Hepimiz onları “Çingeneler” veya kendilerine verdikleri isimle “Romanlar” diye tanırız.
Hindistan’ın Pencap-Sind nehri havzası boyunca Pakistan ve Afganistan’ın da içinde bulunduğu bölgelerden, İran ve Anadolu üzerinden dünyaya yayılmış Hint-Avrupa kökenli halkın adıdır. Romanlar, iki kola ayrılarak yeryüzüne dağılmışlardır.
Birinci kolun, İran ve Suriye topraklarını aşarak Mısır’a yerleştikleri daha sonra da buradan kopan bazı kolların deniz yoluyla İspanya ve Portekiz’e gittikleri kabul edilmektedir.
İkinci kolun ise Hazar denizinin kuzeyinden Karadeniz’in kuzeyini takip ederek, Balkanlar’a oradan da Avrupa’ya geldikleri kabul edilir.
Bu göç dalgasının dışında Türklerle birlikte Anadolu coğrafyasına ve buradan hareketle de Trakya ve Balkanlar’a yerleşen Romanlar da mevcuttur.
Bunların bir kısmı Selçuklu Türkleri döneminde Oğuzlarla beraber Anadolu’ya yerleşerek Müslüman Romanların ilk nüvesini oluşturanlardır.
Bu dönemde Anadolu’da yaşayan diğer Romanlardan da Müslüman olanlar mevcuttur.
"Çok sayıda Roman, Osmanlı fetihleri döneminde ya doğrudan akıncı birlikleri ile beraber orduya hizmet veren zanaatkârlar olarak ya da bu akınlar sonrasında bölgeye gelen halkın içinde Balkanlar’a geldiler."
Bunların bir kısmı Osmanlılar ile Avrupa içlerine kadar gittiyse de önemli kısmı Trakya ve Balkan topraklarında kalarak ya yerleşik hayata geçtiler ya da eskiden olduğu gibi göçebe olarak yaşadılar.
Böylece Romanlar, Türk toplulukları ile beraber yeni fethedilen yerlerde Müslüman nüfusun çoğalmasına katkı sağlamış oldular.
"500 yıldan fazla bir süre bu bölgenin kültürel ve tarihsel gelişimine damgasını vuran Osmanlı İmparatorluğu’nun Romanları bu şekilde Rumeli’ye yerleştirmesinden dolayı Trakya ve Balkanlar, Romanların Hindistan’dan sonra ikinci vatanları olarak kabul edilmektedir."
Resmi veriler ile Avrupa Konseyi ve Roman Sivil Toplum Kuruluşlarının verdiği rakamlar arasında önemli farklılıklar görülmesine rağmen bu gün; Batı Balkan ülkelerinde 1 milyon, Türkiye'de 2.8 milyon ve Avrupa Birliği'nde 6.2 milyon Romanın yaşadığı tahmin edilmektedir. Romanlar, Avrupa'nın en büyük etnik azınlığıdır.
Sürekli olarak dışlanma, tecrit ve ayrımcılıkla karşılaşmalarına karşın, AB'nin Romanlar ile ilgili içerme, entegrasyon ve güçlendirme politikaları Avrupa Komisyonu'nun 2011 yılında benimsediği "2020 Yılına Kadar Uygulanan Ulusal Roman Entegrasyon Stratejileri AB Çerçevesinde" belirlenmiş ve Bu çerçevede 28 Üye Devlet, 7 aday ülke ve tüm potansiyel aday ülkeler kendi Ulusal Roman Entegrasyon Stratejilerini kabul etmiş ve uygulamaya koymuşlardır.
Balkan Romanları, Trakya’da yerleşenler hariç genelde üç dil (Slavca, Türkçe ve Romanca) dili üzerinden birbirleri ile anlaşır.
Balkanlar’da Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Sırbistan, Karadağ, Bosna Hersek, Hırvatistan ve Slovenya’da yaşamlarını sürdüren Balkan Romanları genelde şehir ve kasabalarda yaşamaktadır.
Avrupa genelini hesaba kattığımızda tahmini olarak yaklaşık 11 ila 16 milyon civarında bir nüfusa sahip oldukları tartışılır.
Türk ve Müslüman olan Romanlar, Osmanlı’dan günümüze Türkiye ile 6 asrı aşkın müşterek tarih ve ortak kültüre sahip olmakla birlikte Balkan ve Avrupa tarihi de Osmanlı’nın Balkan ve Avrupa tarihi ile bir ve özdeştir.
19. ve 20. yüzyılda Balkanlar’da yaşanan isyanlar ve savaşlar Müslüman Romanları da çok olumsuz etkilemiştir.
II. Dünya Savaşı sırasında Nazi kamplarında 600 bin Romanın katledilmesi, Romanların kültürel belleğinde silinmeyecek travmaya sebep olmuştur.
Yakın dönem Yugoslavya’da yaşanan iç savaşta binlerce Roman daha güvenli yerler arayışı ile başta Almanya, Fransa ve Avusturya olmak üzere AB üyesi ülkelere göç ettiler.
Günümüzde Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin bir kısmının Avrupa Birliği üyesi haline gelmesiyle buralarda yaşayan Roman vatandaşları AB vatandaşı olmuş ve hukukundan faydalanma hakkı elde etmiştir.
Birçok Balkan ülkesinde Roman vatandaşların sosyal problemlerinin çözümü ağır aksak işlemektedir.
Roman kökenli vatandaşların kendi kültürlerine ait olan kılık kıyafetlerinden ve kültürlerini yaşama biçimlerinden dolayı sosyal yaşamda ayrımcılığa tabi tutulmaya devam edildiği bir gerçekle karşı karşıyalar.
Karşılaştıkları en ciddi sorunların başında ayrımcılık,eğitim sağlık ve istihdam problemleri geliyor.
Müslüman Romanlar, toplu olarak yaşadıkları yerlerde dinlerini ve kültürlerini daha rahat bir şekilde sürdürebilmektedirler.
Romanlar da gelenekler, aileler aracılığıyla, uzun yıllar boyunca aktarılmıştır. Yazılı olmaktan çok, sözlü olarak aktarılan yerel müzikler, adalet sistemi ve evlilik gelenekleri, bunlardan bazılarıdır.
Zulüm ve sürgün yılları boyunca ve bir asırdan diğerine süregelen aşağılamalara rağmen Romanlar, birbirlerine sıkıca bağlı aile toplulukları olarak kalmışlardır.
İster İtalyan, Rumen, Rus veya İskandinav olsun isterse Amerikan gruplarından olsun, ailenin gücü, Roman kültürünün süregelen yaşam mücadelesinde en başta yer almaktadır.
Müslüman Balkan Romanlarının büyük çoğunluğu Türkçe konuşmakta ve kendi aralarında Türkçe üzerinden anlaşmaktadırlar.
Eğitimlerini o ülke dili üzerinden sürdürmekle beraber ibadetlerini Türkçe gerçekleştirmektedirler.
Türkiye’nin, Balkanlar’da dindaş ve soydaş topluluklara verilen sosyal, kültürel,eğitim sağlık politikaların ve desteklerin tarihsel geçmişe önemli bir nüfusa, potansiyele sahip olan Roman topluluğunu da dahil etmesi gerekiyor.
Ramazan ve kurban dönemlerinde, resmî ve sivil toplum kurumlarının insani yardım politikalarında, unutulan Roman Müslümanlarını hatırlamalarının bir zorunluluk olduğuna inanıyorum.
Avrupa ve Romanlar
Balkanlar’da ve Avrupa’da uzun yıllar yaşam mücadelesi veren Romanlar nedense pek ilgimizi çekmemiştir.
Romanlar, evrensel olarak ırkçılığa en çok maruz kalmış topluluklardan birisidir.
Oysaki günümüzde Avrupa ve Balkanlar’a baktığımızda hemen hemen her yerde Romanları görmemiz mümkündür.
En çok toplumdan soyutlanan ve ayrımcılığa tabi tutulan ırklardan biridir Romanlar.
Avrupa Konseyi, Romanlar ve Gezginler Birimi’nin bugün Avrupa’da maksimum tahmini olarak 16 milyon 118 bin, ortalama tahmini 11 milyon 256 bin Roman yaşadığını kabul etmektedir.Bu rakamlar yıllardır tartışılır fakat gerçek bir veri asla sunulmaz.
Dinler ile olan bağları pratik sosyal yaşamda çok zayıf olarak bilinirken, günümüzde Balkanlar’da ve Avrupa’da yaşayan Romanların büyük bölümü kendilerini Müslüman olarak tanımlar.
Avrupa uzun yıllardan beri Romanlar üzerindeki entegrasyon politikalarında istediği sonucu alamadı. Tabii ki bu asimile sorununun altında Romanlara olan negatif, ön yargılı, dışlayıcı bakış açıları yatmaktaydı.
Avrupa’yı en çok endişelendiren yabancı toplulukların başında gelen Romanların, gelenekleri, yaşam tarzı alışkanlıkları ve kontrol edilemeyen nüfus artışları büyük bir sorun olarak görülmektedir.
Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) tarafından 2011 yılında Çingene karşıtlığı ve Romanlara karşı ayrımcılıkla mücadele ile ilgili bir dizi tavsiye kararları alındı.
Bu kapsamda, Romanların/Çingenelerin maruz kaldıkları ayrımcılık ve hoşgörüsüzlükle mücadelede etkin önlemler alınması, okullarda verilen eğitimde ve bu eğitim yoluyla ırkçılık ve sosyal ayrımcılıkla mücadele edilmesi, polis hizmetlerinde ırkçılık ve ırk ayrımcılığıyla mücadele, Romanların maruz kaldıkları önyargılar, ayrımcılık, şiddet ve sosyal dışlama ile mücadele için tedbirler alınması tavsiye edildi.
Özellikle Avrupa’da kiliseler Romanlar üzerinde misyonerlik çalışmalarına özel bir ilgi göstermektedir.
Balkanlar’da ve Avrupa’da yaşayan Romanların özellikle Müslüman kimliklerini ön plana çıkarmaları çok önemli bir husustur.
Birçok Müslüman ve Türk yardım kuruluşlarının özellikle dikkatini çekmek isterim.
Balkanlar’da ve Avrupa’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının, Romanlara yönelik sosyal, kültürel, eğitim ve sağlık yardımlarına bir pencere açması gerekiyor.
Türkiye’nin resmi ve sivil toplum kurumlarının Balkanlar’ın geleceğinde çok önemli bir potansiyel olan Romanlara yönelik muhakkak stratejik, politik bir çalışması olmalıdır.
Küresel ve bölgesel rekabetlerde din ve ırklar üzerinden yürütülen çalışmaların günümüzde ne kadar değerli olduğunu görüyoruz.
Tüm savaşların jeopolitik, jeostratejik yöntemlerinin temel taşları din ve ırklar üzerinden döşeniyor.
Türkiye devletinin resmi kurumları, Balkanlar’da ve Avrupa’da, Roman/Çingene toplumunu asla unutmamalıdır.
Bu topluluğun orta ve uzun vade de hayatına dokunacak projeleri özellikle gerçekleştirirken Türkiye’de siyaset ve akademik alanda aktif olan Romanların desteğini almakta fayda vardır.
Türkiye’de etnisite temelli nüfus sayımı yapılmadığı için Romanların nüfusu konusunda kesin bir veri bulunmamaktadır.
Türkiye’ye ilişkin sunulan veri sahada çalışan uzmanların ve Roman STK çalışanlarının görüşleri doğrultusunda hesaplanan tahmini (2.75 milyon) bir rakamı yansıtmaktadır.
Türkiye’de tarihsel olarak, kendinden olmayanlar tarafından “Çingene” olarak damgalanmış gruplar kendi içerisinde dil, kültür ve inanç bakımından çeşitlilik göstermektedir.
Romlar, Domlar, Lomlar ve Abdallar, Türkiye’nin Çingene nüfusunu oluşturmaktadır. Farklı açılardan birbirinden ayrılan bu grupları birleştiren ortak payda sürdürdükleri meslekler, hayat tarzları ve yaşam alanlarıdır.
Türkiye’de ortalama 2 milyon 750 bin, Romanya’da 1 milyon 850 bin, Rusya Federasyonu’nda 1 milyon 250 bin, Bulgaristan’da 800 bin, İspanya’da 800 bin, Macaristan’da 1 milyon, Sırbistan’da 800 bin, Slovakya’da 500 bin, Fransa’da 500 bin, Almanya’da 140 bin, Yunanistan’da 350 bin, Ukrayna’da 400 bin, İngiltere’de 300 bin, Çek Cumhuriyeti’nde 250 bin, İtalya’da 170 bin ve diğer Doğu- Kuzey 48 ülkede Roman–Çingeneler ciddi bir azınlık toplumu olarak varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Üniversitelerde ve düşünce kuruluşlarında Romanlar/Çingeneler ile ilgili tez çalışmaları genç akademisyenlere tavsiye edilmeli ve Türkiyeli Romanlar ile Avrupa Balkan Romanları arasındaki sosyal kültürel sanatsal ilişkileri güçlendirmek bu potansiyelin farkına varmakta gelecek açısından büyük fayda vardır.