George Soros, modern tarihin en karmaşık ve tartışmalı figürlerinden biridir. 12 Ağustos 1930'da Budapeşte'de, orta sınıf bir Yahudi ailenin çocuğu olarak György Schwartz adıyla doğdu. Çocukluğu, Macaristan'ın çalkantılı dönemlerine tanıklık etti: 1944'te Nazi işgali sırasında ailesiyle birlikte saklandı, sahte kimliklerle hayatta kaldı; ardından 1945'te Sovyet kontrolü altındaki komünist rejimin baskılarını yaşadı. 1947'de, 17 yaşındayken İngiltere'ye göç etti ve London School of Economics'te (LSE) ekonomi okudu. Burada, Karl Popper'ın "Açık Toplum ve Düşmanları" eserinden ilham aldı; Soros hakkındaki anlatılara inanacak olursak, Popper'ın totaliter rejimlere karşı bireysel özgürlüğü ve eleştirel düşünceyi savunan felsefesi, Soros'un ideolojik temelini oluşturdu.
Londra'da finansal kariyerine küçük bir tüccar bankasında başlayan Soros, 1956'da ABD'ye taşındı ve 1970'te Quantum Fonu'nu kurarak Wall Street'te adını duyurdu. Ancak asıl ünü, 1992'de "Kara Çarşamba” olarak bilinen İngiltere Merkez Bankası'na karşı gerçekleştirdiği spekülasyonla geldi. Bu hamle, ona "İngiltere Bankası'nı çökerten adam" unvanını kazandırdı. Finansal spekülatör, hayırsever, özgürlük destekleyicisi olarak anıldı…
Ancak Soros'u anlamak için daha derin ve bütüncül bir bakış gerekir: O, Osmanlı ve Britanya İmparatorluklarının deniz korsanlarının modern bir versiyonudur. Finansal operasyonları, sivil toplum kuruluşları (STK'lar) aracılığıyla rejim değiştirme çabaları ve yolsuzlukla mücadele kisvesi altındaki faaliyetleri—bu "üç yüz"—birbiriyle uyumlu bir şekilde çalışarak, milli devletleri zayıflatmak ve küreselleşmeci bir düzeni yerleştirmeye hizmet etmektedir. Soros’un gerçekte kim olduğu ve misyonunun ne olduğu bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Aynı zamanda Soros üzerinden neoliberal yaklaşımın sahipleri ve mücadele yöntemleri incelenmektedir.
Tarihsel Bir Ayna: Osmanlı ve Britanya'nın Korsanlarla Dansı
Soros'un postmodern korsanlığını anlamak için, tarihteki korsan-imparatorluk ilişkisine bakmak gerekir. Osmanlı ve Britanya İmparatorlukları, egemenliklerini yaymak için deniz korsanlarını (privateers) stratejik birer araç olarak kullandı. Britanya'da korsanlık, 16. ve 17. yüzyıllarda İspanyol sömürge ticaretine darbe vurmak için sistematik bir politika olarak uygulandı. Kraliçe I. Elizabeth döneminde, Francis Drake ve John Hawkins gibi korsanlar, "Letter of Marque" adlı resmi izinle donatıldılar. Drake, 1577-1580'de dünyayı dolaşarak İspanyol altın filolarını yağmaladı; 1588'de İspanyol Armadası'na karşı savaşta kilit rol oynadı. Bu korsanlar, hem kendi ceplerini dolduruyordu, ki Drake'in ganimeti milyonlarca pound değerindeydi, hem de Londra'ya servet taşıyordu. Britanya'nın deniz hegemonyasını güçlendiriyordu.
Osmanlı'da ise Akdeniz'de farklı bir biçim söz konusuydu. 16. yüzyılda Oruç Reis, Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis gibi figürler, Venedik, Ceneviz ve İspanyol gemilerini hedef alıyorlardı. Barbaros, 1538'de Preveze Deniz Savaşı'nda Osmanlı'ya zafer kazandırdı; ama öncesi ve sonrasında, korsanlık faaliyetleriyle hem zenginleşti hem de imparatorluğun Akdeniz'deki nüfuzunu genişletti. Osmanlı, bu denizcileri bazen donanmasına entegre etti, bazen de özerk bırakarak dolaylı kontrol sağladı. Ganimetin bir kısmı İstanbul'a sunulur, kalanını kendileri alırlardı. Örneğin, Cezayir'deki korsan üsleri, Osmanlı'ya haraç öderken kendi ekonomilerini de büyüttü. Yine bu denizciler Kuzey Afrika’da ele geçirdikleri liman ve toprakları Osmanlı mülküne katıyorlar, Osmanlı savaşa girmeden toprak kazanıyordu.
Bu ilişki, bir kazan-kazan düzeniydi: Korsanlar zenginleşir, imparatorluklar ise düşmanlarını zayıflatır, toprak kazanır, kaynak transfer eder ve nüfuzlarını yayardı. Korsanlar, kaos yaratırdı, ticaret yollarını keser, düşman donanmalarını yıpratırdı. Bu kaos, efendilerinin stratejik hedeflerine hizmet ederdi. Soros'un hikâyesi, bu tarihsel dansın postmodern bir yansımasıdır: Finansal piyasalarda "saldırılar" düzenliyor, milli devletleri sarsıyor ve ganimeti küresel bir "kral" adına topluyor. Yaptığı iş önceki korsanların işlevi ile birebir aynı ama daha karmaşıktır. Tarihsel korsanlar kılıç ve yelkenle çalışırdı; Soros ise döviz kurları, fonlar, sivil toplum kuruluşları ve ideolojiyle. Bu sistemi üç yüzü ile açıklamak mümkün.
Korsanlığın İlk Yüzü: Finansal Saldırılar ve Küresel Kurumlara Bağımlı Kılma
Soros'un finansal faaliyetleri, korsan gemisinin topları gibidir; hedef devletlerin ekonomilerine ateş açar, kaos yaratır ve servet transfer eder. Soros’un bireysel finansal faaliyetlerinin temeli eski olmakla birlikte “korsan” olarak görevlendirilmesi 1989 Washington Konsensüsüne dayanır. Bu ABD ve diğer G-8 ülkeleri tarafından kabul edilen; IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü tarafından dayatılan neo-liberal ekonomi politikalarıdır.
Kariyerinin en çarpıcı hamlesi, 16 Eylül 1992'de gerçekleşen "Kara Çarşamba"dır. İngiltere'nin Avrupa Döviz Kuru Mekanizması'ndaki (ERM) sterlinini hedef aldı; sterlinin aşırı değerli olduğunu fark ederek Quantum Fonu üzerinden milyarlarca dolarlık kısa pozisyon (açığa satış) aldı. İngiltere Merkez Bankası, sterlini savunmak için rezervlerinden döviz sattı, faiz oranlarını bir günde %10'dan %12'ye, hatta kısa süreliğine %15'e çıkardı ama bu çaba yetersiz kaldı. Sterlin, ERM'den çıkmak zorunda (!) kaldı; Soros ise yaklaşık 1 milyar dolar kâr elde etti. Soros’a ileride diğer rolleri için kullanacağı fon bu şekilde, örtülü yolla tahsis edilmiş oldu. Bu, İngiltere'ye kısa vadede zarar verse de uzun vadede ERM'nin katı kurallarından kurtularak 1990'ların büyüme dönemine zemin hazırladı. Kazan-kazan dansı başlamıştı.
Soros 1997 Asya Finansal Krizi'nde Tayland bahtını hedef aldı; bahtın sabit kur rejimi sürdürülemezdi ve Soros'un spekülasyonu, Temmuz 1997'de çöküşü tetikledi. Domino etkisi Malezya ringgitine, Endonezya rupiahına ve Güney Kore wonuna sıçradı. Tayland'da bankalar battı, şirketler iflas etti, milyonlarca insan işsiz kaldı. Malezya Başbakanı Mahathir Mohamad, Soros'u "düşman" ilan ederek "Batılı spekülatörlerin Asya'yı sömürdüğünü" savundu. Soros, bu eleştirilere "Ben sadece piyasanın açıklarını kullandım" diyerek yanıt verdi ama zarar geri döndürülemedi. 1998'de Rus rublesine saldırdı; bu, Rusya'nın borç temerrüdüne düşmesine katkıda bulundu. Örnekleri artırmak mümkündür.
Bu hamleler, yüzeyde bireysel kâr arayışı gibi görünse de daha büyük bir etkiye sahiptir: Ulusal ekonomiler sarsılır, IMF ve Dünya Bankası gibi küresel kurumlara bağımlılık artar. Tayland ve Endonezya, IMF'den kurtarma paketleri aldı; ama bu paketler, özelleştirme, deregülasyon ve piyasaların açılmasını şart koştu. Yerel şirketler yabancı sermayeye satıldı, ulusal kontrol azaldı. Korsan metaforunda bu, düşman gemilerinin yağmalanmasıdır: Soros'un Quantum Fonu servet kazanır, ama asıl ganimet, milli devletlerin ekonomik egemenliğinin erimesi ve küresel piyasalara teslim olmasıdır.
İkinci Yüz: Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Limanları Ele Geçirme
Finansal kaosun açtığı yarıklara, Soros'un ikinci yüzü girer: Sivil Toplum Kuruluşları (STK) aracılığıyla rejim değiştirme. 1979'da kurduğu Açık Toplum Vakfı, Sovyetler Birliği'nin 1991'deki çöküşünden sonra faaliyetlerini hızlandırdı. Soğuk Savaş'ın bitimiyle ortaya çıkan güç boşluğunda, Doğu Avrupa ve eski Sovyet coğrafyası bir laboratuvar oldu. Polonya'da Solidarność hareketine erken destek verdi; Çekoslovakya'da Kadife Devrim'in altyapısına katkıda bulundu; Macaristan'da ise kendi doğduğu ülkeyi "açık toplum" modeline dönüştürmek için milyonlar harcadı. 1990'larda Ukrayna'da Turuncu Devrim (2004) ve Gürcistan'da Gül Devrimi (2003), Soros'un finanse ettiği STK'ların sahne aldığı en bilinen örneklerdir.
Ukrayna'da, 2004 seçimlerinde hile iddialarıyla başlayan protestoları yerel gruplar organize etti; Soros'un fonları, bu gruplara eğitim, lojistik ve medya desteği sağladı. Sonuçta Viktor Yanukoviç devrildi, Batı yanlısı Viktor Yuşçenko başa geçti. Gürcistan'da ise Eduard Şevardnadze'nin yolsuzlukla lekelenmiş rejimi, Soros'un desteklediği Kmara hareketiyle 2003'te düşürüldü; yerine gelen Mihail Saakaşvili, NATO ve AB ile entegrasyonu hızlandırdı. Balkanlar'da, Bosna savaşından sonra yeniden yapılanma projelerine milyonlar yatırdı; Kosova'da bağımsızlık yanlısı gruplara destek verdi. Arap Baharı'nda, Mısır ve Tunus'ta sivil toplum ağlarına fon sağladı.
Latin Amerika'da, Venezüella'daki muhalif hareketlerle bağlantıları tartışıldı Soros, bu çabaları "demokrasi ve açık toplum" inşası olarak sundu; ama sonuçlar farklı bir hikâye anlatır: Milliyetçi ya da otoriter rejimler düşmekte yerlerine Batı yanlısı, piyasa dostu yönetimler gelmektedir. Ukrayna'da oligarkların gücü kırıldı, ama ülke NATO ve AB'ye daha bağımlı hale geldi; Gürcistan'da ise Rusya'yla ilişkiler kopma noktasına geldi. Korsan benzetmesinde bu, limanların ele geçirilmesidir: Ekonomik olarak zayıflayan ülkeler, politik olarak da küresel sisteme entegre edilir. Soros'un "açık toplum" söylemi, bu dönüşümün ideolojik kılıfıdır. Özgürlük vaat eder ama sınırların eridiği, milli egemenliğin kaybolduğu bir düzen inşa edilir.
Üçüncü Yüz: Yolsuzlukla Mücadele ve Tasmanın Geçirilişi
Soros'un üçüncü yüzü, şeffaflık kurumları ve yolsuzlukla mücadele faaliyetleridir. Uluslararası Şeffaflık Örgütü gibi kuruluşlara milyonlarca dolarlık destek verdi; araştırmacı gazetecileri finanse etti. 2016'da Panama Belgeleri ve 2017'de Paradise Papers gibi sızıntılar, bu ağların çalışmalarının dolaylı çıktılarıydı. Nijerya'daki Shell ve Eni'nin OPL 245 petrol sahası skandalı, 2011'de 1,1 milyar dolarlık rüşvetin ifşasıyla patladı. Soros'un STK'ları, bu tür davalarda kamuoyu baskısı oluşturdu. Brezilya'da Odebrecht'in Latin Amerika'daki rüşvet ağı, 2014'te "Car Wash" soruşturmasıyla açığa çıktı; Malezya'da 1MDB fonundan 4,5 milyar dolar çalındığı ortaya kondu. Her iki olayda da Soros'un finanse ettiği gazeteciler rol oynadı. Ne güzel işte, yolsuzlukla mücadele için kaynak ayırıyor diye düşünülebilir ama kazın ayağı öyle mi?
Yüzeyde bu, "adalet arayışı" gibi görünür; ama perde arkası farklıdır. Yolsuzluk davalarında cezalar Batı'ya akmaktadır: Goldman Sachs, 1MDB skandalında 2,9 milyar dolar ödedi, ama bu para Malezya'ya değil, ABD'ye gitti. Siemens, 2008'de küresel rüşvet ağı nedeniyle 1,6 milyar dolar ceza ödedi, çoğu ABD ve Almanya'ya aktı. Glencore, 2022'de Afrika'daki yolsuzluklar için 1,1 milyar dolar ödedi, yine Batı hazineleri kazandı. Shell, Nijerya'da 100 milyonlarca dolar cezaya çarptırıldı, ama faaliyetlerine devam etti. Rüşvet veren küresel şirketler, kârlarının küçük bir kısmıyla soruşturmadan sıyrılıyordu. Odebrecht, 3,5 milyar dolar ödedi, ama Novonor adıyla yeniden doğdu.
Yolsuzluğun bir tarafı yöneticiler ise diğer tarafı küresel sermayenin büyük firmalarıydı ve bunlar yolsuzluk yaparken belirgin, takip edilmesi kolay izler bırakıyordu. Soros tarafından fonlanan gazetecilerin, şeffaflık kurumlarının bu izleri takip etmeleri ve yolsuzluğu ortaya çıkarmaları zor olmuyordu. Bu ifşalarda Batılı küresel firmalara devede kulak kabilinden kesilen cezalar dışında yaptırım uygulanmıyordu. Yerel yöneticilerden ise Batı tarafından istenmeyenler hapse giriyor ya da siyaseten çöküyordu. Bir kısmı açığa çıkmıyor boynuna geçirilen zincirle Batı’ya tam teslim oluyordu. Tasfiye edilen yöneticilerin yerine de Batı ile uyumlular geliyordu.
Brezilya'da Lula da Silva, Odebrecht bağlantılarıyla yıpratıldı, sonradan temize çıksa da siyasi kariyeri darbe aldı. Malezya'da Najib Razak, 1MDB yüzünden 2022'de 12 yıl hapse mahkûm edildi. Çoğu olayda ise rüşvet alanlar ortaya hiç çıkmadı.
Bu süreçte, yolsuzluk mağduru toplumlar iki kez kaybeder: İlk olarak kaynakları çalınır, sonra cezalar kendi ülkelerine değil, Batı'ya gider. Korsan metaforunda bu, ganimetin krala sunulmasıdır: Hem maddi kazanç (cezalar) hem de politik kontrol sağlanır. Yolsuzlukla mücadele, milli devletlerin elitlerini tasfiye ya da köle eder, ülkeleri "şeffaflık" adı altında Batı standartlarına zorlar—IMF ve Dünya Bankası'nın reform paketleri devreye girer— ve küresel sistemin hakimiyetinin meşruiyetini pekiştirir.
Gölge Ağlar: Korsanın Haritasını Çizenler
Bu üç yüzün sinerjisi, Soros'u etkili kılan şeydir ama bu etki, elit ağları olmadan mümkün olmazdı. Londra'da LSE'de geçirdiği yıllar, Popper'dan aldığı ideolojik temel, City of London'da finansal temellerini atması temel hazırlar ama Soros'un yükselişi, İngiltere merkezli küreselleşmeci elitlerle bağlantılarına dayanır. 1950'lerde Singer & Friedlander adlı bir tüccar bankasında çalışırken
Londra'nın finans çevreleriyle tanıştı; 1970'te Quantum Fonu'nu kurarken, Rothschild ailesi gibi isimlerle bağlantılıydı. "Kara Çarşamba", bu ağların onayıyla bir finansal dümendi: Soros servetini katladı, korsanlık için ilk fonu sağladı.
1993'te ABD'de, Bill Clinton döneminde Açık Toplum Enstitüsü'nü kurması, bu ağların Atlantik ötesine uzandığını gösterir. Clinton'ın küreselci vizyonu—NAFTA ile Kuzey Amerika'da serbest ticareti başlatması, Dünya Ticaret Örgütü'nü (WTO) kurması—Soros'un STK'larını büyüttü. ABD'nin askeri ve kültürel gücü İngiliz politikalarını bir kılıf gibi örttü. Soros, bu iki dünyayı birleştiren bir köprü oldu: Finansal sermayesiyle kaos yarattı, STK'larıyla bu kaosu şekillendirdi. Rothschildler, Londra bankacıları, hatta Bilderberg gibi gölge yapılar, 1954'ten beri elitlerin buluştuğu bu toplantılarda Soros'un adı sıkça geçti, bu elit ağlar, korsana haritasını veren "saray"dır. Soros, elitler olmadan bu kadar ilerleyemezdi.
Aparat mı, Amiral mi?
Soros'un "açık toplum" söylemi bir inanç gibi görünse de finansal operasyonlarla toplumlara zarar vermesi bu samimiyeti sorgulatmaktadır. Eğer idealist olsaydı, Tayland'ı ya da Malezya'yı yoksullaştıran hamlelerden kaçınır, zararını telafi ederdi. Örneğin, Asya Krizi'nden kazandığı milyarları bu ülkelerin toparlanmasına yatırırdı. Bunun yerine, kârını STK'lara ve rejim değiştirmeye yönlendirdi. 1990'larda Doğu Avrupa'ya 100 milyonlarca dolar akıttı, ama bu, "yardım"dan çok Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında İngiltere’nin nüfuz alanını yaymak içindi.
Bu çelişki, onu bir aparat yapar: Kendi gemisinin amirali gibi hareket etse de rotası İngiltere merkezli küreselleşmeciler tarafından çizilmiştir. İnancı, ki varsa, bu rolü içselleştirmesini sağlar. Bir korsan kaptanı olarak ganimet toplar, ama liman hep kralındır. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonrası "demokrasi inşası" görevi, bu aparatlığın açık bir örneğidir: Finansman "Kara Çarşamba"dan gelir ki, 1992 kârı, STK'ların sermayesi oldu. Uygulama ABD'nin gücüyle desteklendi. Clinton dönemi bu vizyonu büyüttü, ama nihai hedef, İngiliz nüfuzunun yayılmasıdır. Soros, sıradan bir piyon değildir Kendi hırsı ve ideolojisiyle bu oyuna gönüllü katıldı. Derin nefret ve güçlü inanç onun korsan olarak seçilmesinde başat rol oynadı.
Sonuç: Kralın Modern Korsanı
Soros'un hayatı, Macaristan'daki zorlu çocukluğundan Londra'da ideolojik ve finansal temellerine, oradan ABD'nin küresel bir aktör oluşuna uzanan yolculuğu ve üç yüzü (finans, STK'lar, yolsuzlukla mücadele) onu kralın postmodern korsanı yapmaktadır. Tarihsel korsanlar gibi, finansal operasyonlarla kaos yaratır, döviz kurlarını çökertir, ekonomileri sarsar; STK'larla bu kaosu şekillendirir, rejimleri devirir, limanları ele geçirir; yolsuzlukla mücadeleyle meşruiyet sağlar, ganimeti krala sunar. Elit ağlarla ilişkisi, bu korsanlığın haritasını çizer: Kendi gemisini yönetir, ama filo İngiltere merkezli küreselleşmecilere aittir.
Ganimet, kralın hazinesine akar, cezalar Batı'ya gider, kaynaklar transfer edilir; limanlar, kralın bayrağıyla süslenir, milli devletler küresel sisteme teslim olur. Soros, modern dünyanın hem kaptanı hem amiralidir, kendi hırsı ve vizyonu gemisini yüzdürür, ama kralın gölgesinden asla çıkmaz. Tarihsel korsanlar kılıçla yağma yapardı; Soros ise finans, ideoloji ve ağlarla aynı oyunu oynadı ve kral, bu modern çağda, Londra'nın gölgeli elitleri olarak yaşamaya devam ediyor.
Soros ve bağlantılarının ABD devlet aygıtını da (NED, USAID gibi) kullanarak ördüğü ağların ortaya çıkarılarak, beslediği yapıların tasfiye edilmesi milli devletler için beka konusudur. Sü uyur “dış güçler” uyumaz. Uyumak ölmek demektir.
Diğer İçerikler