Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
Değişmeyen Afganistan Gerçeği: 1 Ülke 5 Büyük Hezimet
Güray ALPAR
06 Aralık 2022 11:58
A-
A+

Temel olarak “güç dengesi” iki varsayım üzerine kuruludur. İlkinde sistemin değil, aktörün amaçları ve çıkarları vardır. İkincisine göre ise güçlü devlet öncelikle barış ve statükoyu seçer ve ancak çıkarlarını var olan stratejilerle sağlayamıyorsa savaşa girer (Kulalı ve Kafdağlı, 2015: 921-922). Çıkacak bir savaş sonucunda ise düzenin değişme riski her zaman vardır.

Diğer taraftan tarih, olaylara doğrudan doğruya bir yön ve anlam ufku kazandırır (Ruby: 1990: 583). Doğru olarak ortaya konulan olaylar, geçmişten ders almak yanında, gelecek yolunu çizmede insana bir tecrübe ve değer katar, olaylar arasındaki ilişkileri de anlamlı kılar. Tarihçi Edward Carr, tarihi “doğrulanmış olgular kümesi” olarak tanımlarken, “bugüne ancak geçmişin ışığında bakabiliriz” der (Car, 2015: 255). Yine ona göre tarihçi, sadece gelecek için bir siyaset formüle etmeye yarayacak nedenlerle ilgilenmelidir.

Tarihi süreçte Afganistan coğrafyası; Makedonya ve Moğol İmparatorluklarına direnmiş ve yıpratmış, bölgede Şiiliği yaymaya çalışan Safevi Devleti’nin yıkılmasına neden olmuş, İngiliz İmparatorluğu ise bu bölgeyi 3 defa işgal girişiminde bulunmasına rağmen başaramamıştır. I. Dünya Savaşı esnasında, Batı tarafından işgal edilemeyen bölgeler arasında yer alan Afganistan, daha sonraları Sovyetler Birliği tarafından başlatılan işgal girişimini hezimete uğratması yanında, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne de neden olmuştur. Afganistan’ın son kurbanı ise Afgan coğrafyasına hâkim olmak için 20 yıl büyük bir maddi gücü sonuçsuz yere harcayan ve onca gücüne rağmen verdiği kayıplar dolayısıyla, apar topar bu bölgeden kaçmak zorunda kalan ABD olmuştur. Tarih analiz edildiğinde bu coğrafyanın, kendinden emin 5 Büyük İmparatorluk için bir hezimet alanına dönüştüğü açıkça görülüyor. Yine görünen o ki, bu büyük güçlerin hepsi Afgan coğrafyasındaki başarısızlık sonrası çöküşe geçmiş ve bölgesel ve küresel üstünlüklerini yitirmiştir.

Birinci dünya savaşı sırasında, Batı dünyası tarafından işgal edilemeyen birkaç İslam ülkesinden biri olan Afganistan, son süreçte üç defa İngiltere tarafından, bir kez Rusya ve son defasında da ABD tarafından istila edilmeye çalışıldı. ABD’li bir askeri yetkilinin ifadesiyle Afganistan; ABD tarafından büyük heveslerle işgal edilen, ancak 20 yıl onca asker ve maddi kayba rağmen tutunamayıp, apar topar geri çekildiği topraklar olarak tarihe geçmiştir. Son yüzyılda üç süper gücün de barınamadığı Afganistan, tarihte Makedonya ve Moğol İmparatorlukları yanında, Safevi İmparatorluğu’na karşı verdiği mücadeleler nedeniyle, bazı hususlar tartışmalı olsa da "İmparatorluklar mezarlığı" olarak anılıyor.

Bütün bunlardan hareketle, Afganistan coğrafyasında tarihi süreçte yaşanan olayları, hakikate sadık kalarak ve geleceği inşa edecek şekilde, birbirleriyle irtibatlandırarak anlamlandırmanın gerekli olduğu düşünülmektedir.

Makedonya İmparatorluğu, Harappa Uygarlık alanında darbe aldıktan 3 yıl sonra dağılmıştı

Makedonya İmparatoru İskender, savaşçı ve liderlik özellikleri ile bilinir. Bu çoğunlukla doğru olsa da bazı yazarların, Batı’nın temsilcisi olduğu düşüncesiyle, başarısını ara sıra abarttıkları ve dünyanın sonunu gittiği gibi olağanüstü hikayelerle süsledikleri de görülür. Aslında İskender, esas itibarıyla, Spartalılarla Atinalıların birbiriyle yıllardır mücadele etmesinden ötürü yorgun düşmesinden yararlanan Yunanlıları ve o tarihte zaten çürümüş durumdaki Persleri (Ahameniş) yenmişti. Ele geçirdiği topraklar da zaten bunlara aitti. 600 bin Pers askerini öldürdüğü iddiaları da abartıdan ibaretti (Ivar, 2006: 83). Makedonya İmparatorluğu en geniş sınırlarında 5.2 milyon km2 gibi bir alana sahipti ve bu durumuyla yıktığı 7.5 milyon km2 alana sahip Ahameniş İmparatorluğunun bile çok gerisindeydi. Kaldı ki, 33.2 milyon km2 bir büyüklüğe ulaşmış Moğol İmparatorluğu, İskender’in devletinden en az 6 kat büyüktü ancak kimse onlar için “Büyük Moğolistan İmparatorluğu” unvanını kullanmamıştı.

İskender zaten yıpranmış olan Persleri yendikten sonra, güç zehirlenmesi altında, seferini İndus Vadisine (Bugünkü Pakistan ve kuzeyi) ve ötesine uzatmıştı. İndus Vadisi ve civarında yer alan Harappa Uygarlığı, Yunanlılardan çok daha önceleri gelişmiş, zengin bir kültüre sahipti. Buraların savaş tarihi de çok eskilere dayanıyordu. Günümüzde bulunan belgelerden, MÖ 1500’lerden itibaren savaş teorilerini, teknik ve savunma tekniklerini ve silahlarına ait bilgileri yazılı hale getirdikleri de biliniyor. Zaten bu bölge ve civarındaki; Pakistan, Afganistan, Özbekistan gibi coğrafyadaki insanların savaşçı nitelikleri de bu derin geçmişe dayanıyor.

İskender, Harappa Bölgesinde, karşısına çıkan ilk ciddi kuvvet ve filler karşısında oldukça fazla kayıp vermiş, burada yaralanmış, ordusu da gereğinden fazla yıprandığından ısrarla geri dönmek istemişti. Bu nedenle de MÖ 326 yılında harekatı sonlandırarak bitkin bir halde geriye dönmek zorunda kaldı. İskender zaten ilerlemenin sonuna gelmişti. Eğer biraz daha ilerlese zaten, 6000 savaş fili, 80.000 süvarisi, 200.000 piyadesi ve 4000’den fazla savaş arabası olan Magadha İmparatorluğu ile karşılaşacaktı ki, bu onun için tam bir tükenişe dönüşecekti. İskender, Harappa Bölgesindeki mücadelesini daha fazla devam ettiremeden geri çekildi ve 3 yıl sonra da öldü. İskender'in ölümüyle de imparatorluk dağıldı.

Safevi İmparatorluğu’nun dağılmasında da Afganların rolü önemliydi

1501-1736 yılları arasında hüküm süren ve Şiiliği benimseyen Safevi Devleti (Newman: 2006), Pakistan ve Afganistan’ın bir kısmını da ele geçirmiş ve 3 milyon km2 büyüklüğünde bir alana ulaşmıştı. Safevi Devleti’nden Osmanlıya karşı yararlanmak isteyen Papalık, Habsburg İmparatoru ve Portekizliler sık sık elçiler göndererek bu devletle işbirliği imkanı arıyordu ve Robert ve Anthony Sherley isimli iki İngiliz gezgini de bu devletin paralı ve iyi eğitimli bir orduya sahip olması için yardım ediyordu. İngilizler, Safevilerle iş birliği yaparak Hürmüz şehrini Portekizlilerden geri aldıktan sonra Körfez bölgesindeki en büyük tüccar oldular (Alpar, 2014) ve zamanla etkilerini Hindistan’a aktardılar. 1764 yılına gelindiğinde ise İngiliz iş adamları, Hindistan’ın en zengin eyaleti olan Bengal’in hükümdarı olmuşlardı (James, 2011: 260).

Diğer taraftan Özbekler, Osmanlı ile işbirliği içinde, iç karışıklıkların eksik olmadığı Safevi Devleti’ne karşı saldırılar düzenliyordu. Bu dönemlerde Safeviler; Ermeni, Gürcü ve Hint kökenlilerden oluşan ve ekonomik gücüyle etkinleşen büyük bir tüccar sınıfı oluşturmuşlardı.

Safeviler, 17. Yüzyılda, kuzeyden Ruslar ve doğudan Babürlerin rekabeti ile karşılaştılar. Devlet sınırları sık sık baskın ve yağmalara uğradı. Özellikle Afganlılar, topraklarına kendi dini inançlarını yaymaya çalışan, Safevilere direnerek karşı harekete geçtiler. 1698 yılında Kirman Eyaleti Beluciler tarafından, 1717 yılında ise Horasan, Afganlılar tarafından yapılan istila ve yağmalarla karşı karşıya kaldı. Peştunlar, Kandahar’ın Safevi Valisine karşı ayaklandılar. Ayaklanma üzerine üzerlerine gönderilen Safevi ordusunu da büyük bir bozguna uğrattılar. Ardından 1722 yılında, Mir Veys’in oğlu Mahmut komutasındaki bir Afgan ordusu, İran’a girerek başkent İsfahan’ı kuşattı ve yağmaladı. Bundan sonra Nadir Şah 1729 yılında Afganlara karşı bazı başarılar kazansa da sonraki 10 yıl boyunca İran topraklarından onları çıkaramadılar ve İran topraklarında yağma ve baskınlar devam etti ve bir süre sonra Safeviler dağıldı. Safevi İmparatorluğu’nun dağılmasında Afganlılar önemli bir rol oynadı.

İngiliz İmparatorluğu kuvvetleri de bütün çabasına rağmen Afganistan’da başarılı olamadı

İngilizler, 1750’lerden itibaren kendisine ait bir Hindistan oluşturmak için, uygun şartları görmüştü. İngilizler, Hindistan’daki iç bölünmelerden yararlanarak içerilere açılabilir ve sonraki yüzyılda Hindistan’a egemen olup, Asya’ya açılmada ve kuşatmayı tamamlamada buradan bir üs olarak istifade edebilirlerdi. Bunun bir kısmını başaracaklardır. Ancak Hindistan’da yerli hükümdarlar, tüccarlar ve Avrupalı rakiplerle yaşanan fırtınalı olaylar, becerikli diplomasi ve rüşvetlere ihtiyaç göstermişti (Heaton, 2005: 287).

İngilizler Hindistan bölgesinde, sadece kıyılarda birkaç ticari şehri kontrol ediyordu ve yörede hemen hemen hiç askeri yoktu. Bu yüzden birleşik ve kuvvetli Mugal Devleti’ne saldıramayacaklarının farkındaydılar. Bu nedenle bölünmeyi desteklediler. Hindistan bölününce de onlar için aradıkları fırsat çıktı. İngiliz Şirketi ile Bengalliler arasında 1757 yılında çıkan ve Avrupalılar tarafından kazanılan zafer, Hindistan’da İngiliz İmparatorluğu’nun kuruluşunun başlangıcı olmuştur (Uslubaş ve Dağ, 2007: 227). Bölgede hâkimiyet sağlamaya başlayan yeni devlet ise, İngilizlerin o bölgedeki Doğu Hindistan Şirketi (EIC) tarafından, 2000 kişilik yerli kuvvetin de desteğiyle, ortadan kaldırılmış ve yerine kukla bir hükümet kurularak, bölgedeki gelirlerin toplanması izni alınmıştır. Bu gelirin toplanması ise İngilizler için o güne kadar görmedikleri bir gelir yaratmaya yetmişti.

Ancak 1800’lerden itibaren, İngilizler için Rusya, bir tehdit oluşturmaya başladı. Ruslar, 1804 yılında Gürcistan’ı, ertesi yıl Azerbaycan’ı ele geçirdiler. 1864 yılına gelindiğinde ise Kuzey Kazakistan ele geçirilmişti ve bunu bir yıl sonra Taşkent izledi (Ponting, 2011: 673). 1868 yılında Semerkant şehri Rusların oldu. 1870’lerden itibaren de neredeyse Türkistan coğrafyasının tamamı, Ruslar tarafından bir dereceye kadar sömürgeleştirilmişti. İngilizler için en büyük tehlike, Rusların Hindistan’daki İngiliz çıkarlarını tehdit etmesiydi. Berlin Antlaşması, Balkanlardaki statüyü köklü olarak değiştirmiş ve Panslavizm ideolojisini körüklemişti. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ise bu politikanın en büyük başarılarından birisiydi (Evans, 1999: 11). Bundan sonra özellikle Afganistan’ın ve Fergana Vadisi’nin kontrolüne yönelik bir mücadelenin her iki ülke arasında devam ettiği görülecektir.

İlk İngiliz teşebbüsü

Bu dönemde İngilizlerin, Afganistan’ı işgal girişimleri üç ayrı bölümde gerçekleşmiş ve her seferinde başarısız olmuştur. Bunların ilki 1838 yılında başlayan harekattır. Harekatın başında kolay ilerlediğini sanan İngiliz güçleri, Kabil’e girmeyi başarmalarına rağmen, Afganlıların yıpratma ve baskınlarıyla durmak zorunda kaldı. Kuşatılan İngilizler 1842 tarihinde zorunlu olarak geri çekildiler. İngilizler, Gandarmak Geçidinde ise neredeyse tümüyle yok edildiler. İngilizler, takviyelerle tekrar ilerlemeye çalıştılarsa da devam eden Afgan direnişi ile bu topraklarda tutunamayacaklarına kanaat getirerek geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu direniş İngilizlerin yenilmezlik mitini yendi ve 1857’de başlayan Büyük Hint İsyanını tetikledi.

İkinci İngiliz teşebbüsü

1878 yılı sonbaharında, İngilizler bu sefer 40 bin askerle, 3 ayrı noktadan Afganistan’a girdiler ve yine fazla bir direnişle karşılaşmadan Kabil’e ilerlediler. Bu sefer sırasında Ruslar, Afganlılara söz verdikleri yardımı gerçekleştirmediler ve İngilizler Afganistan’ın büyük bölümünü ele geçirdiler. Ancak 1879 yılında Kabil’de, İngilizlere karşı büyük bir isyan çıktı ve aralarında generallerin bulunduğu üst düzey İngilizler öldürüldü. İngilizler bunun üzerine Hayber’den Kabil’e takviye kuvvet göndermek istediler ancak başaramadılar. İngilizler tekrar denedi ancak cihat ilan eden Afganlılar, 1880 yılındaki Meyvand Muharebesi’nde İngilizleri mağlup ettiler ve 1881 yılında İngilizler Afganistan’ı terk etmek zorunda kaldılar.

Üçüncü İngiliz Teşebbüsü

1919 yılında ise bu sefer Afganlılar, Hayber Geçidini geçerek, İngilizlerin kontrolündeki Hindistan topraklarına girdiler ve stratejik önemdeki Bağ şehrini ele geçirdiler. Afgan birliklerinin Peşaver’e girmeleri üzerine, İngilizler savaş ilan ettiler, karşı saldırıya geçtiler. İngiliz-Hint kuvvetleri Hayber’i aşmalarına rağmen epey yıpranmış ve zayıflamıştı. İngilizler, Kabil’i bombalamalarına ve Kurram’a saldırmalarına rağmen başarısız oldular. 08 Ağustos 1919 tarihinde ise karşılıklı Rawalpindi Anlaşması imzalandı. Bu savaşlar, İngilizlerin yıpranmasında ve dünya gücü olma özelliklerini kaybetmesinde önemliydi ve bu dönemlerde İngilizler zaten geriliyordu.  II. Dünya Savaşı sonunda ise bunu zaten kendisi de kabul etmek zorunda kalacaktı.

Sovyetler Birliği’nin de Afganistan yenilgisinden iki yıl sonra dağıldığını unutmamak gerekir

Sovyetler, Afganistan’daki sözde Marksist yönetimin daveti üzerine 1978 yılında Afganistan’a girerek işgal etmiş, 9 yıl süren savaşta 2 milyona yakın Afganlı hayatını kaybetmiş, milyonlarcası da mülteci olarak ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır (Khalidi, 1991: 100-127). Savaşta bütün çabasına ve üstünlüğüne rağmen, Sovyet yönetimi Afganlıların direnişini kıramamış ve 1989 yılında Sovyet güçleri, 15 binden fazla ölü vererek ve 500’e yakın savaş uçağını kaybederek Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Bundan yaklaşık 2 yıl sonra da 1991 yılında, Sovyetler Birliği dağılmıştır. Şüphesiz, Afganistan başarısızlığı, Sovyetler Birliğinin dağılmasında önemli bir rol oynamıştı.

ABD’nin Afganistan yenilgisinin sonuçları da merak ediliyor

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünya sahnesinde tek güç merkezi olarak kaldığı söylenen ABD, güç zehirlenmesinin etkisi altında, 11 Eylül saldırılarının ardından büyük bir özgüvenle girdiği ve daha önceden tanıdığını sandığı Afgan coğrafyasından, 20 yıl boyunca gösterdiği onca gayrete, trilyonlarca dolarlık harcamaya ve üstün askeri gücüne rağmen istediği sonucu alamayarak çekilmek zorunda kalıyordu. ABD bir daha geri dönmemek üzere, yarattığı bir kaos ortamında, Kabil’den adeta bir panik havasında kaçarken, elinde basit bir piyade tüfeğinden başka bir şeyi olmayan Taliban güçleri, oluşturulan büyük hacimdeki yerel güvenlik güçlerine rağmen, birkaç günde ülkenin tamamında kontrolü ele geçirdi.

The Guardian gazetesi köşe yazarı Simon Jenkins, Afganistan’a müdahale kararını, bir Batı emperyal fantezi ürünü, olarak tanımlıyor ve “Batı’nın bu gereksiz yanlışını anlaması 20 yıl sürdü” yorumunu yapıyor. Ona göre Bush ve Blair’in NATO’yu da kullanarak legodan bir ulus inşa çalışmaları yanlıştı ve Taliban başta ABD ile savaş halinde bile değildi.

Oysa harekatın başında Time dergisi, geleneksel kıyafet giyen bir Afganlıyı kapak yaparak, “Taliban’ın son günleri” başlığını atmıştı. İşte 20 yıl sonra o Afganlı, ABD’yi dize getirmişti ve ABD Afganistan’daki son günündeki haliyle, hiçbir zaman bu kadar sarsılmış görülmemişti.

Bunun etkisini gizlemek kolay değildi. Nitekim Afganistan hezimetinin ardından, bazı ülkelerin önde gelen gazetelerindeki yorumlara bakıldığında bu kolayca görülebilir. İsviçre’de yayınlanan “Tages-Anzeiger”a göre ABD ve ortakları, 20 yıl süresince Afganistan gerçeğini görememiş ve kendi etkilerini abartmışlardı. Almanca yayın yapan “Frankfurter Allgemeine” gazetesine göre ise “Batı, Afganistan’a karşı üstünlük kompleksiyle hareket etmişti” ve umutsuz şekilde Afganistan’da kalmaya çalıştı ki bu açıkça “başarısızlık” anlamına gelen bir şeydi. Yine Almanca yayın yapan “Süddeutsche Zeitung” gazetesi, “Batı, dünyanın en zorlu coğrafyalarından birisinde, kendi değerlerini ve hegemonyasını dayatmak istemiş” ve bu başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

 Danimarka’nın “Politiken” gazetesi de yorumunda, kesin bir ifade ile “ABD, Vietnam Savaşı’ndan beri bu tür bir şeyle karşı karşıya kalmadı. Zira Afganistan, tüm çağların en güçlü ülkesinin, girdiği en uzun savaşın en büyük yenilgisidir.” demişti.

İngiltere’de yayınlanan “Times” gazetesi ise Afganistan’da yaşananları göz önüne almadan “Batı modelini savunmakta ısrar edilmesi” gerektiğini ifade ederken, “En önemli soru Batı’nın var olma emellerine yönelik bunun ne tür sonuçları olacak?” diyerek kaygılarını da açığa vurmaktan ve bunun mutlaka sonuçları olacağını dile getirmekten geri kalmıyordu.

Her şeye rağmen, ABD ve müttefikleri Afganistan’dan çekilirken, havaalanındaki uçağın ve bu uçağın dev kanatları altında terk edilmişliğin verdiği hüzünle çaresizce koşan insanların görüntüsü hiçbir zaman hafızalardan silinmeyecek gibi.

Sonuç olarak, döngüler tekrarlanan bir model olarak tanımlanır. Küresel politikada “güç dengeleri” kuramına alternatif olarak kurgulanan “uzun döngüler” kuramı, esas itibariyla karar alıcıyı tanımlamak üzere tasarlanır ve tıpkı Afganistan’da silinip giden imparatorluklar gibi “sistemin belli noktalarda kendini tekrarladığı” esasına dayanır. Diğer taraftan, sistemdeki başat aktörün uzun süre ve sürekli olarak bu rolünü oynaması durumunda, dünya gücü olarak kabul edilme durumu vardır ki ABD’nin, Ortadoğu bölgesinde ve Afganistan’da girdiği mücadelelerdeki başarısızlığı ve geri çekilişi böyle bir durumun olmadığını açıkça göstermektedir. Kaldı ki, bu gücün kendi içindeki meydan okumalar da artarak devam etmektedir.

Afganistan ve çevresindeki coğrafya, imparatorlukları hep yanıltmış ve daha önceki denemelere rağmen, güç zehirlenmesi altında, bir sonraki de aynı tuzağa düşmekten kendisini alamamıştır. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin sonuçları ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının gölgesi altında, henüz net olarak görülmemiş olsa da daha fazla gizlenemeyeceği açıkça ortada. Yine sonuçlar; “yenildi”, “geri çekildi” veya “planlıydı” gibi kelimelerle ifade edilse de ne olduğu biliniyor ve tarih boyunca Afgan coğrafyasına girişlerin kolay, ancak tutunabilme ve geri çekilmenin zor olduğu görülüyor. Yine görülen o ki, bu coğrafyada güç rekabetine giren imparatorluklar, bir süre sonra dağılıyor veya güç merkezi olma konumunu kaybediyor. Bu coğrafyanın son kurbanı olan ABD, acaba bir istisna olabilecek midir? Yoksa diğerlerinin düştüğü hazin sonu, kaçınılmaz olarak o da mı yaşayacaktır?

 

Kaynakça:

Alpar, Güray. (2014). Antropolojik Bakış Açısıyla Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları: Konya.

Cari Edvard Hallet. (2015). Tarih Nedir? Çev. Misket Gizem Gürtürk, İletişim Yayınları: İstanbul.

Evans J. Richard. (1999). Tarihin Savunucusu, Çev. Uygur Kocabaşoğlu, İmge Kitapevi: Ankara.

Ferhani Davut. (25 Ağustos 2021). Batı Basını ve ABD’nin Afganistan’dan Çekilişi. Independent Türkçe.

Heaton, Herbert. (2005). Avrupa İktisat Tarihi, Çev.  M. Ali Kılıçbay, Paragraf Yayınevi: Ankara.

James, C.Davis. (2011). İnsanın Hikâyesi, Çev. Barış Bıçakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.

Kenneth, Chase. (2003). Firearms: A Global History to 1700. Chambridge University Press.

Khalidi, Noor Ahmad. (1991). Afganistan: Demographic Consequences of War: 1978-1987. Central Asian Survey, 10(3).

Kulalı Yeliz ve Kafdağlı Tuğçe. (2015). Jack Levy, Savaş Kuramları, Editör, Erhan Büyükakıncı, Adres Yayınları: Ankara.

Lissner, Ivar. (2006). Uygarlık Tarihi, Çev. Adli Moran, Nokta Kitap: İstanbul.

Newman J. Andrew. (2006). Safevid Iran: Rebirth of a Persian Empire. I.B. Tauris.

Ponting, Clive. (2011). Dünya Tarihi, Çev. Eşref Bengi Özbilen, Alfa Yayınları: İstanbul.

Rubby, Cristian. (1990). Tarih Nedir, Çev. Bahaeddin Yediyıldız.

Uslubaş, Tolga, Dağ Sezgin. (2007). Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar: İstanbul.