“Fırsatlar insanların ayağına gelmez; insanlar fırsatlara giderler. Unutmayın ki siyasi hayallerimiz, bize havadan değil, tarih okumalarından gelir. Tarih, kendini tekrar etmez. Yalnızca tarih okumaları zayıf olanlar onun tekrarına mahkûm olurlar.”
Henry Kissinger
NATO ve AB’nin ‘Yeni Balkanlar Tasarımı’ sürecinde bölge, jeopolitik bir değişime gebedir. Türkiye’nin Balkanlar’da kamu diplomasisi kurumlarıyla birlikte hassas ve aktif politikalara ihtiyaç olduğu bir dönemdeyiz.
NATO’nun Balkanlar’da AB süreci ile yürüttüğü politikaların kontrollü gerginlikten kontrollü çatışmaya evrilme ihtimali artık Rusya’nın vereceği tepkilere bağlı vaziyettedir.
Putin ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic için son 10 yıldır Kosova, Bosna, Karadağ Kuzey Makedonya ve Bulgaristan’daki Slav toplumların her açıdan güçlendirilmesi korunması öncelikli politik bir hedefti.
Diğer taraftan Balkanlarda ABD ile AB ve İngiltere arasındaki politik çekişmelerin Sırbistan (Kosova, Bosna, Karadağ ) politikaları üzerinde daha çok belirginleştiğini görüyoruz.
ABD Başkanı Biden’ın geçtiğimiz haftalarda Rusya'nın Balkan ülkelerini tehdit ettiğini vurgulaması çok dikkat çekiciydi.
Biden; “Eğer biz çekilirsek ve Rusya saldırılarına devam edip Ukrayna'yı devirebilirse Balkan ülkelerinde ne olacak? Polonya'dan Macaristan'a ne olacak?” sorusu ile Balkanlar’a işaret etmesi hayra alamet bir durum değildir.
Ukrayna da devam eden sıcak çatışmanın Balkanlara nasıl ve ne zaman yansıyacağı hep merak konusu olmaktadır.
Balkanlar 1994 Bosna ve 1998 Kosova savaşından sonra uzun bir süredir sakinliğini korurken 15 Aralık 2022 Sırbistan Kosova arasındaki Kuzey Mitrovitsa sorunu, Ukrayna savaşı ile başlayan, Rusya-ABD ve AB gerginliği, Balkanlar’da sıcak çatışmaların riskini gündeme getirmektedir.
Sırbistan’ın son yıllarda Rusya, İran ve Çin ile gelişen ilişkilerinin ekonomik ve silahlanma boyutları siyasi gerilimin dengelerini de bozuyor.
NATO kontrolündeki Rusya-Ukrayna savaşının gidişatı, İsviçre’nin NATO üyeliği, Batının Balkanlar üzerindeki savunma organizasyonları, Rusya’yı aşırı derecede rahatsız etmektedir.
Putin’in bu saldırılar karşısında, Balkan politikalarının ana merkezini uzun zamandır Sırbistan üzerinden bölgede Slav toplumlarını siyasi, kültürel, dini ve ekonomik desteklerle domine etmeyi başardığını görüyoruz.
Batının Rusya ile olan rekabeti Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri fayı üzerinde cereyan etmesi doğal olarak bölgenin sürekli kontrollü gerginlikler yaşamasına sebep olmaktadır.
Rusya devletinin Avrupa ile yarım kalmış (Yugoslavya, Doğu Almanya travmasını) hesabını da unutmamak gerekiyor.
Her ne kadar İsrail-Gazze savaşı tüm dünyanın gözlerini Ortadoğu’ya çevirse de Balkanlarda Rusya’nın henüz son sözünü söylemediğini görüyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda CIA eski direktörü William Burns, Foreign Affairs için "Rekabet çağında CIA'yi dönüştürmek" konulu bir yazı kaleme aldı.
Burns yazısına şöyle bir giriş yapmış: "Biden'ın da yinelediği gibi, ABD bugün Soğuk Savaş'ın şafağında. ABD artık Çin'in yükselişi ve Rusya'nın rövanşizmi gibi jeopolitik zorluklar ile karşı karşıya."
Burns yazısında ilginç bir tespit yapıyor ve "Soğuk Savaş sonrası dönem, Rusya'nın Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği anda kesin olarak sona erdi." diyor.
Rusya en yakın tehdit olsa da, Çin uzun vadede daha büyük bir tehdittir diyor ve son iki yıldır CIA'nin kendisini bu önceliği yansıtacak şekilde yeniden organize ettiğini belirtiyor.
Rusya haliyle Balkanlar'da Bosna, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya ve Bulgaristan’da savunma hatlarını, hibrit yapılarını sürekli güçlendirmeye çalışmaktadır.
Putin sürekli olarak, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne bağlı olan ülkelerin AB üyeliğini desteklerken NATO üyeliklerini kendi güvenliği için riskli gördüğünü, bunu asla kabul etmediğini açıkça söylüyor.
NATO tarafından Rusya sıkıştırılmaya devam ettiği sürece Putin bölgenin istikrarsızlığını desteklemeye devam edecektir.
AB tarihinde yakın dönemde yaşanan çatışmalar vardı. Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkeler birbirleriyle savaştılar fakat artık çatışmayı durdurmuş, ortak bir kamp olarak hareket etmekteler.
Rusya’nın en büyük korkusu, dağılan Yugoslavya ve Doğu blok ülkeleri AB-NATO sürecinde Sırp, Hırvat ve Boşnaklar bir gün barış içinde yaşamaya başlarsa Rusya’nın Jeopolitik geleceği alt üst olacaktır.
Türkiye’nin Kamu Diplomasi Gücü
Balkanlar'daki jeopolitik değişimlere hazırlıklı olmak için Türkiye'nin kamu diplomasisine stratejik bir yaklaşım benimsemesi gerekmektedir.
Balkanlar'da jeopolitik değişimlere hazırlıklı olmak önemlidir çünkü bölge, tarih boyunca farklı güçlerin etkisi altında kalmış ve stratejik öneme sahip olmuştur.
Türkiye'nin kamu diplomasisi ise bu değişimlere etkin şekilde katkı sağlamak için önemlidir. Kamu diplomasisi, devletin veya bir kuruluşun, halklar arasında anlayış, dostluk ve iş birliğini artırmak amacıyla yürüttüğü iletişim ve etkileme faaliyetlerini içerir.
Türkiye’nin, Balkanlar'da kamu diplomasisi aracılığıyla bölgedeki ülkelerle ilişkilerini geliştirirken kültürel alışverişi teşvik eden ve stratejik ortaklıklar kurabilen bir gücü var.
Bu bağlamda, Türkiye'nin bölgedeki jeopolitik değişimlere karşı hazırlıklı olması ve kamu diplomasisini etkin şekilde kullanması önemlidir.
Yeni stratejik açılımlar, Türkiye'nin Balkanlar'daki jeopolitik değişimlere daha etkin bir şekilde yanıt vermesine ve bölgedeki etkisini artırmasına yardımcı olabilir.
AB sürecindeki yeni Balkanlar da, Türkiye’nin soydaş, dindaş ve diğer toplumlar üzerindeki tarihsel gücünün aktörleri arasındaki uyumu işbirliği çok önemlidir.
Burada önemli faktör olarak kamu diplomasisinin yumuşak gücü öne çıkmaktadır.
Türkiye’nin Balkanlar politikası son 7 senedir sakin ve düşük profilli bir seyir izlemektedir.
Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan 28-31 Ocak tarihlerinde Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya'yı kapsayan resmi ziyaretlerde bulundu. Sayın Bakanımızın gerçekleştirdiği görüşmelerde, ülke liderleri ile ikili ilişkilerin yanı sıra güncel bölgesel ve küresel gelişmeler ekonomi, siyasi, eğitim, kültür, ticaret gibi çeşitli alanlarda gelişmeler ele alındı.
Sayın Fidan’ın Balkanlar gezisi (Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan) zamanlama açısından önemliydi.
Cumhurbaşkanı, Başbakanlar, sivil toplum ve Türkiye’nin bölgedeki kamu diplomasi kurumları ile temaslarında özellikle yanında kalabalık bir çalışma ekibi ile gitmesi dikkat çekiciydi.
Önümüzdeki günlerde Sayın Fidan’ın Balkan gezilerine devam edeceği açıklandı.
Türkiye’nin Balkan politikasında 15 Temmuz 2016 sonrası düşük yoğunluklu bir süreç yaşanırken bölge ülkelerinin AB dolaşımı ve NATO üyeliğine yürüyen seyri karşısında yeni Balkan jeopolitiği karşısında doğacak fırsatları ve riskleri iyi okumamız gerekiyor.
Dışişleri Bakanı Hakan beyin daha önce Milli İstihbarat Teşkilatı başkanlığı görevinde bulunması dolayısıyla elde ettiği birikim, Türkiye’nin Balkanlar politikasında radikal değişimlere öncülük etmesi açısından değerli bir fırsattır.
Türkiye 1912 Balkan savaşlarından bu yana her ne kadar bölgede istikrarı koruyan bir pozisyonda kalmayı tercih etmiş olsa da küresel konjonktürel iklim bizi artık daha dikkatli olmaya itiyor.
Bugün Bosna, Kosova, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Bulgaristan’da yaşanan siyasi gelişmelere tarafsız kalmamız çok mümkün görünmüyor.
Yeni Balkanların Avrupa ile bütünleşme sürecinde Arnavut, Boşnak ve Roman toplumların potansiyelini dinamizmini göz ardı edemeyiz.
Balkan Jeopolitiğimiz, ülkemizin dış politikasının en önemli coğrafi istikametidir. Burada en büyük sorumluluk Kamu Diplomasisi kurumlarımıza düşüyor.
Balkanlar’da görev yapan kamu diplomasi kurumlarımız, tarihsel bağlar, küresel yerel değişimler, potansiyel gerçekler ile yoğrulmuş yeni politikaları öncelemek durumundadır.
1992’den bu yana aktif olan Balkanlar politikamızın zayıf ve riskli yanı, iktidarların bürokrat tercihlerinin politik görüşleri kamu diplomasisi üzerinde istenilen başarıyı sağlayamamış olmasıdır.
Balkanlar politikamızda ulusal çıkarların ön planda tutulması çok önemlidir.
Siyaset, iş insanları ve sivil toplumun kamu diplomasisi üzerindeki baskı ve yönlendirmeleri Balkan politikalarımızı zayıflatmaktadır.
Balkanlar’da 1878-1879 Rus Harbi ve 1912 Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak ve nüfuz kaybı sürekli olarak devam etti.
Bugün Balkan jeopolitiği, bütünüyle NATO ve Avrupa Birliği’nin (AB) bir parçası hâline gelmek üzere.
Bugün, Türkiye’nin 700 yıldır bölgedeki varlığının önemli bir parçası olan Arnavut, Boşnak, Rom ve Türk toplumları ile bağlarının zayıfladığı bir dönemin arifesindeyiz.
Bizim, Rumeli-Balkanlar hikâyemiz AB şemsiyesi altında yeni bir “Batı Balkanlar” oluşumuna dönüşürken biz bu değişime hazırlıklı mıyız?
Balkanlar 1990’lardaki dağılma sürecinden sonra, ikinci büyük siyasi ve sosyal kültürel değişimi yaşıyor.
AB ve NATO’nun Balkanlar politikasındaki hareketlilik, önümüzdeki beş yılda bölgenin ciddi değişimlere sahne olacağına işaret ediyor.
Türkiye’nin Balkanlar politikası liderler ve güvenlik bürokrasisi düzeyinde hassas bir şekilde yürümektedir.
Balkanlar’da yaşayan Müslüman Arnavut, Boşnak, Türk toplumunun en önemli sorunu, İsmail Gaspıralı’nın da 100 yıl önce dillendirdiği gibi, bütüncül politikalar ve kültürel yoksunluğa işaret eden “dilde, fikirde, işte birlik” ideolojisinin göz ardı edilmesidir.
Zira, son beş yıldır AB ve NATO’nun Balkanlar politikasında ciddi gelişmeler yaşanıyor.
Türkiye’nin de bu süreci sahada özel bir komisyonla takip etmesi, bölge dinamiklerini yeniden koordine etmesi gerekiyor.
Balkanlar’da akraba, soydaş ve dindaş toplumlar arasında kronikleşmiş kültürel, politik, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde dönemsel, geçici ve yerel yaklaşımlara son vererek, devlet aklı perspektifiyle hareket edilmesi büyük önem arz etmektedir.
Avrupa, ABD, İngiltere, Rusya ve Çin’in Balkanlar politikasını siyaset, ekonomi, kültür ve üzerindeki hâkimiyetini iyi okumak gerekiyor.
Başta Büyükelçilikler olmak üzere tüm Türk kurum ve kuruluşlarının gerçekçi bir Balkan analizi ve stratejik iş birliği koordinasyonu ile yürütülmesinde fayda var.
Balkanlar’daki Türk Kamu Diplomasisi kurumlarının başına getirilen bürokratların siyasetin etki ve baskısı ile görevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getiremedikleri gözlemlenmektedir, bu önemli bir sorun olarak göze çarpmaktadır.
Türk, Arnavut, Boşnak, Torbeş ve Rom toplumları ile ilişkilerin kapsamlı politikalarla yürütülmesine ihtiyaç vardır.
Kamu Diplomasimizin değerleri olan TİKA, Yunus Emre, YTB, Anadolu Ajansı Din Ataşeliği ve Maarif Okulları politikalarının her 4 yılda bir gözden geçirilerek revizyona tabi tutulması kaçınılmaz bir durumdur.
Balkanlarda Kamu diplomasimizin yumuşak gücü olan sivil toplum, siyaset, iş insanları, kültür sanat, spor, öğrenci, entelektüel ve akademi dünyasının tüm dinamiklerini kapsayan güç merkezlerinin orta ve uzun vadeli politikaların Ar-Ge merkezlerince geliştirilmesi gerekiyor.
Almanya, İngiltere ve ABD'nin Balkanlar'ı Avrupa potasında eriterek Rusya, Çin ve Türkiye ekseninden uzak tutmaya çalıştığı bir politik gerçeklik ile karşı karşıyayız.
Bölgedeki tarihsel tecrübe ve potansiyelimizi iyi kullanmak zorundayız.
Ayrıca Avrupa’ya göç etmekte olan Müslüman ve Balkan diasporası üzerinde yoğunlaşmamız önemli stratejik bir değere sahiptir.
Hikayesi güçlü olan ülkelerin cazibesinin çok daha etkili olduğu bir dünyada yaşıyoruz.