Tarihsel süreçte, din ve savaş faktörlerinin birbirini etkilediği görülür. Genel Olarak “Dini Savaş”, farklı dini inanışlar arasında meydana gelen mücadeleleri tanımlar. Tarihin ilk dönemlerinde bile dini amaçlı savaş ve çatışmaların olduğu görülür (Aron, 2000: 417). Ancak ilk dönemlerdeki çatışmalar farklı kültürel amaçlar güdüyordu. Alman bilimci Lips’e göre, o dönemlerde insan başı ruhun kaynağı sayıldığı için, kesik baş ele geçirmek bir kutsallık içeriyordu (Lips, 1998: 432-434) ve sırf bu yüzden Güney Amerika’daki Maya kültüründe de acımasız ayinler yapılıyordu (Kuzmishchev, 1975: 97-99).
Din ve savaşın karakterinden bahsederken, bu etkinin dört ayrı şekilde ortaya çıktığı görülür. Bunlar:
-Savaş veya çatışmanın dini inancın onaylama faktörü olması,
-Savaş veya çatışmanın dini inancın bir savunma faktörü olması,
-Dini olmayan savaş ve çatışma ile dini olaylar arasında bir ilişkinin olabilmesi,
-Dinin, dinle ilişkisi olmayan bir hedef için araç olabilmesidir (Hüseynova, 2008: 92).
İlk dönemlerdeki dini nedenle ortaya çıkan çatışma ve savaşların, Hristiyanlık inancının yaygınlaşması ile farklı bir niteliğe büründüğü görünüyor. Bundan sonra bu çatışmalar, günümüze kadar uzanan süreçte, bir yandan Hristiyanlığın kendi içinde devam ederken, diğer taraftan da diğer inançlara, özellikle İslam dinine, yönelik devam edecektir. En kanlı savaşlar da bu dönemlerde ortaya çıkacaktır. Hristiyanların kendi içindeki mücadelelerine, 1562-1598 yılları arasında Fransa’da, Katolik ve Protestanlar arasında sivil ve askeri alanda gerçekleşen savaş bir örnek olarak verilebilir (Rublack: 2017; Raymond: 2008).
Aslında Hristiyanlığın kendi içerisindeki mücadelesinin, belki de diğer dinlerle mücadelesinden daha keskin ve kanlı gerçekleştiği ve etkilerinin halen yaşadığımız güç mücadelelerine de yansıdığı açıkça görülür. Bunun birçok nedeni bulunmakla birlikte, esas olarak daha başlangıçtan beri var olan görüş farklılıklarının, mezhepsel bir ayrılıktan ziyade, farklı bir inanç sistemi gibi algılanmasında yatmaktadır. Pavlus’un Hristiyanlığı kabul etmesinden hemen sonra, onunla cemaati arasında çıkan ihtilaflar daha başlangıçta bölünmelere neden olmuş, daha sonra ise Katolik ve Ortodoks Mezhepleri de kendi aralarında farklı inanış ve kiliselere ayrılmışlardır. Hristiyanlık yayılmaya başladıktan bir süre sonra; Kuzey Afrika, Roma, Antakya, Kudüs, İskenderiye ve İstanbul gibi başlıca kentlerin piskoposlukları arasında rekabet ve bölünmeler gerçekleşmeye başladı (Alpar, 2014: 100). İstanbul’daki imparator Konstantin’in, Batıdaki imparatorlukla arasındaki kültürel bölünmeyi derinleştirmesi yanında, uygulanan din politikaları da mezhepler arasındaki bölünmeyi büyütmüş, MS 500’lerde Mısırdaki Kıpti Kilisesi Ortodokslukla yollarını ayırmış, Suriye’de ise Yakubi Kilisesi kurulmuştu (Robert, 1996). Bölünmeler bundan sonra da devam etti ve daha sonraları ortaya çıkan Protestan Mezhebi bile daha başlangıçta, Klasik ve Radikal Protestanlık olarak ikiye ayrıldı.
Hristiyanlar, Tanrı adına savaştıklarını ve savaşta ilahi güçlerin kendilerine yardım edeceğine inanmışlardı (Tyerman, 2004: 63). Kendi içlerinde yaşadıkları mezhepsel savaşlarda da aynı duygusal faktörler geçerliydi. Katoliklerin 1204 yılından 1261 yılına kadar İstanbul’u ele geçirip yağmaları (Akoğlu, 2021) yanında, 16. yüzyılda Fransa’da Katolik ve Protestanlar arasındaki savaşlar ile 17. yüzyılın ilk yarısında Alman Devletleri ile Polonya ve İskandinav devletleri arasındaki büyük savaşlar da dini nitelikliydi. 1618 yılından 1648 yılına kadar devam eden ve 8 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği savaşlarda, Almanya’nın bazı bölgelerinde nüfus %50’nin altına düşmüştü. 1621-1639 yılları arasında İsveç’in bir köyünden askere alınan 230 erkekten 215’i hayatını kaybetmiş 5 asker ise eve sakat dönmüştü (Parker, 1884: 173).
Seksen Yıl Savaşı, Veraset Savaşı, Fransız-İspanyol Savaşı da Otuz Yıl Savaşları ile bağlantılı mücadelelerdi. Ancak her ne kadar mezhepsel bir neden savaşı başlatsa da tarihçiler bunun güç merkezleri arasında bir mücadele olduğunu da ifade etmektedirler. Kısaca, buradaki örtülü dönüşüm; maksadın açık olmaktan ziyade, ekonomik ve politik hedeflere yansıtılarak devam ettirilmesi olmuştur. Bu durumun bugün de bir şekilde devam ettirildiği görülmektedir.
Günümüz dünya nüfusunda, Hristiyanlık yaklaşık %30 ile en büyük orana sahip gibi görülse de bu oranın giderek azaldığı da biliniyor. Hristiyanlar, 2 milyara yaklaşan nüfusu ile Katolik, Ortodoks ve Protestanlık gibi büyük mezhepler yanında, daha küçük çaptaki birçok mezhep ve tarikata da ayrılmış durumda (Demirci, 1998: 368-372). Hristiyanlar için en fazla orana Katolikler sahip. Avrupa Birliği içerisinde de açık farkla Katolikler önde (%44). Dünya’da yaklaşık 1,2 milyar Katolik var. Ancak, Katolik nüfusu Afrika gibi ülkelerde artarken, Avrupa’da giderek azalıyor (Dascinscaia, Olga: The Catholic Herald). Katolik Hareket 1870’lerden itibaren tüm Avrupa’da siyasi partiler kurmaya başlamış, bunun neticesinde bugünkü Hristiyan Demokrat siyasetin temelleri atılmıştı (Sarıtaş, 2019: 7). Katolik inanan sayısı, Avrupa kıtasında 2019 yılı boyunca 292 bin azalarak 285 milyona geriledi. Mevcut olanlar ise dini törenlere daha az katılıyor.
Hristiyanların yaklaşık %27’si Protestan ve çoğunluğu Kuzey Amerika’da olmak üzere dünyada 600 milyon kadar Protestan var. Latin Amerika ülkelerinin ise yaklaşık %70’i Katolik. ABD nüfusunun %44’ü Protestan, %20’si ise Katolik’tir. ABD’de din hala en etkili kurumların başında ve din ve dini gruplar, siyasi kültürün ve sivil toplumun inşa edilmesinde ve iç ve dış politikanın belirlenmesinde etkili oluyorlar (Yıldırım, 2015: 91). Dini inançların yaygın olduğu toplumlarda, din ile siyaset iç içe geçiyor ve ABD kendi gücünü dünyaya aktarmada dini kurumlardan fazlasıyla istifade ediyor. Bu anlamda Tocqueville, Amerika’nın inşa sürecinde dini gruplara özel bir önem verildiğinden ve bu inşada temel dinamiklerden birisi olduğundan söz eder. Bu siyasi geleneğin inşasında da benzerdir (Tocqueville, 1945, Aktaran Çaha, 2008: 92). Amerika’da yöneticiler, başından bu yana Amerika’nın kutsal bir görevle donatıldığına inanmışlar ve bunu birçok kez uygulamaya koymuşlardır. Esasen, Amerikan din anlayışının kendini gösterdiği alan, kiliselerden ziyade siyasi alan olmuştur (Şahin, 2009: 187). En etkili dini grup Protestanlık olsa da ardından Yahudiler ve Katolikler gelmektedir (Browne, 1994 aktaran Şahin, 2009: 189). Irak’ın ABD tarafından işgalindeki esas faktörün, Evanjelistler ile Yahudiler olduğu da bilinmektedir. ABD’de 1950’li yıllarda 4 milyon olan Evanjelistlerin sayısı, 2000’li yılların başlarında 100 milyonu aşmıştır. Bu düşünce anlayışı giderek bütün dünyada etkisini artırmaktadır. Ülkede dini grupların etkisi de her geçen gün daha da artmaktadır. Pew Research Center’in bir araştırmasına göre, ülkede 1970’li yıllarda 40 tane dini lobi grubu bulunurken, bu sayı 40 yıl geçmeden 200’ü aşmıştır.
Anglikan Kilisesi ise, günümüzde birçok alanda ABD ile birlikte hareket eden, İngiltere’nin resmi kilisesidir. Katolik ve Protestanlık arası bir orta yol olarak görüldüğünden, Latince “Via Media” olarak isimlendirilmiştir. İngilizler, Galliler ve İskoçlar Protestan olmalarına rağmen İrlandalıların çoğunluğu Katolik mezhebindendir (Yaklaşık %85) ve bu inanç farklılığı Kuzey İrlanda’daki mezhepsel kavganın ana nedenidir.
II. Dünya Savaşı sonrası ABD kontrolüne alınan Almanya’da ise nüfusun yaklaşık yarısı Protestan mezhebinden olup, Katoliklerin oranı %44 civarındadır. Genel olarak Almanya’nın güneyinde Katolikler, kuzey bölgelerinde ise Protestanlar çoğunluktadır. İsveç’in %65’i, Protestanlığa yakın Luteryan kilisesine, yine Finlandiya nüfusunun da %70’i Evangelist-Luteryan Kilisesine bağlıdır. Bu ülkeler bilindiği gibi ısrarla NATO’ya alınmak istenmektedir. Fransa ve İspanya ise tıpkı İtalya gibi, genel olarak kendisini Katolik olarak tanımlayan ülkelerdir.
Dünyada, Ortodoks mezhebine mensup olanlar ise yaklaşık 300 milyon. Son yüz yılda dünya nüfusu içindeki oranı %7’lerden %4’lere düşmüş durumda. Bunda Ortodoksların üzerindeki Osmanlı gücü korumasının da ortadan kaldırılmasının bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Ortodokslar, diğer iki büyük mezhebin aksine, genelde diğer kıtalara yayılma imkânı bulamamasının yanında, sıkışmış bir yapıda kalmış görünüyorlar. Ortodoksların sürekli bir Katolik kilisesi baskısı altında olma yanında, son 200 yıldır Protestanların da bu mezhep üzerinde misyonerlik faaliyeti var. Protestan ABD, Ortodoks Rusya’yı kontrol altında tutmak isterken, Rusların Ukrayna müdahalesi de Ortodokslar arasındaki mevcut bölünmeyi daha da ileriye taşımış görünüyor. Diğer taraftan Ortodokslar, AB içinde de bir tampon bölge ve işgücü olarak değerlendiriliyor. AB içerisinde en düşük gelir düzeyine sahip olanlar da yine Ortodoks ülkeler.
Sonuç olarak, her ne kadar dini mücadelelerin yerini ekonomik ve siyasi hedeflerin aldığı iddia edilse de din hala siyasi kararların arkasındaki etkin güç unsuru olma konumunu devam ettiriyor. Günümüz Hristiyan Dünyasında, bir yandan insanlar hızla dini inançlarından uzaklaşıp din ile bağlarını koparırken, diğer yandan yönetim düzeyinde dinin, dinle ilgisi olmayan hedefler doğrultusunda kullanılma stratejisi çerçevesinde, alınan siyasi ve askeri kararlarda dini grupların ve geleneksel etkilerin hala devam ettiği de açıkça görülüyor. Bu bağlamda genel olarak, Protestan düşüncenin, Katolik ve Ortodoks inancın üzerinde, Katolik düşüncenin ise Ortodoksluk üzerinde bir etki sağlamaya çalıştığından söz edilebilir.
Kaynakça:
Akoğlu, Cem. (2021). “İstanbul’da Latin İşgali ve Bizans’ın Geri Dönüşü”, Tarih Dergisi, Sayı: 84, Temmuz 2021: İstanbul.
Alpar, Güray. (2014). Antropolojik Bakış Açısıyla Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları: Konya.
Aron, Raymond. (2000). Uluslar Arasında Savaş ve Barış, Nota Bene: Moskova.
Çaha, Ö. (2008), Bitmeyen Beraberlik Modern Dünyada Din ve Devlet,Timaş Yayınları: İstanbul.
Demirci, Kürşat. (1998). “Hıristiyanlık”, İslam Ansiklopedisi.
Hüseynova, Sevda. (2008). “Din-Savaş İlişkileri ve Sulh Kültürü”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, Sayı: 5, 2008 (Bahar), 87-95.
Kuzmishchev, Vladimir. (1975). Maya Rahiplerinin Sırrı, Genç Muhafız: Moskova.
Lips, Julius. (1998). Eski Medeniyetler Tarihi, Polygon, St. Petesburg.
Parker, Geoffrey. (1997). The Thirty Years’ War, Routledge.
Raymond, Gino. (2008). Historical Dictionary of France, Scarecrow Press: Lanham.
Robert, J. M. (1996). Avrupa Tarihi, Çev. Fethi Aytuna, İnkılap Yayınları: İstanbul.
Rublack, Ulinka. (2017). The Oxford handbook of the Protestant Reformations, Oxford University Press: New York.
Sarıtaş, İbrahim. (2019). “Katolik Kilisenin Yeni Dünya Düzeni ile İmtihanı: 19. Yüzyılda Katolisizm”, Liberal Düşünce Dergisi, Sayı: 94, Bahar 2019.7-32.
Şahin, M. (2009), Din-Dış Politika İlişkisi: ABD Örneği, Barış Platin Kitabevi: Ankara.
Tyerman, Christopher. (2004). The Crusades: A Very Short Introduction. Oxford University Press: London.
Wedgwood, C. V. (2005). The Thirty Years War, New York Review of Books.
Yıldırım, Onur. (2015). “Amerika’da Dinin Siyaset Üzerindeki Etkisi”, JEBPIR, 1 (2), 2015, 91-108.