Önde gelen İran uzmanlarından Dr. Mehmet Koç, İran rejiminin hassasiyetlerini, İran’ın nüfus profilini, ülkedeki sosyal grupları, İran Türkleri’nin rejimle olan ilişkilerini ve İran’ın geleceğini Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne (SDE) değerlendirdi.
İran’da değişen sosyoloji ve demografik yapıyı ele alarak bugün itibariyle gelinen noktada rejimin neden bir kriz ile karşı karşıya olduğunu, bir takım verilerle aktaracağız. 1979 Devrimi’nde İran toplumu demografik olarak 35 milyon civarında bir nüfusa sahipti. Bugün itibariyle bu nüfus 85 milyonu aşmış durumda. Dolayısıyla 50 milyon insan oldukça genç, dinamik, eğitimli ve okuma yazma oranı yüksek bir kesimden bahsediyoruz.
İran’ın nüfus profili
O dönemlerde kırsal ve kentsel yaşam nüfusu oranları şöyledir. Devrimin başlarında nüfusun %60’ı kırsal alanda, %40’ı civarında ise şehirlerde yaşayan kesimdir. Ancak bu %40’ı da yine şehirli olarak niteleyeceğimiz bir nüfus değil. Özetle, Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1960-1970 yıllarında daha yoğun bir şekilde başlatmış olduğu kalkınma programlarının neticesinde kırsal alandan kente göçün yoğun şekilde yaşandığı görülmektedir. Gelen nüfusun da yine şehirlerin gecekondu bölgeleri veya çeperlerinde beslenen merkezi bölgede yer almayan bir nüfus olduğunun özellikle altını çizelim.
Bir diğer husus da yine daha önceden şehirde yaşayan kesim. Bu insanları modern, geleneksel veya muhafazakar kesim olarak ayrıştırmak mümkündür. Pehlevi’nin İran toplumunu tepeden aşağıya modernleştirme çabaları olmuştur. Çekirdek bir nüfusun şehirde modernleştiğini ama geri kalan geniş kesimlerin yine muhafazakarlardan oluştuğunu, geleneksel toplumu temsil ettiğini biliyoruz. İran Devrimi’nin aslında bu yönde tecelli etmesinin en önemli gerekçelerinden biri de yine budur.
Rejimin toplumu dönüştürme çabaları
Ayetullah Humeyni’nin liderliğinde gerçekleşen bu devrim, İran içerisindeki elit kesimlerin yani solcu olsun, liberal olsun, milliyetçi olsun hepsinin katkısının bulunmasıyla birlikte gerçekleşmiştir.
Toplumun geniş bir kesimi kimlik noktasında bir tehdit algılamıştır. Toplumun modernleşme çabasına karşı kimliksel olarak kendilerini riskli ve tehdit altında gördükleri ve bu noktada bir refleks geliştirdiklerini görüyoruz. Ayetullah Humeyni burada geleneksel kesimi temsil ediyordu. Bununla birlikte bütün toplum üzerinde etkisi olduğu için diğer siyasal dinamiklerin de onun gölgesinde hareket ederek Şah’a karşı ortak bir ittifakla bu devrimi gerçekleştirdiklerini biliyoruz. Dolayısıyla İran toplumu şahın modernleştirmeye çalıştırdığı bir toplumken, İslam Cumhuriyeti'nin tesisiyle birlikte bu sefer tam aksi yönde bir çaba ortaya kondu. Modernizme meydan okuyan ve Şii İslam devlet anlayışına Velayet-i fakih teorisiyle anayasada kurumsallaştıran bir anlayışla bu sefer toplum tekrar tepeden aşağıya yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Nüfusun arttırılması için hem sosyolojik çabalar hem demografik çabalar gösterildi. Nüfusun artması için toplumu teşvik eden Hadis-i Şerifler hatırlatıldı. 1980’lerde İran’ın ciddi bir şekilde nüfus artışı yaşadığını ama 1990’lara geldiğinde bu planlamanın sonuçları olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaçları, yeni talepleri, yeni sorunları görüyoruz. Bu sefer nüfusu kontrol altına almak amacıyla yeni sloganlar ortaya atıldı. Bu şekilde toplumdaki nüfus artışı sınırlandırılmaya çalışılıyor.
İran toplumunda eğitim seviyesi
Devrim olduğu esnada İran toplumunun okuma yazma oranı erkeklerde %45 civarında, kadınlarda ise %20 oranındaydı. Bu oran şuan ciddi bir şekilde değişmiş durumda. İran, şu an %76’sı kentlerde yaşayan, %20-22 civarında kırsal alanda yaşayan, %1-2 düzeyinde de göçebe hayatı yaşayan topluluklardan oluşmaktadır. Bugün itibariyle neredeyse nüfus bir buçuk kat artmış durumdadır. Yani 35 milyondan 85 milyonun üstüne çıkmış durumdadır. Okuma yazma oranı kadınlarda %85, erkeklerde %95’e ulaşmış durumdadır. Artık karşımızda 1970’lerin sonu itibariyle devrimin gerçekleştiği dönemlerde okuma yazması düşük, kentleşme oranı düşük ve nüfusu sınırlı olan bir ülkeden bahsetmiyoruz.
Şahın modernleştirmeye çalıştığı İslam Cumhuriyeti’nde toplumu bu sefer muhafazakar, geleneksel kimliğini korumaya, kollamaya dönük bütün imkan ve kapasitenin seferber edildiğini görüyoruz. İslam Devleti, mümin birey inşa etme çabasında. Bu noktada topyekün bir İslamizasyon süreci başlattıklarını görüyoruz. Devrimle birlikte üniversiteleri kapatmaları, müfredatı değiştirme gayretleri , İslamı “iyileştirme’’ çabaları vardı. Bugün bu çabaların eğitim ve okuma-yazma noktasında, İran’ın önemli başarı kaydettiğini gösteriyor. Fakat bu başarı İslam Cumhuriyeti'nin ideolojisine ters yönde cereyan etmiş durumda. Tepeden aşağı bir mühendislik projesinin tutmadığını görüyoruz. Aslında İran toplumu tarihsel bir süreci yaşıyor. Geleneksel toplumdan modern topluma geçiş sürecini İran da aynı şekilde uyguladığı kalkınma programlarıyla yaptı.
İran’da kızların başarı oranı erkeklerden daha yüksek
Kentleşme, sanayileşme, okuma-yazma oranının artması ve üniversitelere giden kızların, erkeklere oranla daha başarılı olmaları ön plana çıkıyor. Neredeyse %55-60 oranında kızların üniversitelerin kontenjanlarını doldurmaları söz konusudur. Bu da ülke içerisinde ayrıca bir tartışma konusu oldu. Çünkü bu sefer de kültürel olarak eğitim seviyesi tersyüz olmuş bir toplumda eğitimli kızların eğitim düzeyi daha düşük erkeklerle evlenmek istemeyecekleri, böyle bir sorunla karşılaşacakları ve evlense dahi bu sefer bu evliliğin sürdürülemeyeceği tartışmaları ciddi anlamda masaya yatırıldı. Fakat buna bir çözüm üretilemedi. Yani sağlıklı ve kalıcı bir etki yaratacak çözüm üretilemedi. Dolayısıyla bugün İran toplumuna baktığımız zaman bunun sonuçları seçimlere yansıyor. Bugün 85 milyonu aşan bir nüfus ve %95’leri aşan okuma yazma oranı vardır. Kadınlarda özellikle eğitim seviyesi, üniversite öğrenimi görmüş birçok insan eskiye nazaran çok daha fazla durumda. Dolayısıyla böyle eğitimli yetişmiş bir topluma geleneksel bir kimlik dayatmak zor. Bilhassa Şah Dönemi’ne oranla kitle iletişim araçlarının hem çok fazla gelişmiş olması hem de çeşitliliğinin artması durumu vardır. İran halkının internet gibi bir imkana ulaşmış olması, cep telefonları, akıllı cep telefonları, uydu antenleri kullanıyor olması dünyada yaşanan olayları takip etmesine yol açmıştır. Halk artık eş zamanlı hareket etmeye çalışan, kendini revize eden ve son dönem gelişmeleri bilgiyi elde eden, kültürleri edinebilen, bununla hareket etmeye çalışan, kendi bireysel yaşamını veya ailevi yaşamını bu şekilde oluşturan bir anlayışa sahiptir.
İran halkı rejimi sorgulamaya başladı
Bu olaylar İslam Cumhuriyeti'nin resmi ideolojisine ters düşen ve ayrıca tartışılan bir durumdur. Bu şekilde yetişen bir toplum, gençlik ve nüfus var. Doğal olarak İslam Devleti’nin dayatmaya çalıştığı veya kabul ettirmeye çalıştığı ideolojiyi kabul etmiyor, sorguluyor ve uzaklaşıyorlar. Bu bağlamda bir devlet-millet çatışmasına tanık oluyoruz. Yani şah zamanında modernleşmenin yukarıdan aşağıya baskıyla dayatması sonucu o günkü muhafazakar, geleneksel bir toplum olan İran toplumunun itirazıyla karşılaşmıştır. Bugün artık kentleşmiş, eğitim seviyesi artmış, okuma yazma oranı artmış, sorgulayan bir toplum kendi tarihsel seyri içerisinde giderekçe modernleşen, gelişen, gelişmeye de açık bir toplum olan İran toplumunun bu sefer de devletin tersi istikametine dayattığı, kimliği reddeden bir topluma dönüşmeye başladılar.
Seçimlere yüklenen anlam İran’da çok farklı. Yani bildiğimiz anlamda seçimlerde farklı partilerin kendi programları ülkenin siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik sorunlarına nasıl çözüm üreteceklerine dair bir kapsamlı çözüm geliştirmek yerine, siyasetin tamamen terk edildiği, siyasi partilerin örgütlenemediği, imkan sağlanılmadığı, siyasi partilerin aslında dernekler ve vakıflarla eşdeğer aynı kanun içerisinde değerlendirildiğini görüyoruz. Çünkü siyaset tehdit olarak algılanıyor. Bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesinden iktidardan gidişine kadar öbür parti olmuyor. Bir parti meclisin şekillenmesinden yine meclisin bittikten sonraki dönemine kadar etkisini kaybediyor. Dolayısıyla ülkede örgütlü ve teşkilatlanmış bir partiyi ve bu parti eliyle de örgütlenmiş bir toplumu kendisi için risk görüyorlar ve buna fırsat vermiyorlar. Her defasında o partilerin önünü kesiyorlar. Bir takım ithamlarla suçlamalarla önlerine geçiyorlar. Bunu yapanlar devletin ilgili kurumları. Sizi eğer sahnede görmek istemiyorlarsa sıradan bir ithamla kolaylıkla bunu yapabiliyorlar.
Rejimi anlama açısından Hasan Ruhani örneği
En barizi de Hasan Ruhani’nin Uzmanlar Meclisi Seçimi’nde veto edilmesi ve halen daha bunun sebebinin söylenmemesi. 16 yıl boyunca 20 güvenlik yüksek konseyinin genel sekreterliğini yapmış, 20 yıl Parlamento’da görev yapmış, öte taraftan cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmiş ve ülke adına kritik durumlarda sahneye çıkmış bir insanı dahil yeterlilik noktasında veto ederek siyaseten tasfiye etmiş durumdalar. Veto etmelerinin teknik ve herhangi bir kanunda zikredilen maddelere dayalı bir mantığı yoktur. Yani bu dönem sizi veto eder, gelecek dönem size onay verebilirler. Bu, ülkenin tamamen içerisinde bulunduğu siyasi atmosferle alakalı bir durumdur.
Hasan Ruhani'nin nükleer anlaşmayı arkasına alarak ülkede temel değişikliklere gitme çabasını ve bu yöndeki iradesini ve niyetini de beyan etmesi müesses nizamı rahatsız etti. Yani nükleer anlaşmaya benzer şekilde bir de bölgesel uzlaşı istediler. Hem bölge ile normalleşme yani Amerika ve Batı ile hem de bununla paralel olarak bölge ülkeleriyle de normalleşmek istediler. Aynı şekilde ülke içerisinde de bir uzlaşıya gitmek istediler.
Avrupa Birliği süreciyle Türkiye'deki demokratikleşme paketi ile tüm kesimlerin desteğini alarak ülkedeki sistemi değiştirme politikasını, Ruhani de nükleer anlaşmayı arkasına alarak bu şekilde yapmaya çalıştı. Hükümetin attığı bu adımın toplumsal bir karşılığı da vardı.
Reisi’nin kazanması için bütün yollar açıldı
İran toplumunun geniş kesimleri bu yöndeki adımları destekliyor. 2020 seçimlerinde reformcu olan tüm adaylar tasfiye edildi. Tabiri caizse otobanın 5 şeridi de Reisi’nin kazanması için boşaltıldı. Reisi tek başına seçime girmiş oldu. 2020 yılının sonucunda parlamento muhafazakarların kontrolüne geçmiştir.
Devrim rehberi mutlak yetkilidir
Bu seçimler aslında o gün yürürlüğe konan politikaların ve ortaya çıkan statükoyu korumaya dönük bir adımdı. İran'da devrim rehberi olmadığı sürece Cumhurbaşkanı olarak siz hiçbir politikayı değiştiremezsiniz. Anayasa bu imkan ve yetkileri cumhurbaşkanına vermez. Bu yetkiler devrim rehberine verilmektedir. Hasan Ruhani, nükleer anlaşmayla rehber olma niyetini açık bir şekilde ortaya koydu. Bundan dolayı siyasi gruplar, devrim muhafızları ve diğer çeşitli toplumsal kesimler Hasan Ruhani’ye karşı olumsuz düşünceler beslemeye başladılar.
Seçimlerde katılımın düşük olmasının sebebi cumhurbaşkanının iktidara geldikten sonra tam yetkiye sahip olmamasıdır. Yetkiler olmadığı için kilitlenmiş bir süreç başlıyor ve toplum, mevcut sisteme duyduğu güveni kaybediyor. Sistemdeki ‘‘çift başlı’’ sorun bitmediği sürece herhangi bir gelişme olamayacaktır. Toplumun geniş bir kesiminin seçimler yoluyla yönetime katılımını engellerseniz, o kesim mevcut sisteme karşı tepkisini gösterecektir. Mevcut nizam bu sorunların farkında olmasına rağmen risk almaya devam ediyor. Devlet ve millet arasındaki makas açılmış durumdadır.
Bu riskin temel sebebi ise şudur;
‘’Reformcu kesimin sahip olduğu anlayış siyasete hakim olursa, ABD’ye güven duyulur ve ülke bölünmeye başlar’’ şeklindedir. İran, askeri veya diğer güçlerle toplumu baskılayabilecek bir kapasitede değildir. İran halkının sağduyusu, ülkeyi felakete gitmekten muhafaza ediyor. İran Devleti’nin nizami politikalarından ziyade, İran halkının aklı selim yaklaşımı tehlikeden uzak durmaktır.
İran’da bin yıllık Türk hakimiyeti sonlandırıldı
Tarihte İran Türkleri’nin hem siyasette hem dini konularda ön planda idi. Ama bu değişti. Devrim sonrası hatta devrim öncesinde Pehlevilerle birlikte Tebriz’in, İran siyasetindeki merkezi konumu sınırlandırıldı, olabildiğince pasifize edildi. Bunlar bir gerçek.
Bin yıllık Türk hakimiyetinin sonlandırılması ve Farsların tekrar iktidarı ele geçirerek kendi iktidarlarını tahkim etmesi İran’ın Geleneksel Antik İran Tarihi’ni, yani İslam Öncesi İran Tarihi’ni referans alarak yeniden kimlik inşasına gittiklerini görüyoruz. Bu noktada ülkedeki hem Arap hem de Türk izlerini olabildiğince silmeye çalışıyorlar. Yani bu 2 unsur bölgede bir anlamda 14 asır boyunca Fars kimliğini arka planda bırakan unsurlar olduğu için hem Araplara karşı hem Türklere karşı varoluşsal, bir mücadele ve kimlik ortaya koyma çabası var.
Bu son yüzyılda, özellikle ulus devlet inşası çabası içerisinde Pehleviler ve İslam Cumhuriyeti, Şiiliği, Farslığı ve hatta Türklüğü birleştirici bir unsur şeklinde kullanarak ülkenin birliğini, bütünlüğünü, bekasını korumaya dönük bir çaba sergiliyorlar.
Rejim, İran’daki Türklerin asimile olmuş Azeriler olduğunu savunuyor
İkincisi, bizler Türk olarak bahsediyoruz ancak Tahran bunlara Türk demiyor. Onlara Azeri diyorlar. Yani İran’da milyonlarca Türk olmadığını, aksine bin yıllık tarihi süreçte asimile olmuş(Türkleşmiş) Azeri halkının olduğunu ifade ediyorlar hatta bunun altını çiziyorlar. Dolayısıyla devletin politikası, Azerileri tekrar kendi ana kimliğine döndürmektir. Çünkü onların iddiasına göre Türkleşmiş Azeriler asimile olmuşlardır. Azerbaycan Türkleri kendilerine Azeri denmesinden şiddetle rahatsız olurlar. Bunu kabul etmezler. Çünkü Azeriler ayrıdır. Azeri kavramı İran’ın yerleşik kavmidir. Fakat bu durum uzun süre boyunca Türkiye’de ‘‘Azeri’’ şeklinde kullanıldığından Türkiye’de yerleşik bir kullanım haline gelmiştir.
İran'da Azerbaycan coğrafyasının geleneksel olarak İran’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu fakat Rusya ile yapılan savaşlarda kaybedildiğini, bu coğrafyanın bundan dolayı bu parçalandığını özellikle gündeme getiriyorlar. Bilhassa Karabağ zaferinden (2020) sonra bunu dillendiriyorlar. Dolayısıyla burada Türklerin varlığını inkar edip Azerilerin ikame edilmesi çabası var. Buna getirdikleri gerekçeler şöyle: ‘‘Bu coğrafyada örneğin Loristan’da nasıl Lorlar, Beluçistan’da Beluçlar yaşıyorsa Azerbaycan’da da Azeriler yaşamaktadır, Türkler değil.’’
Rejim İran Türklerini pasifleştirmek istiyor
Dolayısıyla onlara göre Azeriler asimile olmuştur (Türkleşmiş) ve kendi ana diline döndürülmesi de devlet için bir politika, resmi bir söylem haline gelmiştir. Bu politikanın asıl amacı Türklerin ülke siyasetindeki yerini, rolünü ve etkisini kırmak, olabildiğince pasifleştirmek, sınırlandırmaktır.
İran Milliyetçiliğini yayanlar ya da bunu devletin resmi ideolojisi olarak benimsemiş olanlar var. Örneğin Ahmed Kesrevi gibi İran’ın muasır dönemdeki en önemli elitlerinden kişiler var. Siz ona Türk diyebilirsiniz ama o kendini Azeri olarak görür ve Tebrizlidir. İran milliyetçiliğini esas alan İran kadim devlet anlayışı geleneğini sürdürecek olan bu ideolojiyi teorize eden bu insanlar Tebrizlidir veya İran Türkleridir.
İran zemin veya İran Şehri’nin referansı nedir? Siyasetnamedir, Nizamülmülk’tür. Selçuklu İmparatorluğu’nun en ileri gelen devlet adamı vezirin daha doğrusu Nizamülmülk’ün yazmış olduğu Siyasetname’de geçen ifadeleri İran’ın milliyetçi elit kesimi çıkış noktası olarak kullanabiliyor. Yani biz o dönem şunu görüyoruz, Alparslan bir Türk Hakanı olarak yanında Fars bir veziri alıp ülkeyi yönetmesiyle bürokraside hatrı sayılır düzeyde Fars unsuru olmasını sağlamıştır.
Şah İsmail Sünni İran’ı Şiileştirerek Türk Dünyası’nın bütünlüğünü bozdu
Bu sistem Şafilik mezhebi üzerinden gitmektedir. İran’ın Şiilik öncesi tarihi yani Sünnilik dönemi ağırlıklı olarak Şafidir. Hatta Şah İsmail’in de Şafi Kürt olup olmadığı tartışmaları hala gündemdedir. Nihayetinde şöyle bir gerçek var, Sünni İran’ı Şiileştiren kişi Şah İsmail’dir. Aslında Şah İsmail burada İran’a çok büyük bir ihanete sebep olmuştur. Çünkü bunu yaparak Türk Dünyasının jeopolitik bütünlüğünü de kaldırmış oldu. Yani İran aslında Türkistan’dan Avrupa’ya kadar uzanan bir coğrafyanın jeopolitik bütünlüğünü, Türk kimliğini parçaladı. Sünni İran’ı Şiileştirerek büyük bir darbe vurdu. Yoksa bugün biz Zengezur gibi 20-30 kilometrelik bir koridoru tartışmıyor olacaktık ve İran, Türk dünyasının doğal bir coğrafyası, bir parçası olacaktı.
İran Türk Devletleri Teşkilatı’na üye olabilir
Önümüzdeki süreçte İran Türkiye’den sonra en fazla Türk nüfusu barındıran bir ülke olarak belki Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi olacaktır. Muhtemelen gündeme gelecektir şu an bazı mahfillerde dile geliyor. İran'da buna sıcak bakabilir ama Karabağ meselesi aslında tüm bu tartışmaları içine alan bir mevzudur.
Ülkenin bin yıllık tarihinin Türkler tarafından yönetilmiş olması Türklere ait olmuş olması ve ondan öncesinde de 2,5 asır boyunca Arapların yönetiminde olması dolayısıyla devlet yeniden bir İran kimliği inşa etmeye çalışırken Türk ve Arap hakimiyeti dönemlerini silmeye uğraşıyor. İran, aslında sadece tarih kitaplarından, coğrafyadan ya da ‘’Azeriler’’ gibi bir tez geliştirerek değil, topyekûn toplumsal hafızayı yeniden kurgulamaya çalışıyor ve bu kurguyu yaparken de tamamen İslam öncesi tarihe atıfta bulunuyor.
İran Rejimi ülkedeki Türkleri psikolojik ve kültürel olarak eziyor
İran bunu yaparken de şu argümanları sıklıkla kullanıyor, ‘‘Göçebe Türkler’’ ‘‘ Bedevi Araplar…’’ Bunlar İran Medeniyetini geri bıraktıran, İran’ı olması gereken noktadan uzaklaştıran argümanlar olarak gösteriliyor. Bu İran’daki Türkleri ciddi anlamda psikolojik olarak baskılamış durumda. Yani siz buraya bin yıl yönetmiş olsanız bile ‘‘o kültürel iktidarı kuramadınız, medeniyet inşa edemediniz.’’ Demek istiyorlar.
Tam tersine ‘’bizim medeniyetimizi de tükettiniz. Hatta bizim medeniyetimiz, bürokrasimiz, devlet geleneğimiz üzerinden ne yaptınız? Yerleşik hayata geçtiniz, devlet sahibi oldunuz, bu tecrübeyi sahiplendiniz’’ ifadelerini kullanarak İran Türkleri’ni psikolojik ve kültürel olarak eziyorlar.
Türkmenler ve Kaşkaylar’dan değil Azerbaycan Türklerinden bahsediyorum. Çünkü özgür bir kitle ağırlığı var ülkede. Dolayısıyla buradan baktığımız zaman adamlar İran’ı ihya etmeye çalışıyorlar ama Arap Türk Müslüman kimliğini olabildiğince soyutlayarak.
Yani İran resmi tezi, ‘’milli bütünlük için bu reformistlere fazla yüz vermemek lazım, bunların çoğu dışarıya bağlıdır. Eğer bunlar başarılı olurlarsa İran bölünür.’’ şeklindedir. Şuan uygulanan politikalar büyük oranda Türkleri baskılamış durumda. Örneğin Tahran'da bir adama ‘’Türk’’ diye hitap etmek, hakaret etmek demektir, aşağılamaktır, tahkir etmektir.
Türklerdeki nüfus artışıyla diğer etnik gruplardaki nüfus artışı arasında bir oran farkı var mı? Özellikle kentleşme, modernleşme meselesi ile birlikte İran'da nüfus meselesi ciddi bir problem haline gelmeye başladı. Bu aslında gelişmekte olan toplumların bireyselleşmenin ön plana çıkmaya başlamasıyla insanların özgürlüklerini veya rahatlıklarına daha çok önem vermesiyle ilgilidir.
Modernleşme ile birlikte İran’da nüfus artışı yavaşladı
Bu ülkede yıllık nüfus artışı 700.000-750.000 civarında. Bu çok düşük. Bu ciddi bir sinyal olabilir. Yani şöyle söyleyeyim, özellikle metropollerde Tahran, Tebriz, Meşhed, İsfahan, Şiras gibi ülkenin metropol kentlerinde biz aynı şeyin sonuçlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Şehirleşmenin, bireyselleşmenin ve bu modern yaşamın getirmiş olduğu düşünce tarzının giderek aile eğitimi ve evlenme yaşına ciddi bir şekilde olumsuz olarak etkilediğini görebiliyoruz.
Kentleştikçe ve eğitim seviyesi arttıkça İran'da bu durum geçerlidir. Yani bu hemen hemen gelişmekte olan toplumların hepsinin karşı karşıya olduğu bir sorundur. Bu sorun şimdi İran'da kırmızı alarm veriyor. Devrim rehberi ( Ayetullah Ali Hamaney) sürekli bunun altını çiziyor. Toplumu, çocuk yapma konusunda hatta ilk başta evlilikte teşvik ediyor. Çünkü evlilik yaşı ilerliyor. Erkekler 30 - 35, kadınlar da 30’lara yaklaşmakta ve bu bahsettiğimiz gelişim, gelişmekte olan toplumlarda ortaya çıkan krizlerle alakalı olarak kendini gösteriyor. Ayrıca boşanma oranları da yüksek.
İran’da evlenmek için mehir miktarı çok yüksek
Bu süreç ilerledikçe toplum bu yöne evrildikçe coğrafya fark etmeksizin insanlar o sorumluluktan kaçıyor, özgürlüklerini veya sorumluluk alanlarını daha da daraltıyor. Şöyle bir durum var İran’da, evlendiğiniz zaman mehir veriyorsunuz. Çünkü orada nafaka yok. Fakat mehirler çok pahalı. Örneğin evlenen kız hicri takvime göre 1355 doğumlu ise 1355 tam altın mehir olarak istenir. Bu da büyük bir soruna dönüşmüş durumda.
Mehirler normalde evlilik arefesinde verilir ama İran'da izdivaç defterine yazılır ve boşanmak istediği zaman bunu ödemekle mükelleftir. Yani kadın ne zaman isterse eş vermekte mükelleftir. Eğer vermezse kadın mahkemeye şikayette bulunabilir. Bundan dolayı şu an hapiste olan birçok insan var.
Tahran zaten kendisi çoğunluğu Fars olmakla beraber Türklerin de nüfus olarak Tebriz'den de daha fazla yaşadığı bir şehirdir. Buna Kürtlerin Diyarbakır'dan daha fazla İstanbul'da var olması bağlamına benzetme olarak söylüyorum. İran'daki resmi ideolojiyi, dini, fikri, siyasi noktada besleyen bir merkez olarak Tahran’ın karşısına konumlanmış.
İran’da seküler Türkler daha milliyetçi
Azerilerle ilgili benim bir dönem yaşadığım yerde gördüğüm kadarıyla onların dinlerine daha bağlı olduğunu söyleyebilirim. Dini kimlik orda Şiilik üzerinden gitmektedir. Yani hem Farslarda hem Türklerde 2 Şiinin 2 ana unsuru olarak aralarında doğal stratejik bir işbirliği vardır. Devletin orada omurgasını bunlar oluşturuyor. Yani Şiilik temelli bir ittifak var ortada. Bu Türklerde sekülerleştikçe yerini Türk milliyetçiliği alıyor. Çünkü İran Türklerinin yani kimliğinin 2 tane unsuru var, biri Türklük, diğeri Şiilik. Ve Şiilik zayıflayınca Türklük damarı güçleniyor. Bunu Tahran istemiyor. İstemediği için de özellikle dini kurumların, dini merkezlerin, din adamlarının bölgedeki nüfuzunun etkisinin çabasının sonuna kadar destekliyor.
Çünkü diğer şekilde Tahran'a karşı bir siyasi anlayışı besleyecek, ülkenin siyasi kaderini riske edecek bir düşüncenin gelişmesine alan açmış olacak. Bu bölgelerdeki dindar insanların dindar kalmasını ve onların bu kimliklerini muhafaza edecek olan her türlü dini faaliyeti sonuna kadar destekliyor.
Şimdi sürekli Türk diyoruz fakat o adamlar hep oradaydı. Yani Ankara’ya gelip sonradan İran’a gitmediler. İran o insanların ana yurdu. Bugün Anadolu’da yaşayan Türklerin ana yurdu burasıysa, İran’daki Türklerin de ana yurdu İran’dır.
İran, Anadolu’dan daha önce Türk yurduydu
Dolayısıyla adamların oradaki tarihi Türklerin Anadolu’yu yurt edinme tarihinden daha eskidir. Bu yüzden dikkat edecek olursak Safevi- Osmanlı çekişmesinde 2 Türk devleti 2 Türk hanedanı arasındadır aslında. Ama ne oluyor? Osmanlı, Kürtleri araya bir güvenlik bariyeri olarak koyarak elini güçlendiriyor. Yavuz Sultan Selim zamanından itibaren biz buradan bir tehdit algısı hissediyoruz. Dolayısıyla bugün İran’da sekülerleşen Türkler daha çok Türkiye'ye yaklaşırken sekülerleşmemiş Türklerin ise kendini Tahran'a daha yakın hissettiğini, aidiyet olarak daha çok daha baskın bir şekilde oraya ait olduğunu görebiliyoruz.
Bir Rum milletvekili verdiği röportajda, İran radyo televizyonunun mutlaka Türkçe bir kanal açması gerektiğinin altını çiziyor. Yani Türklük kimliğinin de bilincinin farkında olduğunu da anlıyoruz. Ve İran'da şu an böyle birşey yok. Türkiye'de ise TRT Kürdi açıldı, 24 saat yayın yapıyor. İran Türklerinin de Tahran’dan böyle talepleri var. İran'da şöyle bir uygulama var. Çeşitli şehirlerde yerel yayınlar var.
Tebriz’de emniyete gittiğiniz zaman ya da karakola gittiğiniz zaman herkes resmi dil olarak evrak olarak farsçayı kullanıyor, dolduruyor olabilir ama Türkçe konuşuyor.
Türkiye-İran ilişkileri sabırla sürdürülmeli
Doğu Türklerini de, kuzey Türklerini de Sovyetler Birliği kullandı. Şimdi dünya değişiyor ya da dizayn ediliyor. Bir şekilde bu mevcut sistem ya yürüyecek ya da yürümeyecek. Ya Batı çok şey yıkacak, yeniden hakimiyet kuracak ya da Doğu yani Çin bu ekonomik yükselişle o gücünü ortaya koyacak, uluslararası arenada da o ağırlığını belli edecektir. Zaten Batı bloğunun ekonomik ağırlığı %40‘a düştü.
Bizim bir şekilde sabırla İran’ı tolere etmemiz lazım. Çünkü nüfusun %30’ı Türk. Biz kardeşiz. İran ile savaşıp da kime silah sıkacağız! Savaşamayız. O bakımdan sabırla kalkınmaya mecburuz. Hâlihazırda zaten bu politika benimsenmiş durumda.
(*) Dr. Mehmet Koç Kimdir?
*Eğitim Bilgileri
Lisans eğitimini İran’ın Kazvin kentinde Uluslararası İmam Humeyni Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde tamamladı.
Yüksek lisans derecesini de Tahran Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünde “Devrim Sonrası İran’da Değişen Devlet ve Toplum İlişkisi” başlıklı tez çalışması ile aldı.
Ankara ve Kırıkkale üniversitelerinin ortak doktora programında Fars Dili ve Edebiyatı alanında 2022 yılında doktorasını tamamladı.
*İş Deneyimi2016-2023 İRAM İç Politika Koordinatörü
Araştırma alanları arasında modern İran toplumu, İran İslam Cumhuriyeti'nin anayasal yapısı ve bu ülkedeki iç gelişmeler yer almaktadır.
Diğer İçerikler