elde etmektedir. Şimdilik, bazıları için sanki her şey planlandığı şekilde, yolunda gidiyor gözüküyor. Avrasya bölgesinde uygulanan stratejiler de kısaca özetlendiğinde; sözde düşmanlar yaratarak bölmek, birbirinden ayırmak ve durdurmak üzerine kurgulandığı açık olarak ortaya çıkıyor. Avrasya bölgesinde, bu gerçeği anlamak, bölünmeyi ve ayrışmayı durdurmak ve bağlantıları tekrar kurmak ise derin bir önsezi yanında, güçlü bir kadro ve liderliği gerektiriyor.