Avrupalılar veya geniş manada ABD'nin başını çektiği Batı ittifakı, dış politikada bazen inanarak, bazen de çıkar politikalarını kamufle etmek için “insan hakları, demokratikleşme, özgürlük“ gibi kavramları sıkça kullanırlar. Bunun en son örneklerinden birini Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaşta gördük.
Batı ittifakı ve coğrafi olarak Ukrayna'ya yakın oldukları için özellikle Avrupa devletleri, haklı olarak Rusya'nın Ukrayna'ya karşı açtığı savaşı söz konusu değerler üzerinden eleştirdiler. Avrupalılar için Ukrayna'nın jeopolitik önemini ve bu önemden dolayı Batılı devletlerin Ukrayna'ya yaptıkları silah ve mühimmat yardımını bir kenara koyarak Rusya'nın saldırgan tutumuna karşı yaptıkları eleştirilere katılmamak mümkün değil, savaşın özellikle sivillerin, yani kadın ve çocukların ölümüne yol açtığı dikkate alınırsa…
Fakat aynı ülkelerin insan hakları eksenli "değerlere" dayanan tutumlarını, Gazze'de ölen sivillere yani kadın ve çocukların ölümüne yol açan İsrail'in saldırısı karşısında, adeta dudak uçuklatan bir şekilde değiştirdiklerini görmek Batı'nın tarihini bilenler için anormal bir durum olmasa da yine de ürkütücü.
7 Ekim Aksa Tufanı sonrasına ilişkin yaptığım bu konuşmada Avrupa'nın tutumunu ele aldığımız için, Avrupalıların ve özellikle de Almanya'nın tutumunu burada mercek altına almak istiyorum.
Avrupalıların tutumunda ilk göze çarpan davranış, sanki İsrail ile Filistin halkı arasındaki problem Hamas'ın saldırısı ile başlamış ve 7 Ekim iki halk arasındaki husumetin miladıymış gibi bir algı oluşturulduğuydu. Bu tutumu hem Avrupalıların söylemlerinde görmek, hem de Avrupa medyasında okumak mümkün. İsrail'in yıllardır Filistinlilere karşı işgal politikasını, Gazze'nin sanki bir açık hava hapishanesi gibi İsrail tarafından ablukaya alınmasını, İsrail ordusunun yaptığı saldırılar sonucu ölen kadın ve çocuklar adeta yok sayılıyor, istismar ediliyor.
Hamas'ın saldırısı sonucu hemen hemen tüm Avrupalı liderler bizzat İsrail'e giderek, İsrail ile olan dayanışmalarını dile getirdiler. Başta Almanya olmak üzere bir kısım Avrupa ülkeleri İsrail'e zaten var olan silah ve mühimmat yardımlarını artırarak, İsrail'in kendisini Hamas'a karşı savaşında destek verdiler ve vermeye de devam ediyorlar.
Avrupalı devletlerin bu tutumu İsrail'in Gazze'ye karşı yaptığı saldırının ilk aylarında kesintisiz olarak devam etti, onbinlerce Filistinli kadın ve çocuğun ölmesine rağmen. İlk başta verilen en büyük tepki, İsrail'in “kendini savunma hakkı” bulunmasına rağmen fazla “orantısız güç kullanmaması gerektiği” yönündeydi. Fakat İsrail'in kadın ve çocukları da hedef alan orantısız güç kullanımı, Batı kamuoylarında Avrupa'da yaşayan Müslümanlarında etkisi ile, eleştirel bir dalga oluşturdu. Gelinen noktada Fransa'nın başını çektiği, Belçika ve İspanya gibi bir kısım Avrupa ülkelerinin hem kamuoylarında, hem de medyasında İsrail'in Filistin'li sivillere yönelik saldırısı ve sivil altyapıyı imha etmesine karşı cümle aralarında yavaş yavaş eleştiriler başladı. Hatta sol kesimden gelen siyasetçiler ve sol medya bu ülkelerde İsrail'i daha açıktan eleştirmeye başladılar. Fakat bu eleştirel tutuma rağmen, resmi düzeyde bu ülkelerin İsrail ile olan dayanışmaları hala devam etmektedir.
Avrupa'da, Almanya'nın başını çektiği, Çek Cumhuriyeti ve Avusturya gibi bazı ülkelerde ise İsrail'in Gazze'deki sivilleri de hedef alan orantısız saldırılarına karşı tepki yok denecek derecede az, hem medyada hem de bu ülkelerin hükümetleri boyutunda.
Tabii Almanya'nın kendi tarihi nedenlerinden dolayı İsrail'e karşı eleştirel bir tutum takınması mümkün değil Almanya'daki genel kanaate göre. Nazi döneminde milyonlarca Yahudi'nin sistemli bir şekilde katledilmesi veya sürgüne gönderilmesi Almanya'nın üzerinde ağır bir tarihi yük oluşturdu. Batı Almanya İkinci Dünya Savaşı sonrası bu tarihsel yükü hafifletmek için mümkün olduğunca kendi tarihi ile yüzleşerek Yahudiler konusunda hem devlet nezdinde, hem de toplum nezdinde bir hassasiyet oluşturdu. Aynı hassasiyetin Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerin kontrolünde olan Doğu Almanya'da var olduğunu söylemek mümkün değil.
Almanya, Yahudiler ile olan bu özel durumundan dolayı her şart altında, kesin ve net olarak kendini İsrail'in yanında yer almak zorunda hissediyor ve İsrail'e başta askeri alanda olmak üzere her konuda desteğini sürdürüyor. Almanya'nın bir önceki Başbakanı Angela Merkel 2016 yılında İsrail Parlamentosu‘nda yaptığı bir konuşmada, "İsrail'in güvenliği Almanya'nın güvenliğidir" diyerek Almanya'nın İsrail'e olan desteğini ete ve kemiğe büründürdü. Bu perspektiften bakıldığında, İsrail'in güvenliği tüm Alman hükümetleri için bir devlet politikasıdır.
Benzer bir şekilde eleştiriye kapalı İsrail desteğini, sol kesimden bir kısım medya haricinde, Alman medyasında da görmek mümkün. Alman medyası İsrail konusunda objektif olmaktan ziyade taraf durumundadır. Almanya'nın en büyük medya grubu Axel Springer Verlag'da işe başlayan her gazeteci İsrail aleyhine yazı yazmayacağına dair sözleşme imzalamak zorundadır. Bu grubun Yönetim Kurulu Başkanı Mathias Döpfner Yahudi olmamasına rağmen, kendisini Siyonist olarak tanımlıyor açıktan.
Bu nedenlerden dolayı Almanya'da devlet, medya ve toplum nezdinde Gazze'de İsrail'in sivilleri hedef alan orantısız güç kullanımına karşı ancak çok cılız eleştiriler duymak mümkündür. Alman siyasilerin Rusya'nın Ukrayna'da sivillere yönelik kullandığı orantısız güce karşı tutundukları eleştirel tavrın ve bu nedenle bu ülkeye silah yardımının dışında yaptıkları yardımların 10'da birini İsrail'in Gazze'de sivillere yönelik katliamı karşısında göstermiyorlar.
Almanya Yahudiler konusunda gösterdiği bu hassasiyeti bazen kendi vatandaşı olan Almanya'daki Müslümanlara karşı bir sopa olarak kullanabileceği tavırlar ile ortaya koyuyor. İsrail'in Hamas'ın saldırısı sonrası Gazze'ye giriştiği katliamı protesto etmek isteyen Almanya'daki Müslümanların protesto eylemlerine ilk başta izin vermedi. Cuma namazları çıkışı spontane protestoları engellemek için, merkezi camilerin önüne adeta polis ordusu yığıldı bazı şehirlerde.
Bu tartışmaların yapıldığı dönemde Almanya'da vatandaşlık yasası ile ilgili yeni bir yasal düzenleme yapılıyordu. Bu süreçte Alman vatandaşı olmak isteyenlerin İsrail aleyhine konuşmayacaklarına dair taahhütte bulunmaları yönünde bir düzenlemeye gidilmesi tartışması başladı. Yasanın uygulanmasında bu kriterin kesin olarak uygulanacağı konusunda şüphe olmayacağına kesin gözle bakılıyor. Ayrıca, Almanya'nın İçişleri Bakanı Nancy Faeser Almanya'da antisemit eğilim taşıyan insanların polise ihbar edilmesi yönünde bir yasa çalışmasına da girdi. Ancak, bu ihbar müessesesinin yine Almanya'nın tarihinde farklı menfi seyleri çağrıştırdığı için, şimdilik bu düzenlemeden vazgeçilmiş görünüyor.
Almanya'nın İsrail'in Gazze saldırısına yönelik taraflı tutumu Almanya'da yaşayan 6 milyondan fazla Müslüman'da hem bir hayal kırıklığı oluşturdu, hem de Müslümanların Alman toplumuna ve devletine aidiyet duygusunu zedeledi. Alman hükümetinin bu tutumu tüm siyasi partilerin mutabık olduğu bir durum olduğu için, Müslümanların birçoğu özellikle genç Müslümanlar protesto amaçlı oylarını aşırı sağ ve aşırı sol partilere vereceklerini beyan ediyorlar.
Almanya'nın bu tavrı aynı zamanda İslam dünyasında da Almanya'ya olan tepkileri artırmaya başladı. Almanya'dan destek alan Mısır gibi ülkelerdeki STK'lar artık Alman hükümetinden destek almak istemediklerini beyan ediyorlar. Alman siyasi vakfı Friedrich Ebert Stiftung'un yaptığı bir araştırmaya göre İslam ülkelerinde Almanya'nın İsrail politikasından dolayı Almanya'nın aleyhine bir hava oluştuğu gerçeğini ortaya koyuyor. Ülke içinde ve ülke dışından Almanya'ya gelen bu eleştirilerden dolayı, Alman hükümeti son haftalarda İsrail hükümetine tüm desteğini sürdürmesine rağmen, Gazze'ye insani yardım koridorlarının açılması yönünde İsrail'e dolaylı yoldan uyarılarda bulunmaya çalışıyor.
Almanya ve Alman medyası bu tarihsel geçmişinden dolayı İsrail'in bu orantısız güç kullanması karşısında Rusya'ya yaptığı eleştirilerinin 10’da birini yapmayarak İslam dünyasında ve kendi vatandaşları olan Müslümanlar nezdinde kaybettiği itibarı kısa vadede toparlaması zor gibi görünüyor.
*Siyaset Bilimci/Hamburg Üniversitesi