Dünya jeopolitiğinde yaşanan önemli değişiklikler yeni bir Dünya Düzeninin doğum sancıları olarak değerlendirilebilir.
Güç dengeleri değişirken Batı Emperyalizminin her yerde sorgulanmakta.
Kartların yeniden dağıtıldığı stratejik alanların başında, Afrika, özellikle de, Kuzey Afrika ve tabii ki, o bölgenin en güçlü ülkesi olduğu için, Cezayir geliyor.
Şüphe yoktur ki bu meydan okumanın en büyük muhataplarından birisi Fransa’dır.
Pek bilinmez ve dillendirilmez ama, Fransa ve Cezayir ikili ilişkileri 1962’den bu yana “ateş kes rejimi” çerçevesinde yürütülüyor.
Yani Fransa ve Cezayir resmî anlamda barışık değil.
58 yıl önce “Evian Sözleşmeleri”[2] çatışmalara son vermiş ve Cezayir’in bağımsızlığını onaylamış fakat süreç iki ülke arasında barışı getirmeyi başaramamıştır.
Tabi Cezayirlilerin bir buçuk asırlık sömürü ve gözyaşını kolay kolay unutması beklenemez.
Biliyoruz ki Fransa, sömürgeci tarihinin en kanlı sayfalarını, Cezayir’de yazmıştır. Sadece bağımsızlık savaşı (1954-1962) sırasında resmî rakamlara göre 250.000’i aşkın Cezayirli hayatını kaybetmiştir.
İki milyon insanın kamplarda toplandığı, işkencenin (Fransız ordusunca) kurumsallaştığı, soykırım tanımını çağrıştıran bu savaşın birde öncesi ve sonrası vardır.
1830’da başlayan Fransız işgali boyunca Cezayir sadece ekonomik anlamda sömrülüp bırakılmamıştır. Aynı zamanda halk çok zalim ve amansız bir asimilasyona maruz kalmıştır.
Bugün Fransız popülistlerin ağzından düşürmediği “Büyük Değişimi”, aslında ve hakikatte Fransız Devleti Cezayir’de uygulamaya çalıştığını (bir ölçüde başardığını) söylemek mümkündür.
Kene cinslerinden Fransız türü en tehlikelilerinden sayılır. Bünyesini bedeninizden söküp atsanız bile azalarını bırakır içinizde.
Bunu en iyi bilenlerin başında Cezayir gelir.
Çok ağır bedel ödeyerek kurtuluşunu kazanan Cezayir Fransa’dan tamamen azad olabildimi derseniz cevap hayır olacaktır.
“Kara On Yıl”[3] olarak anılan iç savaşın başlamasından derinlemesine kadar her aşamada eski sömürgecinin parmağı olduğunu sokaktaki Cezayirli dahi bilir.
Cezayir, Fransa’dan suçlu geçmişiyle yüzleşmesini bekliyor ve bunu, ülkeler arası ilişkilerde normalleşmeye, ön koşul olarak görüyor.
Fransız tarafında ise konuyla ilgili kafa karışıklığı hakim. Bu durum Macron’un son yıllardaki çelişkili açıklarından anlaşılıyor.
İşte birkaç örnek:
• Şubat 2017’de Cumhurbaşkanı adayı olarak geldiği başkent Cezayir’de sömürgeciliğin “İnsanlığa karşı suç” olduğunu kabul ederek, Fransa’nın “kime karşı bu suçu işlediyse onlardan özür dilemesi gerektiğini” söylemişti [4]. Tabi bu açıklamalar Fransa kamuoyunda, üstelik kampanya sürecinde fırtınalı tartışmalara yol açmıştı. O zamanki hedefin, başta Cezayir asıllı gençler olmak üzere daha geniş anlamda sömürgeler kökenli, seçmen kitlesi olduğu konusunda hiç şüphe yoktu.
• 6 Aralık 2017 tarihinde gerçekleştirdiği ilk resmî ziyareti sırasında bu sefer “geçmişin esiri olmak istemediğini” belirten Cumhurbaşkanı Macron aynı zamanda bir ilke imza atacaktır. “Ulusal Kurtuluş Cephesi”[5] şehitlerinin anıtına bir çelenk koyarak, o savaşta ölenler ülkeleri şehit olduklarını kabul ederken, Fransa’ya karşı yürütülen mücadelenin meşruiyetini kabul etmiştir.
Bu kafa karışıklığının derin ve devamlılığı Ocak 2020’de aynen mevcut olduğunu ortaya koyan şu açıklama hem içerik açısından hem zamanlama açısında ilginçtir:
“Önümdeki bazı meydan okumaların hem tarihsel hem siyasal boyutlarını berrak bir şekilde görüyorum. Bunların arasında en dramatiği Cezayir savaşıdır. Bunu seçim kampanyasından biliyorum. Bu (meydan okuma) burada duruyor ve Chirac’ın 1995’Shoah’ya tanıdığı statüye eşittir.”
Bu önemli sözlerden anlaşılan şudur:
Emmanuel Macron’un, kendi deyimiyle “Fransa’daki kimliklere dayalı acıların atan nabzı” olan, “hafıza (tarihsel) kavgasına” son vermek istiyor.
Konuyu iç barışı sağlamaya veya bir kesim vatandaşın beklentilerini karşılamaya yönelik bir hamle olarak değerlendirmek mümkündür.
Ancak bu son beyanatın nerede ve ne zaman yapıldığına bakınca işin jeopolitik boyutu daha çok öne çıkıyor.
Akdeniz’de büyük manevraların başladığı ortamda Türkiye karşıtı oluşturulan bir Yunanistan, Mısır, İsrail cephesini bilmeyen yoktur. Emmanuel Macron’un yukarıdaki açıklamaları İsrail ziyaretinden dönerken uçağındaki üç gazeteciye yaptığını vurgulamak lazım.
Bu hamle Doğu Akdeniz ve Libya denkleminde Anti Türk cepheyi sağlamlaştırmakla yetinmeyip onu genişletme amacı taşıyor.
Zira, Fransa’nın böylesi cesur bir tavır ile Cezayir’e el uzatması, Türkiyenin bölgedeki diplomatik ve siyasi ağırlığının arttığı bir döneme denk gelmesi dikkatlerden kaçmamalı.
Cumhurbaşkanı Erdoğanın Libyadaki gelişmeler ile bağlantılı Tunus ziyareti tabi Fransız yöneticiler tarafından merakla izlenmişti.
Ardından Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz 26 Ocak günü resmi temaslarda bulunmak üzere Cezayir'e gitti. Burada havalimanında Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun tarafından karşılanan Erdoğan,İki ülke arasında önemli siyasi ve ticari anlaşmalara imza attı.
Fransa Cezayir ile Barış Peşinde
Cezayir basınında geniş yer bulan bu ziyaretin yakınları Paris’e kadar ulaşmıştır. Macron’un Cezayirlilerin gönlünü almaya yönelik sarf ettiği sözlerin aynı günlere denk gelmesi tesadüf olamaz herhalde. Bilinen ve meşhur bir “şark kurnazlığı” vardır ama bu durum az bilinen fakat çok daha etkili “frenk kurnazlığı” unutturmamalıdır.
[1] “Evian Sözleşmeleri” (Les accords d'Évian) Cezayir savaşına son vermek için Fransız hükümeti ve geçici Cezayir hükümeti arasında yürütülen görüşmelerin neticesidir (18 Mart 1962).
[2] 1990’lı yıllarında başında demokratik seçimlerin neticesinde İslami Cephe Partisi iktidara gelir. Cezayir Ordusu, Fransa’nın teşvik ve desteğiyle, bu sonuçları kabul etmeyerek kanlı bir darbe düzenleyecektir.
Bu müdahale, yüzbinlerin ölümüne yol açan ve Kara Onyıl (1990-2000) diye adlandırılan, bir iç savaşın tetikleyicisi olacaktır.
[3] Echerouk News, Şubat 2017
[4] FLN (Front de Liberation Nationale)
[5] Chirac 1995 yılında yaptığı o tarihi konuşmada Fransa’nın Yahudi Katliamındaki rolünü kabul etmiş ve Devlet adına özür dilemişti.
[6] İsrail ziyareti dönüşünde 25 Ocak 2020