Anadolu! Kadim uygarlıkların yurt tuttuğu insanlığın ana vatanı. Medeniyetin beşiği. Yüksek kültüre ve birikime sahip bu topraklar tarih boyu yüzlerce yıkıma maruz kalmış, yeniden inşa edilmiş. Bunca yıkıma rağmen hayata tutunmuş, yeniden ayağa kalkmış ve dünyaya ölümsüz eserler bırakmıştır. Bu toprakların son ve ebedi misafiri, kadim Türk milleti de benzer bir tarihe ve kadere tanıklık ediyor. Yüksek Türk kültürünün genetik kodlarında hayat bulan zorluk karşısında kenetlenme refleksini hiçbir mantık ve bilimsel model ölçemez. Bunun somutlaşan kanıtını 06 Şubat 2023 tarihinde yaşanan depremde ve devleti ile kenetlenen milletimizde görmek mümkün.
Şubat ayının 6’sında Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda bulunan 18 il (Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Batman, Bingöl, Elâzığ, Kilis, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şırnak, Van, Muş, Bitlis, Hakkâri, Adana, Osmaniye ve Hatay) Richter ölçeğine göre 7,4 ün üzerinde ardı sıra iki büyük deprem ile sarsıldı. Ardından binin üzerinde artçı sarsıntı oldu. Küçük çaplı sarsıntılar halen devam etmektedir. Bölgeye ilişkin 2021 TUİK verilerine göre ülke nüfusunun %13’ü depremden doğrudan etkilendi (13,5 milyon civarı insan). Bölgede yer alan konutların %42’si 2001 öncesi, %58’i ise sonrasında inşa dilmiştir. Yetkililerden alınan bilgilere göre 12 bin 141 bina ağır hasar almış. Hayatını kaybeden 21 bin 43, yaralı olarak kurtulan 80 bin 242 insanımız var. Ancak en sağlıklı ve doğru verilere enkaz kaldırma çalışmaları sonucunda ulaşılacağı da muhakkak.
Şekil 1. Türkiye’nin deprem riski haritası
Şekil 1’deki harita incelendiğinde; mor renkli bölgeler fay hatlarını, kırmızıdan beyaza doğru renk kodları ise depremin risk oranlarını göstermektedir. Bu bağlamda; yazıya konu olan ve depremden etkilenen yerleşim yerleri de Türkiye’nin en güney noktasındaki Hatay ilinden ülkenin kuzey doğu ucuna doğru çıkan fay hattı üzerinde konuşludur. Ülkenin kuzey kıyılarını boydan boya içine alan ve doğusundan batıya uzanan fay hattı ile Ege bölgesinde görülen birkaç yüksek riskli fayın da benzer bir yıkım potansiyeline sahip olduğu uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Bunun yanında, Anadolu topraklarının hemen tamamının riskli (kırmızı renk) bölgelerden oluştuğu, İç Anadolu Bölgesinin güneyi ve yer yer orta kesimleri, Trakya bölgesinin Karadeniz’e bakan kıyılarının, yer yer Karadeniz bölgesinde kıyı şeridi boyunca, benzer şekilde Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Suriye ile Irak’a komşu alanlarında daha düşük riskli alanlar söz konusudur.
Depremin ilk dakikalarından itibaren inisiyatifi ele alan, ekiplerin koordinasyonu imkanlar doğrultusunda en iyi seviyede idare eden AFAD ekibini ve talimatlara uygun olarak hareket etme başarısı ile sahada görev alan tüm kamu örgütlerini, yüzlerce STK’yı, dost ve kardeş ülkelerden gelen yabancı ülke kurtarma ekiplerini ve binlerce gönüllü çalış vatandaşlarımızı da saygı ve minnet ile anmak gerekir.
Yazının buraya kadar ki kısmında, bölgedeki fiili durum ve Türkiye’nin genel deprem riski değerlendirilmiştir. Müteakip bölümde ise; özellikle İç Anadolu’nun Güneyi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Suriye ile Irak’a komşu alanları üzerinden eko- stratejik analizler yapılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla bu yazı, Türkiye’nin gelecek ekonomik planlamalarına ve deprem riski değerlendirmelerine referans olmayı amaçlamaktadır.
Ülkelerin GSYH endeksi tüketim yerine ve üretim yerlerine göre iki farklı yöntem ile hesaplanabilmektedir. Bu çalışmada, üretim yerlerine göre hesaplanan istatistikler kullanılmıştır. Üretim yeri istatistiğinin, tarım, ormancılık ve balıkçılık, sanayi, inşaat ve hizmetler şeklinde dört grupta takip değerlendirildiği görülmektedir.
Tablo 1. Türkiye’nin Gayrisafi yurtiçi hasılası (GSYH), iktisadi faaliyet kollarına göre (%), 1998-2017
|
Tarım, ormancılık ve balıkçılık |
Sanayi |
İnşaat |
Hizmetler |
Sektör toplamı |
1998 |
13,5% |
27,2% |
6,6% |
52,7% |
100,0% |
1999 |
11,5% |
25,0% |
6,1% |
57,4% |
100,0% |
2000 |
11,3% |
24,1% |
5,9% |
58,7% |
100,0% |
2001 |
9,9% |
23,5% |
5,2% |
61,4% |
100,0% |
2002 |
11,6% |
22,7% |
5,1% |
60,5% |
100,0% |
2003 |
11,3% |
23,1% |
5,3% |
60,4% |
100,0% |
2004 |
10,8% |
22,6% |
6,1% |
60,5% |
100,0% |
2005 |
10,6% |
22,6% |
6,4% |
60,4% |
100,0% |
2006 |
9,3% |
22,6% |
7,2% |
60,8% |
100,0% |
2007 |
8,5% |
22,2% |
7,7% |
61,7% |
100,0% |
2008 |
8,4% |
21,8% |
7,7% |
62,1% |
100,0% |
2009 |
9,1% |
20,7% |
6,3% |
63,9% |
100,0% |
2010 |
10,3% |
21,0% |
6,9% |
61,8% |
100,0% |
2011 |
9,4% |
22,5% |
8,2% |
60,0% |
100,0% |
2012 |
8,8% |
21,9% |
8,5% |
60,9% |
100,0% |
2013 |
7,7% |
22,4% |
9,2% |
60,7% |
100,0% |
2014 |
7,5% |
22,7% |
9,2% |
60,7% |
100,0% |
2015 |
7,8% |
22,4% |
9,3% |
60,5% |
100,0% |
2016 |
7,0% |
22,3% |
9,7% |
61,0% |
100,0% |
2017 |
6,9% |
23,2% |
9,7% |
60,2% |
100,0% |
Kaynak: TÜİK, Yıllık Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, 2017.
Tablo 1 oluşturulurken, 1999 Gölcük depremi sonrasında inşaat sektörünün GSYH’ya etkisine odaklanılmış bu maksatla, 1998 ile 2017 arasındaki üretim yerlerine göre hesaplanan değerlerin GSYH içerisindeki payları referans alınmıştır. Türkiye için 2023 GSYH’nın 22 trilyon TL olması beklenmektedir.
Tablodaki sektör verileri incelendiğinde; inşaat katkı oranının 1998 den itibaren ılımlı bir artış eğilimine sahip olduğu, 2017’de ise %9.7 ile zirve yaptığı görülmektedir. 2023 için tahmin edilen GSYH dikkate alınarak %10’luk bir inşaat sektör oranının 2.2 trilyon TL değerinde bir katkı sağlayacağı öngörülebilir.
Buna ek olarak, Türkiye ve AB bölgesinin 2020 inşaat sektörünün GSYH’ya katkı oranları karşılaştırıldığında sırasıyla, %5,9 ve %5.6 şeklinde gerçekleştiği görülmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin betonlaştığına ilişkin eleştirilerin gerçekleri yansıtmadığı deprem gerçeğinden hareketle, inşaat sektörüne yapılan yatırımlarının ne denli önemli olduğunu tekrar ortaya koymaktadır. Dış ticarete konu mal ve hizmetler bağlamında inşaat sektörüne aktarılan dış kaynaklı krediler ve ekonomiye olumsuz yansımaları başka bir yazının konusu olduğu için burada tartışılmamıştır.
1999 depremi sonrasında yapıların kalitesi ve mevcut konut stokunun yenilenmesi her zaman hükümetin öncelikli alanı olmuştur. Bu kapsamda, 16.5.2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında, riskli yapılar ile riskli alan ve rezerv yapı alanlarının tespitine, riskli yapıların yıktırılmasına, yapılacak planlamaya, dönüştürmeye tabi tutulacak taşınmazların değerinin tespitine, hak sahibi olacaklarla yapılacak anlaşmaya ve yapılacak yardımlara, yeniden yapılacak yapılara ve 6306 sayılı Kanun kapsamındaki diğer uygulamalara ilişkin usul ve esaslar belirlenmiş ve düzenlemeler kapsamında inşaat faaliyetleri için standartlar ortaya konulmuştur.
Deprem sonrası için yol haritası üç aşamalı olarak ele alınmalıdır. İlk aşamada, göçük altında kalanların kurtarılması, yaralıların tedavisi, mağdur olanların barınma, iaşe ve ibatelerinin sağlanması. Gerekli olması durumunda tahliyelerinin koordinasyonu. Deprem bölgesinde devlet düzeninin yeniden tesisinin sağlanmasına yönelik güvenlik, banka, hastane, günlük ihtiyaçlar gibi gereksinimlerin tesisi. İkinci aşamada, enkaz kaldırma, can ve mal kaybının tam ve sağlıklı tespiti ve telafisine yönelik ön değerlendirmelerin yapılması. Hayatın normalleştirilmesine yönelik kapalı olan ikinci öncelikli kamu ve özel kurum ve kuruluşların tekrar işlerlik kazanması. Üçüncü aşamada ise afet öncesinde olası felaket senaryoları ve elde edilen veriler çerçevesinde oluşturulan planların devreye sokulmasıdır. Bu planda ana hedef, hızla kayıpların telafisi ve afet öncesi duruma geçiş olmalıdır. Süreçte belki de en önemli adım insan popülasyonu, ağır sanayi tesisleri ve finansal katkı bağlamında son derece önemli olan başta Marmara Bölgesi olmak üzere yüksek riskli bölgelerde toplanmış olan yapının daha az riskli alanlara bir plan dahilinde kaydırılması olmalıdır. Türkiye’nin risk haritası incelendiğinde, İç Anadolu bölgesinde kuzeyde Aksaray’dan Karamana ve oradan Akdeniz’e açılan koridor altyapı, lojistik imkanlar, liman ve deniz yolları ile dış dünyaya bağlantılar ve nitelikli iş gücü eğitimi planlamaları ile rahatlıkla dış finansman ve partner bulabilme potansiyeline de sahip, rekabetçi bir bölge olarak dikkat çekmektedir.
Bu çalışma üçüncü aşama kapsamında planlandığı değerlendirilen devlet refleksine ve oluşan fiili ekonomik duruma yönelik bir değerlendirme yapmaktadır. Bölgeye ilişkin ulaşılan gayri resmi verilere göre; deprem bölgesinde yaklaşık olarak 840 ila 870 bin hanenin yeniden inşası planlanmaktadır. Bunun ekonomik karşılığının 42 ila 45 milyar dolar olacağı öngörülmektedir. Yapılan fizibilite çalışmalarına göre hükümetin finansman çabaları karşılık bulmuş ve tamamına yakını için hibe şeklinde dış kaynak bulunduğu öğrenilmiştir. Söz konusu kaynak ve destek miktarlarına ilişkin doğrudan isim vermek bu aşamada yanlış olacaktır. Hükümet yetkililerinin açıklamalarından yola çıkarak ön görülen konut inşasının 12 ila 18 ayda tamamlanması planlanmıştır. Buna ek olarak, konut ihtiyacının dışında yol, hava alanı, hastane gibi kamu yatırımları ve diğer iktisadi varlıkların ayağa kaldırılması ile insan sermayesi gibi maddi ve manevi kayıpların telafisi için uzun vadede aynı miktarda bir finansmana ihtiyaç olacağı değerlendirilmektedir.
Uluslararası finans kuruluşlarının küresel büyüme raporlarına göre Türkiye’nin 2023’te %3 büyüyeceği öngörülmektedir. Ancak deprem sonrası yapılan ara değerlendirmeler ve tahminler ile bu oran %0.9 olarak revize edilmiştir. Tablo 1’de yer alan sektörlerin GSYH’ya katkıları, hükümetin inşaat sektörüne ilişkin becerisi, planlanan inşaat faaliyetlerinin ilerleme hızı gibi faktörler dikkate alındığında 2023 için ilk öngörülen %3’lük büyüme tahminini dahi aşılabilmesi zor değildir.
Tedarik zinciri bağlantıları değerlendirildiğinde, inşaat sektörü ile doğrudan ve dolaylı ilişki halinde 250 civarı alan olduğu görülmektedir. Bu alanlardan en önemlilerinin beton sanayii, demir ve çelik sanayii ve hizmet sektörü olduğu söylenebilir. Hizmet sektörü bağlamında istihdam edilmesi düşünülen insan varlığının ekonomiye katkısının yanında ve sosyal alana katkısına paha biçilemez.
Sonuç olarak, zorlu coğrafyalarda güçlü kalabilmenin koşulu geçmişten ders çıkarmak ve gelecek için vizyonu belirlemektir. Atılan adımların bu bağlamda değerlendirilmesi ve olası felaketler için alternatifler geliştirilmesi önerilmektedir.