Giriş:
Dünya barışını ve insanlığı tehdit eden ve gittikçe tırmanmakta olan kaygı verici gelişmeler bağlamında şimdi, gerekli soruları sorma, üzerinde düşünme ve değerlendirmeler yaparak olabildiğince isabetli cevaplar bulma zamanıdır. Çünkü kritik gelişmelerin tamamına yakını ülkemizin de üzerinde bulunduğu Avrasya Satranç Tahtasında ve onu çevreleyen denizlerde yaşanmaktadır. Bu manada Türkiye konumu itibariyle bir merkez ülkedir ve bu gelişmelerin tamamından etkilenmektedir.
Büyük güçler arasında uzun süredir devam etmekte olan, bir yıl önce Rus ordusunun Ukrayna’ya doğrudan saldırısı ve işgali ile gittikçe tırmanan ve genel bir savaş tehlikesi potansiyelini içinde barındıran küresel güç mücadelesinin nasıl sonuçlanacağı; önemli ölçüde Avrasya Satranç Tahtasındaki mücadelenin seyrine bağlı olacaktır ve bozulan küresel güç dengesi buna uygun olarak yeniden şekillenecektir.
Bu yazının gayesi, Türkiye gibi Avrasya Satranç Tahtasında yer alan, yeraltı enerji kaynaklarının göbeğinde ve ulaşım yollarının üzerinde bulunan ve bölgesel bir güç olan İran’ın; politikalarına ve İran Nükleer Programından kaynaklı gerilimi tırmandırıcı gelişmelere ve muhtemel sonuçlarına dikkat çekmektir. Bu bağlamda, özellikle İsrail ve ABD yönetimlerinin önümüzdeki kısa vadede atabilecekleri adımların neler olabileceğini öngörmeye çalışmaktır.
1.Genel Bakış:
ABD küresel güç üstünlüğünü korumak ve küresel lider inisiyatifini yeniden kazanmak maksadıyla, çok kutuplu bir dünya düzeni arzu eden rakip güçlere (Çin, AB, Rusya, Hindistan ve Japonya gibi) karşı geliştirdiği bir Küresel Kontrollü Kaos Stratejisi’ni uygulamaktadır. Bu stratejinin gereği olarak; Irak, Libya, Suriye ve Afganistan gibi bölgelerde “ Bitmeyen Savaşlar" bataklığından kurtulma manevrası gerçekleştirmiş ve şekillendirici yeni bir oyun için siyasi, askeri ve ekonomi alanında kendisine yeni pozisyonlar oluşturmuştur. ABD bu yeni oyununda kendisini doğrudan bir askeri çatışmanın dışında tutmaya ve güç kazanmaya gayret ederken, rakiplerini bölgesel denklemler içerisinde birbiriyle ve kendisinin desteklediği bölgesel güçlerle bir çatışmaya zorlayarak bitmeyen savaşlar içerisinde yıpratmaya ve zayıflatmaya çalışmaktadır. Bazı yayınlarda bu siyaset “İmparatorluk Siyaseti” olarak adlandırmaktadır.
Avrasya Satranç Tahtasında bölgesel güçlerin çıkar çatışmalarına ve/veya rekabetine sahne olan birçok sorunlu alan ve buna dayalı bölgesel denklemler mevcuttur. Sorunlu alanların önemli bir kısmı Kara Hâkimiyet Teorisinde tanımlanmış olan Kalpgah (Merkez) bölgesine bitişik ve/veya çevreleyen bölgelerde bulunmaktadır. Kuzey Doğu Avrupa, Balkanlar, Karadeniz, Güney Kafkasya ve Küresel Balkanlar, Doğu Akdeniz, Körfez Bölgesi ve Asya- Pasifik bölgesindeki Tayvan ve Kore adaları gibi sorunlu bölgeler ABD liderliğindeki çekirdek üçlü ittifak (Birleşik Krallık ve İsrail ile birlikte) bu durumu istismar ederek hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar.
Sahada yaşanmakta olan gelişmelerden hareketle; ABD ve Birleşik Krallık ikilisinin ağırlıklı olarak Rusya'nın hâkimiyet ve nüfuz alanı olan Merkez bölgeye girmek, Merkez bölgeyi parçalamak ve en güçlü rakip olan Çin'i çevrelemek ve sınırlandırmak niyetinde oldukları söylenebilir. Sorunlu(sınırlar, etnik, ideolojik ve dini inanç boyutlarında) ve hassas bölgelerde tarafların korkularını ve tutkularını tetikleyerek ülkelerin yönetimlerini tuzaklara çekebilmektedirler. Siyasi alandaki mücadelede dünya sanki iki kutuplu bir düzene zorlanmaktadır; “demokrasiler ve diktatörlükler” olarak. Ülkeler tercihlerini yapmaya ve buna göre tarafını seçmeye dönük siyasi ve ekonomik ağır baskılara maruz bırakılmaktadır.
ABD, rakiplerini yalnızlaştırmak ve geriletmek için başkan Trump döneminde başlatmış olduğu ticaret savaşını ve yaptırımları da sürdürmektedir. Yüksek teknolojiye ve buna dayalı ürünlere erişimi engelleyen bir politika izlemektedir. Bu kapsamda dünyadaki gelişmiş çip üreten ülkeleri de kendisiyle işbirliği yapmaya zorlamaktadır(bazı kaynaklarda “çip ittifakı" olarak adlandırılmıştır). Geliştirdiği ve ekonomisine kazandırdığı fosil yakıt enerji kaynaklarıyla Ortadoğu bölgesindeki enerji kaynaklarına olan bağımlılığını ortadan kaldıran ABD yönetimi, enerji bağımlısı olan rakiplerinin (AB, Çin, Hindistan, Japonya gibi) bu durumunu istismar etmek için enerji kaynakları, enerji ulaşım hatları ve enerji piyasası üzerinde kontrol sağlama politikası uygulamaktadır. Bu politika enerji satan ülkeleri ve enerji satın alan ülkeleri aynı anda etkilemeye yönelik olduğu gibi, ayrıca enerjinin(petrol ve gaz) dünyada ağırlıklı rezerv para birimi olan dolar ile ticaretinin devamını sağlamak içindir. Tüm bunlarla birlikte dünya ticaretinin çok büyük miktardaki yükünün taşınmakta olduğu okyanuslar, denizler ve kritik suyollarının kontrolünü elinde bulundurmayı sürdürmek için gerekli olan deniz gücü başta olmak üzere askeri güç üstünlüğünü temin eden politikalar uygulamaktadır.
2. Avrasya Satranç Tahtasındaki ŞAH Ülkesine Yönelik Yapılacak Bir Hamlenin Son Hazırlıkları mı?
a. İran Boyutu
Avrasya Satranç Tahtasında yer alan bir ülke olarak İran, jeopolitik konumuyla, tarihsel ve kültürel derinliğiyle, jeostratejik önemiyle, sahip olduğu doğal kaynakları(özellikle zengin petrol ve gaz yatakları) ile ve Humeyni liderliğindeki dine dayalı devrimden bugüne kadar rejimin izlediği iç ve dış siyaseti ile bölgenin ve dünyanın hep gündeminde olan bir ülkedir. İran kendisi merkez olmak üzere, Güney Kafkasya- Hazar Denizi Bölgesi – Basra Körfezi Bölgesi- Yemen- Doğu Akdeniz kıyıları şeklinde uzanan ve batıya dönük olan bir Şii Hilâli ile de anılan bir ülkedir.
İran, Şii Hilâli olarak adlandırılan bu bölgelerdeki diğer devletler içerisinde yaşamakta olan Şii nüfus üzerinden rejimini ve nüfuzunu yaymak, kendi çıkarları doğrultusunda bölgeyi siyasi, güvenlik ve ekonomi alanlarında şekillendirmek ve bölgenin en güçlü ülkesi haline gelmek için tarihsel bir derinliği de olan bir siyaset izlemektedir. Günümüzde bu hedefler doğrultusunda iç ve dış siyaseti iç içe geçmiş ve buna uygun olarak şekillenmiş görünmektedir. Bu bakımdan İslâm coğrafyasında birleştirici değil, daha çok ayrıştıran bir ülke olma durumuna savrulmuştur. Türkiye'ye karşı siyasi rekabeti öncelerken her iki ülkenin ve diğer bölge ülkelerinin ortak çıkarlarına zarar veren bir siyaset izleyen ülke durumuna sürüklenmiştir. Diğer taraftan, İran yönetimi bu siyasetiyle hem bölgeyi istikrarsızlaştırıcı bir rol oynamış hem İsrail ile birlikte küresel güçlerin bölgeye müdahalelerine uygun zemin hazırlanmasına katkı sağlamıştır, denilebilir.
İran yönetiminin kendisi yıllardır barışçıl ve sivil amaçlarla bir nükleer program yürütmekte olduğunu iddia ediyor olsa da, nükleer alanda faaliyet gösteren uluslararası kuruluşların yayınladığı raporlara ve yabancı medyada yer alan istihbarat bilgilerine göre aslında nükleer silaha sahip olma dürtüsünün olduğu belirtilmektedir. Yabancı medyada yer alan son günlerdeki haberlere göre atom bombası yapmaya elverişli zenginlikte Uranyum elde etme kapasitesine ve miktarına çok yaklaşmış olduğu (%85 oranında zenginleştirilmiş Uranyum parçacıkları bulunduğu gerçeğinden hareketle) iddia edilmektedir. İran yönetiminin nükleer bir güç olmasına kesinlikle izin vermeyeceklerini ve bunun için gerekli olan her şeyi yapmaktan çekinmeyeceklerini çok net bir şekilde hem İsrail yöneticileri hem ABD yöneticileri bugüne kadar birçok kez dile getirmişlerdir ve bu doğrultuda birçok örtülü müdahaleler gerçekleştirmişlerdir. Bu bağlamda bugüne kadar İsrail daha fazla öne çıkarken, ABD’nin bir strateji doğrultusunda geri planda kalmayı tercih ederek durumu kendi kontrolü altında tutmaya çalıştığı söylenebilir.
b. İsrail Boyutu
İsrail’in İran ile ilgili ikilemi: İsrail açısından özellikle ABD yardımları için gerekçe oluşturması ve İsrail'in mevcut Filistin politikası ve bölge politikalarına yönelik bir çeşit dayanak ve meşruiyet oluşturan “altın yumurtlayan tavuk” olması; fakat diğer taraftan İran'ın adım adım nükleer güç olmaya doğru yürümesi, İsrail'in ikilemidir. Büyük güçler tarafından nasıl ki bölgede İran, özellikle Türklere ve Araplara karşı bir denge ve/veya tehdit faktörü olarak değerlendiriliyor ve buna uygun siyaset izleniyorsa, İsrail için de benzer durum geçerlidir. Fakat aradan geçen on yıllar içerisinde, Filistin meselesinde, Arap dünyasında, Büyük Ortadoğu bölgesinde ve dünyada meydana gelen büyük bir değişim ve günümüzde büyük güçlerin mücadelesinin bölgeye izdüşümü ışığında ve İran'daki gelişmeler (rejimin meşruiyetinin içeride sorgulanmasına yol açan yaygın toplumsal protesto olayları gibi) çerçevesinde; önemli kararlar verilmesinin ve İran ile ilgili bir politika değişikliğinin zamanının geldiğine dair İsrail'deki üst düzey resmi yetkililerin ifadelerini de içeren yorum ve değerlendirmelere İsrail medyasında sıkça rastlanır olmuştur.
İsrail, İran'ın nükleer tesislerini ve füze, roket, İHA, SİHA ve Kamikaze Dron üretim tesislerini ve bazı stratejik hedefleri vurmaya dönük stratejik seviyedeki planlama ve güç hazırlama faaliyetlerini bir kaç farklı senaryo üzerinden on yılı aşkın bir süredir devam ettirmektedir. Aradan geçen zaman içerisinde İsrail'deki politika oluşturucular tarafından bu konudaki çalışmalara ait bazı bilgilerin belirli maksatlarla farklı şekillerde kamuoyu ile paylaşıldığı bir sır değildir. İsrail ordusunun bu hedef doğrultusunda farklı mücadele boyutlarında teknolojik üstünlüğe dayalı hem saldırı hem savunma kapasitesini sürekli geliştirdiği çok açıktır. Yine bu hedef doğrultusunda izledikleri “düşmanı bin kesik yarası ile öldürme” stratejisi kapsamındaki örtülü ve açık çeşitli operasyonlar ile İran'ın milli güç unsurları sürekli zayıflatılmaya ve içi boşaltılmaya çalışılmaktadır. Diğer taraftan “İbrahimî Anlaşmalar” adı altında Körfez ülkelerinin ve Afrika ülkelerinin bir kısmı ile İsrail arasında ilişkilerin normalleştirilmesi ve işbirliğinin geliştirilmesi süreci başlatılarak, İran bir ölçüde bölgede ve dünyada yalnızlaştırılmaya çalışılmıştır. ABD'nin arabuluculuğunda İsrail ile Lübnan arasında su altındaki fosil yakıt kaynaklarının paylaşımına ve güvenliğine dair bir deniz sınırı anlaşması yapılmıştır. Tüm bu yapılanları İsrail'in izlemekte olduğu bir devlet politikasının sahadaki tezahürleri olarak görmek gerekir.
Netenyahu liderliğindeki ırkçı, radikal dinci ve faşist eğilimleri yüksek bir koalisyonun yapılan son seçimdeki zaferinin temel nedeni, İsrail halkının çoğunluğunun sahip olduğu bir dizi güvenlik kaygılarıdır. Bu kaygı duyulan gelişmeler, sırasıyla; İsrail'i hedef alan söylemlere sahip bir İran yönetiminin nükleer silaha çok yaklaştığı iddiaları, İsrail egemenliği altındaki topraklarda yaşayan ve İsrail vatandaşı olan Filistinlilerle Yahudiler arasında gittikçe artan gerilim ve Yahudi toplumunun kendi içindeki çok parçalı bölünmüşlük ve kutuplaşmanın getirdiği siyasi krizler ve bunun hayatın bütün alanlarını etkiliyor olmasıdır.
Önceki Bennet-Lapid-Gantz hükümetinin bu güvenlik kaygılarını giderememesi ve Biden yönetiminin etkisi altında zayıf kaldığı inancı Netenyahu'nun iktidar yolunu tekrar açmıştır. Netenyahu tarihe bir kahraman olarak geçmek isteyen egosu çok yüksek ve güçlü bir siyasi kişiliktir. İbrahim Anlaşmaları kadar, İran'ın mevcut askeri gücünün budanması ve kolunun kanadının kırılması Netenyahu için çok önemli bir hedeftir. Fakat unutulmaması gereken asıl önemli konu, Netenyahu'nun İsrail'i bölgenin en güçlü ülkesi haline getirmek istediğidir. Bölgedeki dengeleri bu hedef için değiştirmektir. Bugüne kadar gerçekleştiremedikleri PKK/PYD/YPG TERÖR DEVLETİ projesini, depremle sarsılan Türkiye'den sonra bölgenin diğer güçlü ülkesi İran'ın da kolunun kanadının kırılması ile gerçekleştirmeye zorlayacakları çok açıktır.
Ukrayna savaşında, Rusya'ya İHA, SİHA ve Kamikaze Dron temin ettiği ve bunların Rusya'da üretilmesi için anlaştığı belirtilen İran, aslında Rusya saldırganlığına karşı birlikte hareket eden BATI'nın hedefindeki bir ülke haline gelmiş olmaktadır. Netenyahu bunu bir fırsat olarak görmektedir. Ayrıca İran'ın Rusya'dan S-400 Hava ve Füze Savunma Sistemleri ile SU-35 gelişmiş savaş uçakları temin etme yolunda olduğu iddiaları yabancı medyada yer almıştır. Çin'in Rusya ile geçmişe nazaran daha fazla yakınlaşmış olan görüntüsü, Çin-İran ilişkileri ve Çin- Körfez Ülkeleri ilişkileri de Netenyahu’nun çok arzu ettiği ABD'nin desteğini alabilmesi bağlamında olumlu gelişmelerdir. Siyonistler kendi çıkarları gerektirdiğinde, iki ülke arasındaki stratejik seviyedeki özel ilişkilerin (İsrail'in askeri gücünün bölgede teknolojik açıdan üstünlüğünün korunması ve sürdürülmesi ve İsrail'in güvenlik çıkarlarının korunması ve desteklenmesi bağlamında ABD'nin mevcut taahhütleri ile birlikte ABD'deki İsrail lobisinin etkinliği) bir gereği olarak ABD'nin bölgedeki taşeronu rolünü oynamaktan çekinmeyecektir. Küresel mücadeledeki büyük resimde ABD'ye önemli bir avantaj sağlayacağı düşünülen bir zamanda; İran'ın nükleer tesislerinin, füze ve roket üretim tesislerinin vurularak cezalandırılması için ABD yönetiminin Netenyahu'ya bir yeşil ışık yakabileceğini düşünmek gerekir.
3. Küresel Mücadeledeki Büyük Resmin İran'ın Nükleer Programı Meselesine Dair İzdüşümünden Yapılan Çıkarımlar ve Tespitler:
a. Bir yıl önce Rus ordusunun Ukrayna’ya doğrudan saldırısı ve işgali ile birlikte başlayan ve günümüzde bütün şiddetiyle devam eden, Rusya ile ABD liderliğindeki Batı’nın desteklediği Ukrayna arasındaki savaşta; büyük güçler arasındaki mücadelenin önemli aktörlerinden olan Rusya'nın gittikçe zayıflamakta olduğu, kendisine ihtiyaç duyduğu alanlarda destek sağlayacak müttefikler aradığı bir dönemde; İran’ın desteğinin Rusya için kritik önem taşıdığı bir gerçektir. İran'ın da kendisi açısından oldukça kritik olan bu dönemde, ihtiyaç duyduğu S-400 Hava ve Füze Savunma sistemleri ve gelişmiş savaş uçakları gibi savunma sistemlerini Rusya’dan temin etmek istemesi çok doğaldır. Diğer taraftan Suriye'de hem rekabet hem ortak çıkarlar doğrultusunda işbirliği içinde olan Rusya ve İran söz konusu iken ve Suriye topraklarındaki İran varlığına yönelik İsrail'in yıllardır gerçekleştirmekte olduğu havadan yapılan saldırılara göz yuman bir Rusya gerçeği varken; Ukrayna merkezli günümüz koşullarının Rusya yönetimine dayattığı durum karşısında, Putin'in Tahran karşısında elinin gittikçe zayıfladığı yönünde İsrail tarafında kaygılar olduğu söylenebilir. Yani Tel Aviv tarafından Ukrayna'daki savaş öncesindeki koşullarda Putin vasıtasıyla Tahran üzerinde bir ölçüde geçerli olan fren sisteminin bugünkü koşullarda halâ varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Ayrıca, Ukrayna cephesinde oldukça zor durumda kalan Moskova'nın İran nükleer programı üzerinden Batı'nın meşgul olacağı yeni bir cephe açılmasından faydalanmak isteyebileceğini olasılıklar arasında görmek gerekir. İran'a yönelik muhtemel bir saldırı ile başlayabilecek bir çatışmanın Körfez bölgesini de etkileyebileceği ve bunun bölgeden yapılan petrol ve doğal gaz arzını aksatmasıyla dünyadaki enerji fiyatlarının birden yükselmesine neden olabileceği noktasından hareketle, Rusya’nın petrol ve gaz satışından elde ettiği gelirin artabileceği varsayımı üzerinde durmak gerektiği açıktır. Kısacası Ukrayna savaşının halâ bütün şiddetiyle sürdüğü günümüzde koşullar önemli ölçüde değişmiş görünüyor. Özellikle Rusya'nın İran lehinde, fakat ABD ve İsrail karşısındaki potansiyel caydırıcı etkisi önemli ölçüde erozyona uğramıştır, denilebilir.
b. Ukrayna'daki savaş süreci Çin politikaları açısından da yeni bir durum oluşturmuştur: ABD'nin en güçlü rakip olarak kendisini gördüğünün ve buna uygun bir Büyük(Grand) Strateji izlediğinin farkında olan Şi Cinping liderliğindeki Çin yönetimi esasen, bir taraftan Putin'in düştüğü duruma düşmemeye( özellikle Tayvan meselesinde) ve oluşan durumun Çin menfaatlerine yönelik yol açabileceği zararları azaltacak stratejiler geliştirmeye çalışırken; diğer taraftan Rusya'nın zayıflamasıyla bazı alanlarda oluşmakta olan güç boşluğunu doldurmaya yönelik adımlar atmaya çalıştığı görülmektedir. Bunlarla birlikte elbette özellikle orta ve uzun vadeli stratejik hedeflerine ulaşmayı engelleyebilecek güçlere karşı kendi caydırıcı gücünü oluşturma çabasını sürdürmekte olduğu çok açıktır. Avrasya Satranç Tahtasındaki yerli güçlerden en büyüğü bilindiği gibi Çin'dir ve Pekin'den Londra'ya uzanan ve oradan Latin Amerika'ya ulaşan Bir Kuşak ve Bir Yol projesini adım adım hayata geçirme mücadelesi veren bir küresel güçtür.
Ukrayna savaşı öncesinde Çin, İran ile 25 yıllık bir zaman dilimi içerisinde 400 milyar dolarlık bir yatırım ve finans anlaşması yapmıştır(Rusya ile rekabet alanı). ABD’nin yoğun baskılarına maruz kalan İsrail'in Çin ile olan stratejik işbirliğini soğutmaya alması sonrasında İsrail’e tepkili olan Çin’den, 2022 Yılı sonlarında başta S. Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin ve diğer bazı Arap ülkeleri temsilcilerinin hazır bulunduğu bir zirve toplantısına Çin'li lider Şi Cinping katılmıştır.
Çin son dönemde Filistin meselesinde İsrail politikalarını açıkça ve sert ifadelerle eleştirerek İsrail karşıtı bir tavır almıştır. Kısacası Çin günümüzde, İran ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere Arap ülkeleri ve Afrika ülkeleri ile işbirliğini, bölgedeki kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek açısından bir ölçüde İsrail'e karşı tercih eder duruma sürüklenmiştir. Fakat İsrail’in kendisine yönelik bu zorluğu İbrahim Anlaşmaları sürecini başlatarak Körfez ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirme girişimleriyle aşmaya çalıştığı ve özellikle BAE üzerinden hem Çin hem Hindistan ile ilgili ekonomik çıkarlarına odaklanmakta olduğu görülmektedir. Özetle, İran’a yönelik muhtemel bir harekâtın yol açabileceği sonuçları ve bölgedeki dengelerin ABD lehinde değişebileceğini dikkate almak zorunda olan Çin yönetiminin önleyici siyasi çaba gösterebileceği, fakat kaçınılmaz hale gelmekte olduğunu anladığında, bunu kendi çıkarları doğrultusunda farklı şekillerde istismar etmeye çalışacağı öngörülebilir.
c. Hindistan yönetiminin Ukrayna Savaşının yol açtığı koşullardan genel olarak rahatsız olduğu söylenebilir: Hindistan’ın çıkarları gereği çok kutuplu bir dünya düzenini önceleyen bir ülke olarak, Ukrayna Savaşı sürecinde ABD liderliğindeki çekirdek üçlü ittifak tarafından küresel mücadelede tarafını seçmesi konusunda ağır baskılara maruz bırakıldığını görmek ve anlamak zor değildir. Yabancı medyada yer alan haberlere göre bunun son örneği, İsrail'de Hayfa Liman İşletmesi ihalesini kazanan Hindistan’ın dev Liman İşletmecisi Şirketi( Adoni Grup) aleyhinde ABD sermaye piyasasında yapılan büyük bir operasyondur. Büyüklük bakımından küresel çapta ilk sıralarda yer alan Adoni Grup’un yolsuzluk yaptığı iddiası ortaya atılarak şirketin piyasa değerinin 100 milyar dolar civarında küçülmesine neden olunmuş ve Hindistan’daki yansımaları ile Narende Modi iktidarı içeride yıpratılmıştır. ABD'nin arzu ettiği liberal model doğrultusunda reformlar yapmaya zorlanan Modi iktidarı buna uzun süredir direnmektedir. Fakat direndikçe aleyhinde yürütülen propaganda kampanyası ile yıpratılmaya çalışıldığı dikkati çekmektedir. Açıkçası Hindistan kalesinin kapıları Batı tarafından tekrar zorlanırken, Modi iktidarı kapıları kapalı tutmaya çalışmaktadır. Savaş öncesinde Rusya Hindistan'ın çok önemli silah tedarikçisi idi ve Hindistan Rusya'dan S-400 Savunma sistemleri tedarik etmişti. Yine Hindistan İsrail'in en çok savunma sanayi ürünü sattığı ülkedir. İki ülke arasında uzun süredir çok yönlü stratejik işbirliği söz konusudur. Buna rağmen bölgedeki dengeleri önemli ölçüde değiştirebilecek ve ekonomik çıkarlarına zarar verebilecek sonuçlar doğurması muhtemel gelişmeleri önleyici siyasi çaba içerisinde olması beklenir. Çünkü Hindistan, Pakistan ile arasındaki kemikleşmiş meselelerden dolayı İran ile yakın durmayı ve bir denge kurmayı gerekli görmektedir. İran'a yönelik muhtemel bir harekâtı hiç arzu etmeyecek olsa da önleyici çabalarının da bir sınırının olacağı çok açıktır. Tüm bunlar durumun Hindistan açısından oldukça karmaşık olduğuna ve fazla bir manevra alanının olmadığına işaret etmektedir.
ç. AB ülkelerinin, Arap ülkelerinin ve Türk dünyasının İran yönetiminin izlediği iç ve dış siyaseti nedeniyle; İran’ın bir nükleer güç haline gelmesini hiç arzu etmediği çok açıktır, bununla birlikte kendisinin bir nükleer güç olduğu az çok bilinen İsrail için bu meselenin ne kadar kullanışlı olduğunun da herkes farkındadır. Öyle ki, İsrail'in izlediği siyasetteki samimiyetinden ve gerçek niyetinin ne olduğundan doğal olarak herkes kuşku duymaktadır. İran'a yönelik muhtemel bir harekâtın sonuçları AB ülkelerini, Körfez ülkelerini ve Türkiye'yi birçok yönüyle oldukça olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle özellikle bölge ülkeleri, sorunun barışçıl yöntemlerle çözümlenmesini ve İsrail’in nükleer silahlardan arındırılması dâhil bölge ülkelerinin nükleer güç olmaktan uzak durması konusunda bir anlaşmaya varılmasını önceleyecekleri açıktır. Kendisinin nükleer silahlara sahip olduğu konusunda on yıllardır “belirsizlik" tutumunu sürdüren İsrail’in bu konudaki samimiyeti de test edilmiş olacaktır.
d. ABD ve Birleşik Krallık için İran, uzun yıllardır Türkiye'yi ve Rusya'yı bölgede dengeleyen ve İslam dünyasını bölen bir güç olarak değerlendirilmekteydi ve ekonomik yaptırımlarla gücü ve etkisi kontrol altında tutulmaktaydı. Ancak, ABD, Birleşik Krallık ve İsrail hükümetlerinin İran yönetimi ve nükleer programı hakkında önemli bir karar verme sürecinde olduklarını ortaya koyan işaretlerin son günlerde arttığı görülmektedir. Bu üç ülke arasında gerçekleştirilen sivil ve askeri üst düzey temaslarda, konferans ve toplantılarda, müşterek yapılan tatbikatlarda gözle görülür bir artış söz konusudur. Benzer durum ABD ve İsrail yetkililerinin bölge ülkeleri ve AB ülkeleri ile yaptığı temasların ve toplantıların artışında da görülmektedir. Son günlerdeki temasların ve toplantıların çok kısa süre önce planlamayı müteakip gerçekleştiriliyor olması dikkat çekicidir. Bu üç ülke açısından yeni bir durum değerlendirmesi yapılmasını gerektiren kritik gelişmeler aşağıda sıralanmıştır:
(1). Ukrayna'da bir yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın bölgeyi ve dünyayı şekillendirici etkisi bağlamında; Rusya, İran ve Çin'in gittikçe artan yakınlaşması: İran tarafından tedarik edilen İHA, SİHA ve Kamikaze Dron sistemlerinin Rus ordusu tarafından Ukrayna'daki saldırılarda kullanılması, İran’ın bu tür insansız hava araçlarının üretileceği bir fabrikanın Rusya'da kurulacağına dair haberlerin olması ve İran'ın Rusya'dan S-400 Hava ve Füze Savunma Sistemleri ile SU- 35 Savaş uçakları tedarik edebileceğine dair iddialar,
(2). Suriye'de Rusya'dan boşalmakta olan alanlarda İran'ın varlığını artırma çabaları,
(3). Çin- İran arasında 25 yıllık sürede 400 milyar dolarlık yatırım anlaşması,
(4). İran'ın nükleer güce erişme süresinin oldukça kısaldığı iddiaları ile birlikte yıllardır İran ile yapılan müzakerelerin sonuçsuz kalması ve İranlı bir komutanın uzun menzilli bir balistik füze geliştirdiklerini açıklaması,
(5). İsrail’de bir devlet krizine dönüşen Yahudi toplumsal çatışmasının yarattığı durum,
(6). Türkiye'de meydana gelen çok büyük deprem felaketinin yol açtığı büyük yıkım,
(7). İran'ın kendi içindeki yüksek siyasi gerilim, gittikçe kötüleşen ekonomik sorunları ve komşu ülkelerle yaşamakta olduğu gerilim,
(8). İran ile komşu olan Körfez ülkelerinin güvenlik kaygılarının artmış olması, ABD yönetimine duydukları güvensizlik ve Çin ile yakınlaşma ve işbirliğine istekli olmaları.
4. Üç ülke (ABD, Birleşik Krallık ve İsrail) yönetimlerinin birlikte ve/veya ayrı ayrı yaptıkları düşünülen Durum Değerlendirmesinde sorulan muhtemel kritik sorular ve düşünceler neler olabilir?
a. Meşruiyet konusu nasıl çözülecektir? - Muhtemelen İsrail'in açıkça tehdit edilmesi üzerinden ve terörü destekleyen teokratik bir yönetim olduğu iddiası ile bir meşruiyet oluşturmayı dayatma çabasının sergilenebileceği öngörülmelidir.
b. Muhtemel bir müdahalenin üreteceği etki bölgeyi nasıl şekillendirebilir ve arzu edilen durum nedir? – Akamete uğratılmış olan, emperyalistlerin ortak çıkarlarına hizmet eden Büyük Ortadoğu Projesinin en önemli hedefinin gerçekleşmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını temin edecek, bölgedeki dengeleri tamamen değiştirecek, Türkiye'yi zayıflatacak ve bölgede İsrail'in güvenlik çıkarlarını geliştirecek bir süreci başlatacak durumun yaratılması olduğu öngörülebilir.
c. Küresel Güç Mücadelesindeki Büyük Stratejiye etkileri ve/veya katkısı ne olabilir(Avrupa cephesini, Doğu Akdeniz Bölgesini, Güney Kafkasya- Küresel Balkanlar bölgesini ve Asya-Pasifik bölgesindeki mücadeleyi nasıl etkileyebilir)? -Rusya'nın destek almasını engelleyecek, Çin'in çevrelenmesine katkı sağlayacak ve bu iki büyük gücün bölgedeki etkisini zayıflatacak; fakat ABD ve Birleşik Krallık başta olmak üzere Batı’nın gücünü ve etkisini hem bölgede hem dünyada arttıracak bir etki yaratmasının arzu edileceğini öngörmek zor değildir.
ç. Muhtemel bir müdahale ile ülkede oluşması arzu edilen Nihai Durumun tanımlanması, Siyasi ve Askeri Hedefleri ve Tahditleri neler olmalıdır? - ( boş bırakılmıştır).
d. Müdahalenin Başarı Kriterleri neler olmalıdır? – Ülkede ABD yanlısı bir rejim değişikliğinin sağlanması, bir nükleer silaha sahip olma imkânından orta veya uzun vadeli mahrum bırakacak şekilde mevcut nükleer tesislerin tahrip edilmesi, gelişmiş füze, roket, İHA, SİHA ve Dron üretim tesislerinin ve mevcut stoklarının tahrip edilmesi gibi kriterlerin olabileceği; yabancı kaynaklarda konu ile ilgili yer alan haber ve yorumların özünden anlaşılmaktadır.
e. Riskler ve belirsizlikler nelerdir? – Uzun yıllardır krizdeki küresel ekonomiyi nasıl etkileyebileceği, planlanandan daha uzun sürmesi halinde ABD ve AB kamuoyunda oluşması muhtemel olumsuz etkisi ve nükleer silahlarında kullanılabileceği bir dünya savaşına yol açıp açmayacağı.
f. Muhtemel bir müdahale için gerekli olan güç nedir ve neleri kapsayacaktır? En uygun koşullar ve zamanlama nedir? Ne kadar sürecektir? - Bu sorunun cevabı müdahalenin asıl gayesi ve buna uygun belirlenecek başarı kriterleri ile doğrudan ilgilidir. Gayenin nükleer güce erişimin bir kaç yıla kadar engellenmesi olması halinde gerekli olan güç ile gayenin uzun vadeli engellenmesi ve hatta bir rejim değişikliği sağlanması olması halinde gerekli olan müdahale gücü, kapsamı ve süresi farklı olacaktır. “Ne zaman?” sorusunun cevabını etkileyen birçok faktör vardır. Müdahalenin gerekli ve mümkün olduğu sonucuna varılması halinde, en belirleyici zaman faktörü, aciliyeti ile ilgili olarak kaynağından alınacak veya alınmış olan nükleer programın ilerleyişine dair istihbarat bilgisidir. İkinci önemli faktörün ise açık kaynaklarda uzun süredir yer alan uzman kişilerin yaptığı yorumlara ve yetkili kişilerin beyanlarına göre asıl müdahale gücü olarak; İsrail’in havadan saldırı ve savunma gücünün hazırlığına bağlı olduğu açıktır. Muhtemel bir müdahalenin ABD’nin sağlayacağı siyasi ve askeri destek ile sadece İsrail ordusu tarafından mı yapılacağı veya gereklilik halinde bir koalisyon gücü tarafından mı gerçekleştirileceğini belirleyici faktörlerden en önemlileri ise; Avrupa cephesindeki ve Asya-Pasifik bölgesindeki durumun gerekleri, bir dünya savaşına dönüşmesi riskinden kaçınma düşüncesi, arzu edilen etkinin şiddeti ve bu etkinin ne kadar sürede oluşturulmak istendiğidir. Fakat neredeyse kesin olan bir şey var ise o da şudur: ABD'nin onayı ve desteği olmadan büyük çaplı askeri bir müdahalenin olamayacağıdır. Diğer önemli bir husus, büyük çaplı veya kısa sürecek yoğun bir müdahalenin ABD ve İsrail açısından kabul edilemez büyüklükte riskler içerdiği sonucuna varılması halinde; harekâtın ABD'nin onayıyla “rakibi bin kesik yarasıyla öldürmek" stratejisi doğrultusunda, nispeten zamana yayılmış darbeler vurmak şeklinde yine İsrail tarafından yapılabileceğidir.
Sonuç: Bölgemizdeki, çevremizdeki, Avrasya Satranç Tahtasındaki ve genel olarak dünyadaki tehditlerin ve risklerin giderek arttığı, bölgesel gerilim ve çatışmaların insanlığın devamını tehdit edebilecek genel bir dünya savaşına dönüşme potansiyeli taşıdığı bir dönemde yaşıyoruz. Ülkeler için BEKA mücadelesi refahın geliştirilmesi mücadelesinin önüne geçmiştir. Sahip olduğu milli güç unsurlarıyla güçlü, dayanıklı, caydırıcı ve mevcut kaynaklarıyla kendi kendine yeterli olabilen ülkeler gittikçe daha tehlikeli bir durum almakta olan bu kaotik dönemi göreceli daha az hasarla atlatabilecektir. Beka mücadelesi ancak, bir bayrak altında milli birlik ve beraberlik halinde her türlü tehdidi göğüslemekle başarıya ulaşacaktır. Çevremizde ve dünyada olan ve olması beklenen gelişmelere duyarlı olmak, öngörmek, riskleri azaltmak ve hazırlanmak gerekir. Artık yeterince tecrübe sahibiyiz, bölgemizde olan her şeyin doğrudan ülkemizin içini ve her birimizin hayatını nasıl etkilediğini çok yakıcı bir biçimde yaşadık ve halen yaşıyoruz. Milli kaynaklarımızın korunması, büyütülmesi ve akılcı kullanımı artık her zamankinden daha önemlidir. Ülkemizin bir bütün olarak önümüzdeki daha tehlikeli süreçler için şimdiden hazırlanması gerekli ve öncelikli değil midir? Acaba hepimiz bunun farkında mıyız?