Güney Afrika'nın Eski İstihbarat Bakanı Kasrils Yazdı: Gazzeliler Kazanacak

Kendisi de bir Yahudi olan, Güney Afrika'nın eski İstihbarat Hizmetleri Bakanı, aktivist ve yazar Ronnie Kasrils'in kaleme aldığı yazıda, Siyonizm'in henüz ölmediği ancak kesinlikle can çekiştiği; bedelinin ölçülemeyecek kadar ağır olacağı, sonuçta ağladığımız insanların bu savaşı kazanacağı vurgulanıyor.

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
editör1 | 06 Kasım 2024, Çar
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Gazze’de her saat altı çocuk öldürülüyor

17.000’den fazla çocuk katledildi. Hiçbirimiz, hatta şairler bile, İsrail rejiminin ve onu destekleyen toplumun faşist kan dökme arzusu karşısında dehşeti ifade edecek kelimeler bulamıyoruz.

Gazze’ye saldırının başlamasından bir yıl sonra, 42.000’den fazla insan öldü. Bu sayıya kayıplar dahil değil. 10.000’den fazla kişinin de kaybolduğu tahmin ediliyor; bedenleri enkaz altında kalmış durumda. 100.000’den fazla insan yaralandı, birçoğu ağır şekilde.

Bu yıl Temmuz ayında saygın tıp dergisi The Lancet'te yayımlanan bir çalışmada, doğrudan ve dolaylı nedenlerden dolayı ölenlerin toplam sayısının 19 Haziran 2024 itibarıyla 186.000’i aşabileceği tahmin ediliyor. Ölenlerin yüzde 70’ten fazlası kadın ve çocuklardan oluşuyor. Şu anda 1.000’den fazla çocuk ampüte durumda; bu, tarihte benzer bir dönemde görülen en yüksek sayı.

Brown Üniversitesi’nden Sophia Stamatopoulou-Robbins’in 7 Ekim’de yayımlanan bir çalışmasına göre, Gazze’deki insanların yüzde 90’ı yerinden edilmiş durumda, yüzde 96’sı yeterli gıda ve suya sahip değil, elektrik yok ve hastanelerin yüzde 90’ına yakını yok edilmiş durumda, 880’den fazla sağlık çalışanı hayatını kaybetti.

Her beş çocuktan dördü depresyon, keder ve korku içinde. Enfeksiyon hastalıkları hızla yayılıyor.

İsrail ordusunun saldırıları sonucu doğrudan hayatını kaybeden 42.000 kişi, bir yıl boyunca her gün yaklaşık iki Sharpeville katliamına eşdeğer bir kayıp anlamına geliyor.

Sharpeville sonrası, fırtınanın ardından nispeten bir sakinlik vardı. Yaralılar hastaneye kaldırıldı, ölenler onurla defnedildi. Rejim, küresel kınama nedeniyle bir an için sarsıldı. Ne var ki, Gazze’de öldürme durmaksızın devam ediyor

Siyonistler ve liberal müttefikleri, geçen yıl 7 Ekim'de başlayan El Aksa Tufanı Operasyonu'na meşru bir cevap olarak bu katliam dalgasını haklı göstermeye çalışıyorlar.

İşgale karşı, uluslararası düzeyde tanınan, silahlı direniş hakkı vardır. Ancak bir işgalci gücün savunma hakkı uluslararası düzeyde tanınmış değildir.

İşgale karşı silahlı direniş hakkının sivil rehineler almayı veya sivillere yönelik kasıtlı saldırıları kapsamadığı doğrudur. Ancak burada üç noktayı açıkça belirtmemiz gerekiyor.

İlk olarak, İsrailliler, El Aksa Tufanı Operasyonu'ndan sonra ABD ve diğer müttefiklerinin desteğiyle yoğun bir propaganda kampanyası yürüttü. Kırk bebek başının kesildiği ve toplu tecavüz iddiaları kapsamlı bir şekilde çürütülmüştür.

İkinci olarak, operasyon sırasında İsrail’de öldürülenlerin 300’den fazlası aktif görevde olan askerlerdi ve bu nedenle meşru askeri hedeflerdi. Öldürülen sivillerin birçoğu İsrail yedek askerlerinin bir parçasıydı ve dolayısıyla izinli askerlerdi. Ayrıca, bu sivillerin birçoğunun İsrail ordusunun ateşiyle öldüğü iyi belgelenmiştir.

Üçüncü nokta ise bu tür meselelerde her zaman bağlamın göz önünde bulundurulması gerektiğidir. Bağlam, Filistin genelinde 75 yıldır devam eden sömürgeci mülksüzleştirme ve ölümcül etnik temizliktir. Gazze’de yaşayanların yaklaşık yüzde 80’i 1948 ve 1967’deki İsrail “etnik temizliğinden” kaçan mültecilerdir.

Gazze 17 yıldır kanlı bir abluka altında. Rehin alınan siviller, İsrail hapishanelerindeki binlerce rehine karşılığında değiş tokuş edilmek için alındı.

Kölelik ve sömürgeciliğe karşı direnişlerin tarihini bilen herkesin farkında olduğu gibi, ezilenler ayaklandığında vahşet olayları yaşanabilir. Ciddi bir analiz, bunu bağlam içinde değerlendirir; baskının şiddetin kökeni olduğunu ve barışın yolunun baskının sona erdirilmesinden geçtiğini anlar.

Her masum ölüm bir trajedidir. Çatışmalarda bebeklerin ölümü hepimizi üzer, ancak vicdan sahibi insanlar tüm bebek ölümlerine üzülür. 7 Ekim 2023’te iki İsrailli bebek hayatını kaybetti.

Birkaç hafta içinde, Gazze’de 70 yeni doğan bebek öldü. İsrail ve dünyadaki liberal müttefikleri, bizden bu iki İsrailli bebeğe üzülmemizi, Gazze’deki 70 bebeğin ölümünü ise “dünyanın en ahlâklı ordusunun” bir sonucu olarak kabul etmemizi istiyor.

Bizden, İsrail’in hayatının kutsal olduğunu, Filistinlilerin ise *Untermensch* yani “insanımsı/aşağı insan” olduklarını kabul etmemiz bekleniyor. Bu “insanlıktan çıkarma” mantığı, her zaman faşizmin ve sömürgeciliğin mantığı olmuştur ve vicdan sahibi herkese direnme çağrısı yapılmaktadır.

Dünya çapında insanlar ilkeli bir duruş sergileyerek ayağa kalktı

İsrail’in sömürgeci işgali ve direnişe yönelik soykırımcı tepkisi, ABD’nin desteği olmadan mümkün olamazdı.

El Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından geçen bir yıl içinde ABD, İsrail’e ve bölgedeki ilgili operasyonlarına en az 22,76 milyar dolar askeri yardım harcadı. Ancak ABD genelindeki üniversite kampüslerinde, çoğu Yahudi olan gençler korkusuzca adalet için ayağa kalktı.

Anketler, 35 yaş altı ABD’li Yahudilerin yüzde 40’ının Siyonizm’e karşı çıktığını ve Filistinlileri desteklediğini gösteriyor. Bu gençler, Yahudiliğin İsrail devleti kurulmadan binlerce yıl önce var olduğunu ve İsrail şu anki yapısıyla var olmaktan çıktığında da var olmaya devam edeceğini anlıyor.

İsrail’i boykot etme, yaptırımlarla cezalandırma ve yatırımları çekme çağrıları yapan uluslararası hareket hızla güçleniyor ve Birleşmiş Milletler ile onun en yüksek mahkemeleri olan UCM ve UAD’nin gerekli aciliyetle harekete geçmesine yönelik önemli ilerlemeler kaydediliyor.

Güney Afrika devleti, İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’na götürmek için cesur bir adım attı. Elbette İsrail ve ABD’den, özellikle Güney Afrika’da kamuoyunu etkilemeye yönelik çabalar da dahil olmak üzere güçlü bir direnç geliyor.

ABD hükümeti, “sahte haberler”in sadece BRICS ülkelerinden geldiğini ve asla ABD veya İsrail’den kaynaklanmadığı algısını yaratmaya yönelik projeler finanse ediyor.

Kasım ayının sonunda, Ulusal Demokrasi Vakfı'nın bir projesi olan ve ABD’nin seçilmiş hükümetlere karşı desteklediği pek çok darbeyle ilişkilendirilen “Dünya Demokrasi Hareketi”, Johannesburg’da büyük bir “sivil toplum” konferansına ev sahipliği yapacak. Bu konferans, ABD ve Batı’yı dünya çapında demokrasinin bekçileri olarak yanlış bir şekilde tanıtacak.

Güney Afrika’daki STK’lara konferansı boykot etmeleri yönündeki baskı hızla artıyor ve bazıları şimdiden çekildi. İsrail’in, öldürme ve hükmetme hakkına dair mesihvari özgüveni, büyüyen zayıflığını maskeliyor. Suriye ve Yemen’i bombalamasının ardından Lübnan ve İran’a da saldırması, faşizminin bölge genelinde ve nihayetinde dünya barışı için tehdit oluşturduğuna dair farkındalığı artırıyor.

Bir yılı aşkın süredir İsrail, rehineleri kurtarma ve Hamas’ı yok etme hedeflerine ulaşamadı. Ağır kayıplara rağmen, Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Yemen’deki kahramanca direniş boyun eğmedi. İsrail ordusu ölü ve yaralı sayısını gizli tutsa da kayıpların arttığına dair ülkede bir farkındalık artıyor. Binlerce İsrail askeri, onları savaş görevine uygun olmayan psikolojik travmalardan muzdarip durumda.

İsrail ordusu taktiksel kazanımlar elde etse de stratejik yenilgilerle karşı karşıya. Savaş alanını genişleterek kendini aşırı zorluyorlar ve savaş tırmandıkça güçlerinin sınırına ulaşacaklar.

İsrail istikrarlı bir devlet değil. İsrail toplumundaki bölünmeler patlama noktasına geldi ve Netanyahu’nun rehineleri etkili bir şekilde terk etmesi desteğini zayıflattı.

Ayrıca, İsrail’in sürekli bir yıpratma savaşını süresiz olarak devam ettirmesi mümkün değil. Ekonomi krizde; sermaye çıkışı yaşanıyor, yabancı yatırımlar kuruyor ve GSYİH hızla düşüyor. Geçen yıl 64 milyar dolarlık bir kayıp yaşandı, bu yıl daha kötü olacak. Yarım milyon vatandaş ülkeyi terk etti.

Lübnan sınırındaki ve Gazze’ye yakın güneydeki yerleşim yerleri ve kasabalar boşaltıldı. Oteller, hükümetin desteğiyle yerinden edilen yerleşimcilerle dolup taşıyor. Akabe Limanı, gemisiz ve iflasını ilan etmiş durumda.

Hizbullah füzeleri, Hayfa’daki ve başka yerlerdeki askeri hedefleri, kilit askeri ve Mossad üslerini vuruyor; Netanyahu’nun evi ise bir drone saldırısına maruz kaldı. El-Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail’in yenilmez olmadığını gösterdi ve İsrail’in Demir Kubbe ve hava savunmaları, İran ve Yemen gibi uzak bölgelerden gelen birleşik saldırılar karşısında yetersiz kalıyor.

İsrail, Lübnan’da Hizbullah tarafından ağır şekilde cezalandırıldı ve geçmişte olduğu gibi bu ülkeyi işgal girişiminde yine başarısız olacak.

İran ise tamamen başka bir faktör. Geniş bir ülke, zengin kaynaklara sahip ve korkusuz bir rakip. İsrail’in aksine, İran askeri noktaları hedef alıyor, sivillere rastgele saldırılar düzenlemiyor. Bu fark dünya genelinde ülkeler ve insanlar tarafından not ediliyor.

Gazze’de ve Batı Şeria’daki gettolarda, 11.500 kişinin hapsedildiği korkunç bir dönem yaşanıyor. Ancak direniş hala yaşıyor; cesaretleri ve metanetleri, son nefesinde meydan okuyan Yahya Sinvar’ın duruşunda, yaralı bebek kız kardeşini sırtında taşıyan küçük kızın enkaz ve ölüm yığınları arasında gösterdiği inatla kendini belli ediyor.

İnsanlar en kabus dolu koşullarda birbirlerine destek oluyor, teselli veriyor. Enkaz altında kalanları kurtarmak için kazıyorlar. Ellerinde ölmek üzere olanları ve yaralıları bombalanmış hastanelere yetiştiriyor, parçalanmış kurbanların kalıntılarını plastik torbalara koyuyorlar. Örtüler içinde toplu mezarlara en büyük şefkatle ölülerini gömüyorlar. Topraklarını seviyorlar, dünyayı onurlarıyla hayrete düşürüyorlar ve atalarının topraklarından vazgeçmiyorlar.

Siyonizm henüz ölmedi, ancak kesinlikle can çekişiyor.

Bedeli ölçülemeyecek kadar ağır olacak, ama ağladığımız insanlar bu savaşı kazanacak.

 

Kaynak: The Palestine Chronicle 

Ronald Kasrils:

(15 Kasım 1938 doğumlu) Güney Afrikalı bir politikacı, eski gerilla ve askeri komutandır. 2004'ten 2008'e kadar İstihbarat Hizmetleri Bakanı da dahil olmak üzere bir dizi bakanlık görevinde bulundu. 1987'den 2007'ye kadar Afrika Ulusal Kongresi'nin (ANC) Ulusal Yürütme Komitesi'nin (NEC) üyesiydi ve Aralık 1986'dan 2007'ye kadar Güney Afrika Komünist Partisi'nin (SACP) Merkez Komitesi'nin üyesiydi.

Kendisi de bir Yahudi olan Kasrils, 2001 yılında işgal altındaki Filistin topraklardaki İsrail politikalarına karşı "Yahudi Kökenli Güney Afrikalılar Vicdan Beyannamesi"ni kaleme aldı.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA