BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’nin 1 Ekim 2024 tarihli BM Genel Kuruluna Sunduğu Filistin Raporu Özeti
İnsan hakları alanındaki çalışmalarıyla tanınan hukukçu Francesca Albanese, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi (OHCHR) ve Filistin Mültecileri için Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) gibi kuruluşlarda önemli roller üstlenmiştir. 2022 yılında, BM İnsan Hakları Konseyi tarafından “1967’den itibaren işgal altında bulunan Filistin topraklarındaki insan haklarına ilişkin duruma dair” araştırma yapmak üzere özel raportör olarak atanmıştır.
BM Özel Raportörü Francesca Albanese, Filistin’deki insan hakları durumuyla ilgili birden fazla resmi rapor yayımladı.
Mart 2024'te yayımladığı "Bir Soykırımın Anatomisi" başlıklı raporunda, İsrail’in 1967’den bu yana işgal altında tuttuğu Filistin topraklarında işlediği insan hakları ihlallerine dikkat çekmiş, özellikle Gazze’deki eylemlerin soykırım teşkil ettiğine dair makul gerekçeler bulunduğunu vurgulamıştır. 7 Ekim 2023’ten itibaren İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını yakından takip eden ve bu analizler doğrultusunda raporunu hazırlayan Albanese, “Rapor, İsrail'in Gazze'de Filistinlilere karşı soykırım yaptığını gösteren eşiği aştığına inanmak için haklı gerekçeler sunmaktadır.” açıklamasında bulunmuştur. Raporda ayrıca, 7 Ekim 2023 sonrasında Gazze’ye yönelik şiddetin Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e yayıldığı tespit edilmiştir. Bu durum, Filistin topraklarının sistematik olarak sömürgeleştirilmesi ve Filistin halkının varlığının tasfiye edilmesi bağlamında ele alınmaktadır.
Bu metinde özetlenecek olan son raporunu ise Ekim 2024’te, “Bir Ulusun Yok Edilmesi İçin Sömürgeci Bir İmha Yöntemi Olarak Soykırım” ismiyle yayımlamıştır. Öldürme, yaşamı imkansız hale getirme, Filistinlileri zorla yerlerinden etme, kuzeyden güneye, batıdan doğuya bombalama, geçimlerini sağlayabilecek her şeyi yok ettikten sonra göçe zorlama, yiyecekten, ilaçtan, yakıttan mahrum bırakma ve ayrıca binlerce Filistinliyi keyfi olarak tutuklama, özgürlüklerinden mahrum etme, işkence etme, cinsel saldırı ve taciz gibi tüm bu sistematik eylemlerin soykırım anlamı taşıdığı raporda vurgulanmış, Filistinlilerin onlarca yıldır baskı altında yaşadığı, sindirildiği, kötü muameleye maruz bırakıldığı ve uluslararası hukuk çerçevesinde ağır insan hakları ihlallerine uğradığı belirtilmiştir.
İsrail’in, ideolojik nefretin siyasi bir doktrine dönüştürülmesiyle hareket ettiğini söyleyen rapor, bu sürecin, tıpkı diğer soykırımlarda olduğu gibi, "ötekinin" insanlıktan çıkarılmasıyla mümkün hale geldiğini belirtmiştir. Ancak bu durumda soykırımın toprak merkezli olduğuna dikkat çekilmiştir. Albanese "İsrail, Filistinliler olmadan toprak istiyor. Ancak Filistinliler için toprak, bir halk olarak kimliklerinin ayrılmaz bir parçasıdır." ifadelerini kullanmıştır. Raporda, bu durumun “sömürgeci bir imha yöntemi olarak soykırım” olarak değerlendirildiği ve soykırım olarak nitelendirildiği vurgulanmıştır.
Albanese’i susturma girişimleri
Francesca Albanese, BM Özel Raportörü olarak göreve başlamasının ardından yoğun eleştirilere ve baskılara maruz kaldığını ifade etmiş; zaman zaman tehditler aldığını ancak bu durumun kararlılığını veya çalışmalarının sonuçlarını etkilemediğini vurgulamıştır. İsrail, görev süresinin başlangıcından bu yana ona persona non grata(istenmeyen adam) muamelesi yapmıştır. Almanya ve Fransa tarafından antisemitizm nedeniyle kınanan ilk Özel Raportör olmuştur. ABD'nin Antisemitizmle Mücadele Özel Temsilcisi Deborah Lipstadt, ABD'nin BM Büyükelçisi Linda Thomas-Greenfield ve ABD'nin BM İnsan Hakları Konseyi Büyükelçisi Michèle Taylor tarafından da eleştirilmiştir. 2 Temmuz 2024’te, görevi BM'nin faaliyetlerini izlemek, özellikle insan hakları konusundaki kararların tarafsızlığını ve etkinliğini değerlendirmek olan UN Watch tarafından Albanese’nin görevden alınması için BM’ye başvuru yapılmıştır. İnsan Hakları Konseyi’ne sunulan taslak kararda, Albanese’nin antisemitizm ve Hamas’ı meşrulaştırdığı iddiaları gerekçe gösterilerek görevine son verilmesi talep edilmiştir. UN Watch İcra Direktörü Hillel Neuer, Albanese’nin BM’deki pozisyonunu kötüye kullandığını öne sürerek ABD’yi bu taslağı desteklemeye çağırmıştır. Neuer, Albanese’nin görevde kalmasının BM’nin itibarı üzerinde olumsuz bir etki yarattığını savunmuştur. Aynı zamanda Albanese hakkında mali usulsüzlük iddialarına ilişkin BM soruşturması başlatılmıştır.
Bu iddialara karşın, Otuz Yahudi örgüt, BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese’ye yönelik antisemitizm suçlamalarını kınayarak, onun Gazze’de İsrail’in işlediği iddia edilen suçları belgelemeye yönelik çalışmalarına desteklerini açıkça ifade etmiştir. Bu örgütler, suçlamaların, Albanese’yi susturmayı ve insan hakları savunuculuğuna zarar vermeyi amaçlayan sistematik bir karalama kampanyasının parçası olduğunu belirtmiştir. Yapılan açıklamada, özellikle UN Watch gibi kuruluşların İsrail’i uluslararası eleştirilerden koruma çabaları eleştirilmiş ve tartışmalı IHRA antisemitizm tanımının siyasi amaçlarla araçsallaştırıldığına dikkat çekilmiştir. Batılı hükümetlerin bu tür suçlamaları desteklemesi, Albanese’nin güvenliğini tehlikeye attığı gerekçesiyle kınanmıştır. Ayrıca, İsrail’in eylemlerinin Yahudi kimliğiyle ilişkilendirilmesinin, Yahudi topluluklarını ciddi bir risk altına soktuğu vurgulanmıştır. Gruplar, insan haklarına ve uluslararası hukuka dayalı bir yaklaşımın herkes için güvenlik ve istikrar sağlayacağını ifade etmiş; Albanese’ye yönelik desteklerinin, Yahudi değerleriyle tam uyum içinde olduğunu özellikle belirtmişlerdir.
“Bir Ulusun Yok Edilmesi için Sömürgeci Bir İmha Yöntemi Olarak Soykırım” başlıklı rapor
Rapor, İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarının hukuki çerçevesini ve bu süreçteki gelişmeleri kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. Soykırımın, bir "amaca ulaşma aracı" olarak nasıl kullanıldığı tartışılmakta ve özellikle Gazze'deki soykırımın önlenmesindeki başarısızlık ile Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki soykırım riski değerlendirilirken, soykırım kastının hukuki boyutları ve bu sorunun karmaşıklığına odaklanılmaktadır. Ayrıca, “üçlü perspektif bütünselliği” bağlamında, İsrail’in toprak bütünlüğünü genişletme çabaları, Filistin halkını bir grup olarak yok etme niyeti ve soykırım kastını meşru müdafaa gerekçesiyle haklı göstermeye yönelik çabaları incelenmektedir. Bir devletin bünyesindeki soykırım kastını anlamak, bu politikaların hukuki ve etik sonuçları ile birlikte kapsamlı bir şekilde tartışılmakta ve bu bağlamda çeşitli öneriler sunmaktadır. Bu analiz, hukuki incelemeler, mağdurlar ve tanıklarla yapılan görüşmeler, açık kaynaklar ve uzmanların katkılarına dayanmaktadır.
-Hukuki Çerçeve ve Gelişmeler
Rapor, öncelikle hukuki çerçeve ve gelişmeler üzerine odaklanmaktadır. Raporda, İsrail’in 1967’den bu yana işgal altındaki Filistin topraklarındaki varlığı hukuka aykırı ve ilhak amaçlı bir yapı olarak nitelendirilmiştir. UAD’nin Temmuz 2024’teki İstişari Görüşü, İsrail’in kolonileşme rejiminin yasa dışı olduğunu ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir. İşgalin sona erdirilmesi, kolonilerin dağıtılması, mağdurlara tazminat sağlanması ve yerinden edilmiş Filistinlilerin geri dönüşüne izin verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. UAD, Duvar Görüşü’nü genişleterek İsrail’in “güvenlik endişelerinin” işgali haklı çıkardığı yönündeki savunmalarını reddetmiştir. İşgalin yasadışı ilan edilmesi, iddia edilen meşru müdafaa savunmalarını geçersiz kılmaktadır; öyle ki İsrail için yasal olan tek çözüm, koşulsuz olarak tüm bölgeden geri çekilmesidir. Güney Afrika v. İsrail davasında, Gazze’deki Filistin halkına yönelik gerçek ve telafisi mümkün olmayan zarar riskine dikkat çekilmiş ve İsrail’in askeri operasyonlarını durdurması talimatı verilmiştir. Buna rağmen İsrail ve diğer birçok devlet bu tür emirleri göz ardı etmeye devam etmekte ve İsrail’e silah akışı sürmektedir.
Raporun ikinci bölümünde, İsrail'in toprak işgalini genişletmek için "hedefine ulaşmanın bir aracı" olarak soykırımı kullandığı vurgulanmaktadır.14 Ekim 2023’te İsrail, Kuzey Gazze’deki 1,1 milyon Filistinli için 24 saat içinde Güney’e göç etmeleri talimatı, tarihteki en hızlı kitlesel yer değiştirmelerden biri olarak tanımlanmıştır. Özel Raportör, bu göçün kasıtlı kitlesel etnik temizlik riski taşıdığı konusunda uyarıda bulunmuş ve bu uyarının doğruluğu kısa sürede kanıtlanmıştır. İsrail’in, Gazze’de Filistinlileri zorla yerinden etme politikası devam ederken, bölgedeki Filistinlilerin yaklaşık %90’ı çoklu kez yerinden edilmiştir. Gazze’nin ötesinde, şiddet Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e yayılmış, İsrail güçleri ve yerleşimciler etnik temizlik ve apartheid uygulamalarını artırmıştır. Üst düzey İsrailli yetkililer ve liderler, Filistinlilere yönelik şiddeti teşvik etmiş, 1948’den bu yana süregelen Nekbe hızlandırılmıştır. Raporda, işgal altındaki topraklarda etnik temizlik için soykırım kastı taşıyan davranış kalıpları ve kritik gelişmeler incelenmektedir.
Gazze’deki soykırımın önlenmesi ve cezalandırılmasında ciddi başarısızlıklar mevcuttur. Özel Raportör’ün önceki raporundan (A/78/545) bu yana ve Uluslararası Adalet Divanı'nın müdahalelerine rağmen soykırım eylemleri artmıştır. İsrail’in Gazze’ye yönelik sistematik saldırıları, insani, maddi ve çevresel olarak ölçülemez yıkıma neden olmuştur. Çocuklar ve bebekler dahil olmak üzere binlerce kişi hayatını kaybetmiş, yardımlar ve insani hizmetler hedef alınmıştır. Gazze’nin yıkımı, etnik temizlik, ekokırım, kentkırım ve eğitimkırım gibi suçlamaları beraberinde getirmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın Ocak 2024’ten beri uyardığı gibi, bu eylemler, Filistinlilere kasten verilen telafisi imkânsız zararları oluşturmaktadır.
Ayrıca, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da, özellikle Gazze’deki yıkımın bir yansıması olarak, soykırım riski hızla artmaktadır. 7 Ekim 2023’ten Eylül 2024’e kadar İsrail güçleri ve yerleşimciler binlerce saldırı düzenleyerek yüzlerce Filistinliyi öldürmüş, binlercesini yaralamış ve geniş çaplı bir yıkıma neden olmuştur. Çocuklar özellikle hedef alınmış, öldürme oranları ve yöntemleri şok edici boyutlara ulaşmıştır. Kitlesel gözaltılar, işkence ve kötü muamele yaygın hale gelmiş, sivil altyapı, sağlık tesisleri ve ambulanslar sıkça saldırıya uğramıştır. Batı Şeria’da geniş çaplı askerî operasyonlar, hava saldırıları ve yerleşimci şiddeti ile Filistinliler yerlerinden edilmiştir. Cenin ve Nablus gibi bölgelerde, sokağa çıkma yasakları ve sistematik saldırılarla binlerce aile evsiz kalmıştır. İsrail’in, Batı Şeria’yı daha da daraltan "tampon bölgeler" ve ilhak hazırlıkları doğrultusunda uyguladığı politikalar, Filistin toplumunu parçalamayı amaçlamaktadır. Sağlık hizmetleri ve ekonomi çökertilmiş, yaşam koşulları sürdürülemez hale getirilmiştir. Bu durum, Filistin halkı için varoluşsal bir tehdit oluşturmakta ve bölgedeki gerilimi artırmaktadır.
-Soykırım Kastı ne anlama gelir ve nasıl yorumlanmalıdır?
Raportör, soykırım kastının hukuki boyutunu ve taşıdığı karmaşıklığı derinlemesine anlamanın önemine dikkat çekmektedir. Soykırım kastının ispatlanması hususunda önemli zorluklar hala devam etmektedir. Raportör, soykırım kastını daha net anlaşılması için şu unsurlara değinmiştir: soykırımın karmaşık yapısının tanınması ve daha geniş bağlamın dikkate alınması, beş temel soykırım eyleminin yanı sıra diğer göstergelerin de değerlendirilmesi ve bireysel cezai kovuşturmalarla gelişen içtihadın, devlet sorumluluğunu tespit etme açısından gecikmelere yol açabileceği bu sebeple soykırımın önlenmesi için hayati önem taşıyan daha geniş kapsamlı devlet sorumluluğunun erkenden tespit edilmesinin gerekliliği.
Soykırım suçunun değerlendirilmesi, eylemlerin daha geniş bağlamda ele alınmasını gerektirir. Vahşetin doğası, savaş ortamı, intikam iddiaları ve soykırım fırsatları dikkate alınmalıdır. Aynı olaylar birden fazla suç teşkil edebilir; bu nedenle tüm kanıtlar birlikte değerlendirilmeli ve aç bırakma, öldürme, işkence gibi eylemler soykırım kastını gösteren bir kalıp oluşturup oluşturmadığına bakılmalıdır. Sivillere yönelik saldırılar, aşırı şiddet ve yıkımla yok etme kastını gösterebilir.
Soykırım kastı, bir grubun tamamen veya kısmen fiziksel, biyolojik ya da kültürel olarak yok edilmesi amacını içerir. Soykırım Sözleşmesi, fiziksel ve biyolojik yok etmeye odaklanmış olsa da, tarihsel ve sosyopolitik bağlamın yanı sıra yavaş ölüm, zorla yerinden etme, kültürel ve ekonomik yapıların yıkımı gibi eylemler de kastın göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Yerleşimci-sömürgecilik bağlamında, bir grubun topraklarından ve kültürel kimliğinden koparılması, topluluk direncinin aşınmasına, sağlık koşullarının kötüleşmesine ve düşük yaşam beklentisine yol açar. Bu durum, grubun artık kendini yeniden oluşturamayacağı şekilde hedef alınmasını soykırım kastı olarak yorumlar.
Topraktan kopuşun kimlik ve dirence zarar verdiği, zorla yerinden etme ve toksik koşullarda yaşamaya zorlama gibi eylemlerin, soykırım kastını destekleyen bir amaca işaret ettiği vurgulanmıştır.
Soykırımın erken teşhisi ve önlenmesi, uluslararası hukuk sisteminin temel ilkelerinden biridir. Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), soykırım kastını değerlendirirken uluslararası ceza mahkemelerinin içtihatlarına dayanmakta, ancak devletlerin sorumluluğunun bireysel faillerin cezai mahkûmiyetine bağlı olmaksızın belirlenebileceğini vurgulamaktadır. 2007’deki Bosna v. Sırbistan davasında ICJ, soykırım kastını yalnızca bireysel cezai sorumluluklara bağlamış, ancak 2015’teki Hırvatistan v. Sırbistan davasında kastın davranış kalıplarından çıkarılabileceğini ifade etmiştir.
Devlet sorumluluğunun belirlenmesinde delil standardının yüksek olması mağdurlara adaleti geciktirebilir veya engelleyebilir. Gambiya V. Myanmar davasında müdahil devletler, "makuliyet kriteri"nin soykırım kastının belirlenmesini zorlaştırmaması gerektiğini savunmuştur. Mahkeme, delillerin diğer olası kasıtları dışlayıp dışlamadığını değerlendirerek "tek makul çıkarım" testini uygulamalıdır. Devletin eylemleri bütüncül olarak ele alınmalı, eylemlerin bütünselliğini dikkate almamak, suçu gizleme amacı taşıyan politikaların kamuflaj işlevi görmesine yol açabilir.
-Toprak, Eylem ve Grup bütünselliği çerçevesinde İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırım kastı
Özel Raportör, İsrail’in eylemlerini "üçlü perspektif bütünselliği" çerçevesinde değerlendirerek, Filistin halkını yok etme kastının açık olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşım, İsrail’in siyasi projesi, yıkımın niteliği ve kastı gizleyen saikleri kapsamaktadır.
-Toprak Bütünselliği
İsrail’in “Büyük İsrail” (Eretz Yisrael) hedefi, Filistinlilerin kendi kaderini tayin haklarını ve toprakları üzerindeki varlıklarını tehdit eden uzun soluklu bir projedir. Bu hedef, İsrail’in sistematik yerleşim politikaları, demografik yapıyı değiştirme girişimleri ve 2018 Ulus Devlet Yasası ile pekiştirilmiştir. 7 Ekim 2023’ten sonra bu hedef doğrultusunda ilhak ve kolonileştirme çabaları hız kazanmış, Filistinlilerin Mısır’a sürülmesini öngören sızdırılmış bir konsept belge de bu süreci desteklemiştir.
İsrail’in politikaları ve söylemleri, Filistinlileri insan-dışılaştırmayı ve topraklarından koparmayı amaçlayan bir yok etme kastını giderek daha belirgin hale getirmiştir. 7 Ekim’de İsraillilerin yaşadığı şiddet ve travma, intikam çağrılarını artırmış, Filistin toplumuna yönelik sistematik yıkım ve etnik temizliği hızlandırmıştır. Bu süreç, Filistin halkının yaşam koşullarını sürdürülemez hale getirmiş ve onların varlığını tehdit eden bir aşamaya ulaşmıştır.
-Grup bütünselliği: Filistin halkının yok edilmesi
7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in sistematik eylemleri, Filistin halkının yaşam koşullarını sürdürülemez hale getirmeyi amaçlayan geniş kapsamlı bir yıkımı ortaya koymaktadır. Gazze’den Batı Şeria’ya yayılan bu kampanya, toplu öldürmeler, zorla yerinden etmeler ve altyapının kasten tahrip edilmesi gibi eylemlerle halk sağlığını, eğitim sistemini ve sosyal yapıyı yok etmektedir. Filistin halkı açlığa, salgın hastalıklara ve toprakla bağlarının kopmasına maruz bırakılmaktadır. Zorla yerinden edilmeler, Filistinlilerin kültürel aidiyetini ve toplumsal dayanışmasını zayıflatmakta, kalıcı travmalara yol açmaktadır. İsrail’in eylemleri, insan-dışılaştırma, toplu aşağılama ve hayatta kalanların onurunu hedef alarak psikolojik ve fiziksel zararı derinleştirmektedir. Filistinlilerin gelecek nesillerde hayatta kalma kapasitesine yönelik bu saldırılar, soykırım kastının açık bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
-Eylem bütünselliği: Soykırım kastının meşru müdafaa olarak gerekçelendirilmesi
İsrail’in 7 Ekim 2023 sonrası Filistinlilere yönelik eylemleri, "Hamas’ı yok etmek" ve "rehineleri kurtarmak" gibi belirtilen hedeflerin ötesine geçerek geniş kapsamlı bir soykırım kastını işaret etmektedir. Soykırım kastı, silahlı çatışma bağlamında diğer saiklerle birlikte var olabilir. İsrail, meşru müdafaa gerekçesiyle hareket ettiğini öne sürse de işgalci güç olarak koruma yükümlülüğünü ihlal etmekte ve sivilleri hedef almaktadır. Ayrım gözetmeyen saldırılar, toplu yıkımlar ve Filistinlilerin insan-dışılaştırılması, sistematik bir yok etme niyetini ortaya koymaktadır. Sivil ölümlerindeki sıklık ve acımasızlık, yıkıcı bir kastın sistematik yapısını göstermektedir. İsrail’in askeri operasyonlarının yalnızca Hamas’ı hedef almadığı, Filistin halkının geneline yönelik olduğu açıktır. Rehineleri kurtarma iddiası ise ayrım gözetmeyen saldırılar nedeniyle güvenilirliğini yitirmiş, operasyonlar sırasında rehinelerin ölümüne sebep olunmuştur. Tüm bu eylemler, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria üzerindeki kontrolü genişletme amacının, insani kaygıların önünde olduğunu göstermektedir.
Sonuç ve önerilere geçemden önce Özel Raportör, soykırım sorumluluğun yalnızca bireylere değil devletlere de atfedilebilir olduğundan bahsetmiştir. İsrail, Uluslararası Adalet Divanı'nın (ICJ) uyarılarına rağmen, Filistinlilere yönelik sistematik yıkıcı eylemlerine devam etmiş, soykırım kastını gösteren politikalarını ve eylemlerini sürdürmüştür. Devletin tüm organları—yasama, yürütme, yargı ve medya—bu süreçte işlevsiz kalmış veya soykırımı teşvik edici rol oynamıştır. Siyasi liderlik, açıkça soykırımı destekleyen açıklamalar ve politikalar geliştirmiş, Knesset (İsrail’in Yasama Organı) ise insani yardımları engelleyen yasaları onaylamış ve Filistinli tutuklulara yönelik işkenceyi meşrulaştırmıştır. Yargı, bu süreçte hesap verebilirlik sağlamada başarısız olmuş, medya ise insan-dışılaştırıcı söylemleri yayarak soykırımı meşrulaştırmıştır. Bu sistematik eylemler, Filistin halkını ortadan kaldırmaya yönelik bir devlet kastını açıkça ortaya koymaktadır. İsrail’in siyasi, askeri ve kurumsal yapıları, Filistin halkının yok edilmesi hedefine hizmet eden bir bütün olarak çalışmaktadır. Devletin bu yükümlülüklerini yerine getirmemesi, soykırım kastının ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
Sonuçlar; Gazze’deki soykırım, önceden öngörülen bir trajedidir ve İsrail’in “Büyük İsrail” hedefi doğrultusunda Filistin halkını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. İsrail, kuruluşundan bu yana Filistinlilere yönelik sistematik ayrımcılık, zorla yerinden etme, katliam ve apartheid uygulamalarıyla bir soykırım mekanizması işletmiştir. İsrail’in “meşru müdafaa” söylemiyle maskelediği eylemler, Filistinlilerin topraklarının tamamında kontrol sağlamayı amaçlayan bir egemenlik projesinin parçasıdır. İsrailli liderlerin açıklamaları, Filistinlileri bir bütün olarak hedef almayı meşrulaştırmakta ve soykırım kastını ortaya koymaktadır. Bu süreç, yalnızca bireysel faillere değil, bütün bir devlet mekanizmasına karşı hesap sorulmasını gerektirmektedir. Uluslararası toplumun, Soykırım Sözleşmesi’ni tam olarak uygulaması ve Filistinlileri korumak için derhal harekete geçmesi zorunludur.
Bu durum, İsrail’e tanınan cezasızlık ve uluslararası hukuka meydan okumanın bir sonucudur. Hukukun seçici uygulanması, adaletin çöküşüne zemin hazırlamaktadır. Dünya, bir yerleşimci-sömürgeci soykırımı canlı izlerken, bu vahşetin yarattığı siyasi ve insani tahribatı yalnızca adalet giderebilir.
Öneriler
Albanese, raporunun son bölümünde, mevcut sorunların çözümüne ve gelecekte benzer durumların önlenmesine yönelik kapsamlı ve somut önerilere yer vermiştir. Öneriler, bireysel ve kurumsal düzeyde alınması gereken adımları içermekte ve uzun vadeli çözüm stratejilerini de kapsamaktadır.
Filistin’deki mevcut soykırım, yüzyıllardır süregelen yerleşimci-sömürgecilik projesinin bir parçası olup uluslararası toplumu ve insanlığı derinden yaralayan bir durumdur. Bu trajedi derhal sona erdirilmeli, bağımsız şekilde soruşturulmalı ve sorumlular cezalandırılmalıdır. Özel Raportör, devletlere Soykırım ve Cenevre Sözleşmeleri’ndeki yükümlülüklerini hatırlatarak, şu eylemleri gerçekleştirmeleri çağrısında bulunmuştur:
Özel Raportör, yukarıda belirtilen yükümlülüklere uygun olsun veya olmasın, Üye Devletleri aşağıdaki eylemleri gerçekleştirmeye çağırmaktadır:
(a) İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarını durdurması, ateşkesi kabul etmesi ve 19 Temmuz 2024 tarihli Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) İstişari Mütalaası doğrultusunda işgal altındaki Filistin topraklarından tamamen çekilmesi için tam bir silah ambargosu ve yaptırımlar dâhil olmak üzere tüm siyasi baskı araçlarını kullanmak;
(b) İsrail’i apartheid uygulayan ve uluslararası hukuku sürekli ihlal eden bir devlet olarak tanımlayıp ilan etmek, Apartheide Karşı Özel Komite’yi Filistin’deki durumu kapsamlı bir şekilde ele almak üzere yeniden faaliyete geçirmek ve İsrail’i Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 6. maddesi uyarınca üyeliğinin askıya alınabileceği konusunda uyarmak;
(c) İşgal altındaki Filistin topraklarında uluslararası bir koruyucu varlığın konuşlandırılmasını desteklemek;
(d) Gazze dışına yerlerinden edilen Filistinliler için uluslararası insan hakları ve mülteci hukuku ile uyumlu ve geri dönüş haklarını tam anlamıyla koruyan bir koruma çerçevesi geliştirmek;
(e) Soykırım ve apartheid de dâhil olmak üzere suç teşkil eden eylemlerin bağımsız ve kapsamlı bir şekilde soruşturulmasını sağlamak, bu suçları işlediklerinden şüphelenilen kişiler hakkında, ilgili tüm yan suçlar da dâhil olmak üzere, ulusal mahkemelerde evrensel yargı yetkisini uygulamak;
(f) Askerler, paralı askerler ve yerleşimciler de dâhil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlara karışan tüzel kişileri ve çifte vatandaşları soruşturmak ve yargılamak;
(g) Gazze’ye engelsiz insani yardım sağlamak; UNRWA’yı, tesislerine ve personeline yönelik saldırılar ile itibar suikastleri de dâhil olmak üzere her türlü tehdide karşı korumak ve tam olarak finanse etmek, tüm alanlarda görevlerinin devamlılığını sağlamak.
Özel Raportör, ICC (Uluslararası Ceza Mahkemesi) Savcısı’na, İsrail tarafından işlenen soykırım ile apartheid suçlarını soruşturması ve bu raporda adı geçen diğer önde gelen şahısları incelemesi için çağrıda bulunmaktadır.
Özel Raportör, Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nu, Doğu Kudüs dâhil olmak üzere İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki ve İsrail’deki, İsrail’in tüm Filistinlilere (İsrail vatandaşları ve mülteciler dâhil) yönelik yok etme kastı ve uygulamalarını (üçlü perspektif testi) ve son soykırım eylemlerini daha geniş bir bağlamda incelemeye çağırmaktadır.
Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) ve Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun İsrail’in soykırım ve apartheid suçlarını kapsamlı bir şekilde soruşturması ve Filistinlilere yönelik yok etme kastını incelemesi gerektiği vurgulanmıştır.
Kaynakça
Genocide as colonial erasure(A/79/384), 01 October 2024.( Çev. Ahmet Erdem Işık ve Alpaslan Durmuş)
Order on Provisional Measures in the case concerning Alleged Breaches of Certain International Obligations in respect of the Occupied Palestinian Territory, , (Nicaragua v. Germany), ICJ decided on 30 April 2024.
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin Gazze Şeridi’nde Uygulanması (Güney Afrika v. İsrail), Karar, 26 Ocak 2024, I.C.J. Raporları 2024.
https://www.adl.org/resources/article/francesca-albanese-her-own-words
https://www.npc.org.au/speaker/2023/1242-francesca-albanese
https://tribunemag.co.uk/2024/11/if-this-is-not-genocide-what-is-francesca-albanese-palestine
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-uadde-gorulen-nikaragua-almanya-davasinda-son-durum/3208883