Giriş
Eğitim yapılandırmacı bir süreçtir. Amaç ve hedefler içermektedir. Eğitim A noktasından B,C,D… noktalarına yolculuğu ifade eder. Kısacası kurgusu vardır: bu bağlamda önceden planlanmış içerikler hazırlanmış programlar sunulur. Bu sunumu eğitim kurumları, öğretmenler ve diğer bileşenlerce çoğu da görünmez bir el olarak devrede olup gerçekleştirirler. (medya, dini yapılar, STK’lar, tiyatro sinema vs.) kısaca yapay ve doğal çevredir.
Biz burada eğitim sistemlerinin en önemli parçası olan eğitim kurumlarını ele alacağız.
Okullar: Anaokulu, ilkokul, ortaokul temel eğitim, lise ve üniversite eğitimi basamakları olup çoğunluğu eğitim bakanlıklarının denetiminde olan bu kurumlar resmi onay almış içerikler bağlamına uygun müfredatı takip ederler. Bunun dışına çıkamazlar. Tekleştirme, aynı tip insan üretme, fabrikasyon bir yapılandırmayı adeta ifade etmektedir. Cumhuriyet Türkiye’sinin Tevhid-i Tedrisat düzenlemesi eğitimi tek tipleştirme amacı içermektedir. Güçlü kontrolün sağlanmasını ve benzer insanı hedeflemektedir.
Gelişmemiş toplumlarda eğitim, bireysel grupsal tecrübelerin herhangi bir sisteme tabi olmaksızın aktarımın ifade ettiği söylenebilir. Savaşçılık doğa ile mücadele, tarım avcılık temel ihtiyaçları gideren eşyaların yapımı vs. (yaşanarak deneyimlenmiş tecrübi bilgi)
Toplumlar zamanla eğitimi istendik insanı yetiştirerek toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak insanı ve zümreleri var edecek bir çabanın içine girmişlerdir. Bunu için de içerik belirlenimi yapılmış, eğitim faaliyetleri kurgulanmış ve kurumsallaştırılmıştır.
Eğitimin sivil ve resmi boyutundan söz edebiliriz. Otorite tarafından kurumsallaştırılmış eğitim kurumları, bağlamından kaynaklı olarak siyasal sistemin ihtiyaçları önceliklenerek yapılandırılmıştır. Bu yapılandırma içerik bağlamında olduğu gibi kimlerin ve ne kadar insanın eğitim alması gerektiği sorularını da içerebilmektedir.
Eğitim sitemleri, devletin ve patronun(…) aradığı insanı temin etmek için öncelikle yapılandırılmıştır. Yani insanın eğitimi bir erdem girişimi olarak kurgulamamıştır. Tam da bu noktada sorulması gereken çok soru var. Hizmet edilen odak veya düşünce, sistem yanlışsa? Eğitim yoluyla özümüzden kayıplarımız varsa? Eğitim sorun çözme becerilerimizi arttırmak yerine sorunlarımızı çoğaltıyorsa? Bizi köle ruhlu yapıyorsa?
İnsanın yaradılışına aykırılıklar içeriyorsa eğitim yoluyla geniş kitleler uyuşturuluyor ve tek tipleştirilerek insanın iradesi baskılanıyorsa? Korku üreterek içe kapanık itaatkar teslimiyetçi bir profil üretiyorsa vs… O halde eğitimi nasıl değerlendireceğiz?
Modern Eğitim Nedir? İçi Nasıl Doldurulmaya Çalışılıyor?
Modernlik, kısaca ana ve zamanın ruhuna uygun pozisyon almak olarak görülebilir. Dinamik ve değişken niteliğe sahip modernlik, geleneksel ve muhafazakar çizginin dışına çıkan boyutuyla bir bakıma köksüzlüğü öne sürmüştür. Modern eğitim pozitivist bir yaklaşım içerir. İçkindir… Aşkın boyut bir ölçüde reddedilir. Bilginin kaynağını pozitivist bir çerçeveye oturtur. Bilimselliği duyusal, deneylenebilir, ölçülebilir, test edilebilir çerçeveye oturtmaya çalışır. Bilim, pratik aklın ulaşabilirliğine bağlanmıştır.
Modern eğitimin zamanın ruhuna uygun yapılandırılacağı varsayımı bir sorun teşkil etmemektedir. Ancak pozitivist, realist yaklaşım modern eğitimin temelini yapılandırırken aklı tekilleştirmiştir. Maddenin ezeliliğini ve ebediliği kabul ederek Kartezyen bir anlayışla bilimsel bilginin anayasasını oluşturmuş ve her şeyi insan aklı ve idraki ile sınırlandırmıştır.
Rönesans ve reformu hareketi sömürücü yapılar ve anlayışlara karşı protestan anlayışı geliştirip Calvenist düşünceyi beslerken ilk savaşımını kilisenin otoritesine ve tanrısına karşı vermiştir. Önce onu kiliseye hapsetmiş sonra da F. Nietzsche ve Voltaire gibi Avrupalı düşünce adamlarının deyimi ile tanrı öldürülmüştür. Tanrı gökseldir insan yeryüzündedir. Marksist düşüncede tanrı varsayımsal olarak değerlendirilmektedir.
Bu ve benzeri yaklaşımlar tanrıyı (dini) dışlayarak akla mutlak egemen bir alan açmışlardır. Özellikle Rönesans ve reform hareketleri bağlamında gelişen yaklaşımlar bilginin ediniminde ve kaynağı olarak aklı konumlandırarak durağan ve dogma olarak görülen dini yaklaşımlara karşı dinamik bir ortam oluşturmuşlardır.
Din merkezli oluşturulmuş sömürücü anlayışlar, kurumlar geriletilmiş; bireye ve bireyselliğe alan açılmıştır. Dine karşı verilen mücadelede gelenek de fazlasıyla payını almıştır (Geleneğin icadı ve inşasında din önemli bir etkendir). Geleceğin inşasında kültürün ayrılmazı olan din ve gelenek, modernliğe aykırılık olarak değerlendirilmiş, bunun sonunda da bir köksüzlük oluşmuştur. Çünkü din, toplumların geçmişinin bir parçasından daha çok anlam ifade etmektedir.. Geçmişin ruhunu yok saymakla anın ruhu var edilmek istenmiştir.
Süreç yeni bir tekelciliği doğurmuştur. Üretilen kavramlar ve yaklaşımlar, Kartezyen (akıl ile elde edilen kesin bilgi) anlayışla mutlak doğru gerçek bilgi olarak görüldüğünden karşı düşünceler ve yaklaşımlar dışlanmış, kötülenmiş ve şeytanlaştırılmıştır. Bu da aslında dogmatik bir anlayışı ifade etmektedir. Aklın araçsal niteliğinin göz ardı edilerek bireyin yaşam evrenine hakimiyeti, bireyi nesneleştirirken kendisine de yabancılaştırmıştır.
Varlığı maddi bir öze indirgeyen materyalist felsefe insanı tamamen maddi bir temele oturtmuştur. (Descarts, locke, La Mettrie, Demokritos, T. Hobs…) bütünü, evreni mekanik bir zemine oturturken bitkiyi, hayvanları ve insanları kısaca her şeyi madde ile yani maddi yönüyle ele almış ve öyle kabul etmişlerdir. Düşünceyi sevgiyi nefreti kısaca his dünyasını bu maddi varlığın işleyişinin bir sonucuna bağlamışlardır.
İnsanın bütün kazanımlarını fizyolojiye bağlayan pozitivist düşünce mekanikleştirdiği insanın his dünyasını göz ardı etmiştir. İnsanın ne olduğu sorusuna cevap vererek işe koyulan pozitivist yaklaşım bilginin edinimini ve kaynağını fizyolojik ve biyolojik maddi bir temele yani bedenin kendi yapısal eyleminin sonucunda var olan akla dayandırarak aklın mutlak belirleyici olduğunu kabul etmiştir. Böylece aklı ve insanı biricikleştiren materyalist yaklaşım, aklı mutlak güç olarak tasdiki ile aklı aynı zamanda ilahlaştırmıştır.
İnsanın doğada ve evrende biricikliği üzerine kurulan yapı, özne ve nesne ikiliğini doğururken evren tasarımını ve varoluş düzlemini değiştirmiş; insan ve diğer her şey, ötekiler dünyası kurulmuştur. Tabi buna bağlı olarak tabiatı ve diğer canlı türlerini insan, kendine göre konumlandırmıştır. Zarar ve yarar tanımlamasıyla doğa üzerinde egosantrik bir davranış ortaya koymuştur. Diğerleri ile ortaklaşarak yaşayabilme seçeneğini bu mekanik insan türü gündemine almayı kendi çıkarları bakımından kabul etmemiştir.
Descarts, Bacon, Galileo, Newton gibi düşünürler insanın varoluşunu amacı ve anlamını bilen özne üzerine konumlandırarak pozitivist pratik olarak egemen ve belirleyici varlık olarak tek söz hakkını akıl ile inşa edilmiş bilince dayayınca değer ve anlam maddi bir hatta karşılık bulmuştur. Metafizik yaklaşım ve tasarımlar, soyut alan dediğimiz duygular bu düzlemde karşılık bulamadı.
Bacon’un «bilmek yapabilmektir». İfadesi ve Descartes’ın «düşünüyorum öyleyse varım» çıkarımı insanı kesin olarak doğanın ve evrenin efendisi olarak konumlandırmakta. Her iki ifadenin ortak yolu aklıdan geçmektedir. Aklın sarsılmaz ve mutlak iktidarını inşa eden batı medeniyetinin Rönesans ve reform girişimleri Kartezyen pozitivist, hümanist, realist inşaaların sonucu olarak temerküz etmiştir. Bu hattın totalde ürettiği medeniyetin ürünü olan insan, materyalist bir bedenlenme yaşamıştır.
Batı bunun uzamında eğitim sistemini, iktisadi yapısını ve siyasi şekillenmesini gerçekleştirmiştir. Pozitivist bir eğitim, liberal ve kapitalist ekonomi modeli, demokrasi ve türevleri sayılabilecek siyasi sistemler. Bu sistemlerin en belirleyici ortak noktası dinsel ve dünyevi alan tanımlarıyla bir ayrışmaya gitmesidir. Bu ayrışma hayatın her alanına yansıtılmıştır. (hukuk, iş hayatı, aile, eğitim vs.)
Batı mimarisi ve sanatındaki en önemli yapılara bakıldığında (barok mimaride resim ve heykel sanat eserlerinde) insanın ölümsüzlük arayışı, bedenin yüceltilmesi, zenginliğin, gösterişin yani güç gösterisinin ön plana çıktığını ve bütün bunların önemli bir kısmının insana adandığı görülmektedir.
Asya toplumlarının geleneksel kültüründe ise en büyük yapıların tanrıya adanmışlık üzerinde vücut bulduğu görülmektedir. Mistisizm insan için farklılaşma ve üstünlük gösteriminde bir yol olarak kendini göstermektedir. Boyun eğerek hiçlik alanından kendi bedeninden soyutlanarak yücelme arayışı vardır. Buradaki teslimiyetçi yaklaşım aklın fonksiyonlarını gerektiği gibi önemsememiş ve işe koşmamış olduğundan bu haliyle insanı insan yapan özelliğini ıskaladığı gibi sömürücü kurumları inşa eden bir düzeni var etmiştir. Birey odaklılık söz konusu değildir. Adanmışlık ve boyun eğme itaat kültürü bütün ağırlığı ile bireyin üstüne çöktüğünden bireyin şahsiyeti arka planda kalmıştır.
Batı medeniyetinin temelini oluşturan Helenistik kültür ve Yunan mitolojisinde öne çıkan unsur olan tanrılar düzeni (farklı güçleri temsil eden) yarı tanrı insanlar ve tanrıların düzenine başkaldıran veya zaman zaman çatışan varlıkları öne çıkarmıştır. Bu yapıda güç edinmek, elde tutmak, üstünlüğün devamını sağlamaya yönelik mücadele ön plana çıkmaktadır. Yani Materyalist bir damar ön plana çıkmaktadır. Oradaki metafizik atıflar bile maddi karşılıklandırmayla anlam kazanmaktadır.
Birey odaklı eğitim sistemi ve demokrasi anlayışı, yapılanmasını hümanizim, temel insan hak ve özgürlükleri, laisizm, liberalizm, güçlü birey, hukuk devleti, çoğulculuk, farklılıklara saygı gibi kavramların altı, pozitivist anlayışla doldurulmuş ve hayatın her alanına sürülmesiyle ete kemiğe bürünmüştür. Günümüzde cinsiyet eşitliği ve cinsel eğilimlere saygı LGBT ve bu bağlamda oluşturulan hukuki metinler, bireysel tercihlere mutlak saygı bağlamında özgürlükler ve tercihlerin sorgulanamamasından kaynaklanmaktadır.
Eğitim müfredatlarında bilimsel bir bulgu ve bilgi olarak sunulan evrim teorisi aslında Darvinci düşüncenin materyalist izdüşümünden başka bir şey değildir. Zira varlığın yaratıcısı ve bilginin kaynağı olarak Allah’ı gören doğu felsefesi ve dini inanca karşı olan bu düşünce ile tanrının alanına tecavüz edilmiş ve tanrının sıfatları sorgulanarak yerleşik tanrı anlayışı öldürülmeye çalışılmıştır. Bilim dünyasından dışlanan tanrı ve tanrı otoritesini kabul etmeyen mutlak akıl ile evrim geçiren canlı teorisi, yaratıcının evvelliğini ve mutlak gücünü tartışmış olmaktadır. Kendi kendini var eden bir düzenin tanrı ile işi olmaz haliyle. Yine bu anlayışın devamında beyaz ırkın üstünlüğü fikri, üstün ırk olma ve bu bağlamda diğerlerine efendilik üstünlük sağlama anlayışı batı merkezliliği savunmuştur.
Batı medeniyetinin materyalist karakteri öyle bir hal almıştır ki bütün evreni ve içindeki varlıkları mekanik somutlaştırılmış ölçülebilen yapılandırılmış tasarımlar ışığında tanımlayarak kesin bilgi olarak takdim ederken aklın sınırları dışına çıkanı ret etme eğilimine girmiştir. Öyle ki insan davranışları üzerine çalışan piskanalistler ve diğer bilim adamları canlı davranışlarını, insan davranışlarını materyalist bir zemine oturtmaya çalışmışlardır. S. Freud, Erik From vb. bilim adamları insan davranışlarını açıklarken ve sebepler bağlamını oluştururken sürekli bireyin bilinçaltına yaptıkları vurguyu somut yaşantılar ve etkileşimler bağlamında izaha çalışmışlardır. Oedipus karmaşası bağlamında cinsel yönelimi gerekçelendirirken tek bir hat üzerinde ilerlemiştir. Burada asıl vurgu bireyin deneyimlediği yaşantısının pratik sonuçları bağlamında sadece birey psikolojisini ve davranışlarını anlamlandırma ve izah aslında materyalist bir içerik sunumudur. Gerçekte yaşanan bir olay her bireyde aynı sonucu doğurmakta mıdır? Düşünmek lazım…
Sonraki yaklaşımda cinselliğin mahremiyeti ve yönelimin kabul edilip edilmeyeceği değerler bağlamından koparılmış ve fizyolojik bir ihtiyaç bağlımda ele alınmıştır. Oysa açlığı gidermek dahi fizyolojik bir ihtiyaç giderimiyken toplumsal yaşamın şekillendirdiği bir alan olarak adap ahlak kurallar bağlamında şekillenen bir eylem biçimini de ifade ettiği muhakkaktır.
Doğanın, eşyanın, bütün varlığın, sosyal hayatın materyalist bir zemine oturtulmasıyla birey, makinalaştırıldığı gibi hedonist bir kişiliğe büründürülmüştür. Bütün bunlarla iddia edilen veya gerçekleştirilmek istenen güçlü bireyi var etmektir. Bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi aslında bir aldatmacadan öteye gitmemiştir. Birey sınırsızlığa doğru yol alırken bireyselleşmiştir. Ve bu bireyselliğinde toplumsal yaşamın dayanışmacı ve duygu boyutunu kaybederek yalnızlaşmaya, mekanikleşmeye başlamıştır. Tam da burada güçlü balık zayıf balığı yutmaya başlamıştır. Sermaye tekelleşmiş dünyada güçlülerin daha güçlendiği bir ortam gelişmeye başlamıştır. Bireyselleşerek kendi yalnızlığına mahkum bir hayat süren insan tüketici bir varlık olarak konumlandırılarak elde ettiği maddi imkanlar ölçüsünde insan olma alanında değerlendirilmiştir. Büyük ve geniş kitlelerin görülmediği dikkate alınmadığı bir dünya bu sistemin ürünü olarak ortay çıkmıştır.
Pozitivist yaklaşımla madde üzerinde hakimiyet kuran Batı medeniyeti, büyük bir güç elde edince ve bunun sonucunda diğer dünya toplumları topyekûn adeta batıya boyun eğince «efendinin» yolunda gitmek adına onun değerleri ve takip ettiği yolu çıkış olarak gördüğünden öykünen toplumlar dünyada zuhur etmiştir. Efendinin öykünmesi sonucu fiziki işgallerin yanı sıra kültürel işgallerin en yaygın şekli yaklaşık 200 yıldır bütün şiddeti ile devam etmektedir. Ticari bir meta olarak değer bulan kültürel değerler popüler kültürün parçası olarak yozlaşmayı ve bütün dünyada aynı tip erozyonu doğurmuştur.
Batı medeniyetinin sunduğu bu yaklaşım - aklın tek referans alındığı – dünyada tek tipleşmeyi doğurmaya başladığı gibi sorunları da benzer hala getirmiştir. Bireyi maddi bir varlık olarak konumlandırmak onun manevi boyutunu görmemek duygu dünyasını dahi maddeci bir anlayışla anlamlandırmaya çalışmak yeni bir ahlak anlayışını din yaklaşımını ve beraberinde kavramlarını doğurmuştur. Maddi boyutunu akılla her manada güçlendiren insan, manevi alanı yok sayıp öldürdükçe kendi öz varlığına yabancılaşması kaçınılmaz olmuştur. (Navaro ve Kant önerilir)
İnsan, tüm yaşamını aklın araçsal kullanımı üzerine kuran bir varlık haline gelince aklın ahlak alanında kullanımı, aklın duygusal yaşam alanlarında iş göremez hale gelmesiyle insani erdem kaybolmuş ve tahayyülleri maddi alanla sınırlı kalmıştır. Sözün gücü, edebiyatın ruhu kaybolmuş yani insan ruhunu kaybetmiştir. Mutlak aklın belirleyiciliği İnsan bütünsel varoluşunu kaybetmesine yol açtığı gibi kendisine de yabancılaştırmıştır. Çünkü bu noktada akıl insanın varoluşundaki derin düşünme- anlam kavrama görevini yerine getiremez. Nesnel içerikle her türlü ilişkiden ve içeriği yargılama gücünden yoksun kalarak ne sorusu yerine nasıl sorusuyla uğraşan olguları kaybeden cansız bir varlığa dönüşür( Navaro, 2017,182). Robotlarla ilgili tartışmaları hatırlayalım… Zeki robotlar insanın yerini alması… yapay zeka… öğrenebilen duygusal robotlar vs.
Araçsal akıl dünyasında bilmenin mutlak yolu pozitivizm ve pragmatizmdir. Pozitivizm, aklı cansız-mekanik ve maddi bir nedene bağlayarak arayışa iter. Aklın eriştiklerini çerçevelediklerini kesin bilgi olarak konumlandırır. Pozitivist insan, salt ölçmeye dayanan ve ölçmeden başka hiçbir şeye dayanmayan deney ve gözlemi yaşamı tek biçimi- bilmenin tek ölçütü olarak kabul eder. Pragmatizm aklın işe koşulmasında ana fikir olarak düşünceyi faydacı bir analizle değerlendirdiğinden insan bağlamında akıl tek gözlü bir varlık olarak ortaya çıkmıştır. Bu da üç boyutlu görmeyi engellemektedir çünkü tek gözlüdür.
Üç boyutlu hatta irfan, hikmet gözüyle bakamayan insan, insani anlamda bir ilişki kurmaya gereksinim duymaz. Aklın plancılığı çerçevesinde hayatı formlara oturtan çağın insanı, amaç bitince geriye dönüp bakmaz. Sürekli önüne baktığından medeniyet inşası materyalist bakışla tek boyutlu, ele geçirme, güç devşirme, boyun eğdirme, güçte tekelleşmeyi, firavunlaşmayı ve tanrılaşmayı amaçlar. Bu insanı öldüren ve ruhunu çalan bir süreci ifade eder.
Bütün bu anlatım batı eğitim sisteminin temel dayanağı ve yapılandırılmasında materyalist zihniyetin yer aldığını göstermektedir. Materyalist zihniyet kendisini pozitivist yaklaşımla var etmiştir. Aslında insan doğası gereği materyalist eğilimleri sergileme potansiyeline sahiptir... İnsan gayba teslim olur ama somuta ise dokunur ve hazlarını gerçekleştirir…
Batı Eğitimi: pozitivist bir yönelimle oluşturduğu eğitim içeriklerini sunarak bireyi güçlü kılmayı tekelci dini kurumların etkisini kırmayı ve hatta yok etmeyi, tek boyutlu insanı evrenin merkezine oturtmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda Oluşturduğu siyasal sistem olarak demokrasi bireysel özgürlükleri öncelikleyerek gücü, gruptan alıp bireye aktarma iddiasında olmuştur. Kapitalist sistem «Bireyler, piyasada buluşacak, çatışacak ve çıkarını kollayacak böylece piyasanın ve bireyin optimum beklentileri ortak bir noktada denge bularak optimum denge ve çıkar sağlanmış olacaktır» tezi ile hareket etmektedir. Bu anlayışı ele geçirme odaklıdır. Bu insan tipi egoist ve egosantrik olarak dünyayı okuduğundan ve şahsi menfaatini önceliklediğinden toplumsal yararın birey temelli birikmsel sonuca dayandığını da varsaydığından kolektif yaşamın kuralları sürekli erozyona uğramıştır. Materyalist batı bu insan tipi ile bütün dünyayı hatta evreni ele geçirip sömürmeyi bir hak olarak görmeye başlamıştır.
Batının pozitivist materyalist eğitim sistemi, insan doğasının bozguncu tarafını silahlaştırdı. Bencillik ya da yolsuzluk (her manada usulsüzlük) hatta basitlik içinde kompleks bilinci ıskalayarak basitliği dışa vurmuştur. Kısmi süreli güç üzerinden, kendi bedeni üzerinden (yaşlanmanın önüne geçmek için estetiğe başvurmak, vücudu güzel gösterme gayreti gösterişe önem verme) tanımlama ve gerçekleştirme eğilimi bunun dışında insanın sahip olduğu maddi kazanımlar üzerinden kendini tanıtması ve onların gölgesini kendi gölgesi olarak göstermesi insan ontolojisinin körleşmesi ile ilgili olduğu ileri sürülebilir.
Ahlaksız akıl ile üretilen teknolojinin insanları esir alması ve insanların hayatlarının üretilen teknolojinin içine hapsedilmesi ve sınırlandırılması yeni yaşam pratiklerini pozitivist forma uyduran insan, yitirdiklerinin psikolojik boşluğunu daha fazla maddi kazanımlarla telafi etmeye yöneltmekte ve o da insanı tüketmektedir. İnsanın kavrama gücünü sınırları içine çeken akılcı pozitivist yaklaşım, insan bilincini fakirleştirdiğinden sofistike yapısını tekdüzeleştirerek sınırlarını akıl ile belirlediği dünyada kaçınılmaz olarak ilişkide olduğu gerçeklikle bağını kopardı (Ölüm, kök yapıya olan bağımlılık, duygu dünyası vs.).
Pozitivist materyalist anlayışın ürettiği iki önemli sosyal ve ekonomik teori (kapitalist liberal anlayış ve Marksist sosyalist teori) insanın madde ile ilişkisinin nasıl olacağına cevap aramıştır. Liberal anlayıştaki kapitalist, sınırsızlığı savunurken daha çok kazanmanın güçlenmenin reçetesini sunarken toplumsal yaşama atfı üretilen katma değerlerin tüm topluma şöyle ya da böyle yansıyacağı ön kabulüne dayanmaktadır. Liberal anlayışta güçlendirilmiş bireyin rekabetçi kişiliği, egosantrik yaklaşımı ile temin edilen bireysel yararın kümülatif olarak toplumsal gelişmişliğe ve refaha dönüşeceğini öngörmüştür. Süreç tamda böyle işlemeyince küçük bir kaçamak yaparak sosyal devlet ve sosyal politikalar bağlamında dezavantajlı kesim korunmaya çalışılmıştır.
Marksist teori ise iktisadın bölüşüm kısmına ilişkin bir fark ortaya koymuştur yoksa o da kapitalist sistem gibi materyalist bir çizgidedir. Bugünkü uluslararası ilişkilerde çıkar sihirli bir kelime olarak devrededir. Ve iki sistemde de sonuçlara bakıldığında insan insanın kurdu olmuştur. Batı eğitiminin pozitivist karakteri bütün ilişkileri ve üretimleri kültürel içerikleri maddi bir temele oturtma çabasının neticesi olarak inşa ettiği insan mutlu mudur? Huzur bulmuş mudur? Ne kadar insandır? Kontrol edilebilirliği mümkün müdür? Barışı sağlama potansiyeli var mıdır? Güçlü dayanışmacı bir toplum inşası bu birey tipi ile inşa etmek mümkün müdür? Dayanışmayı kurumsallaştırmak Zayıfı korumak bakımından bir çıkar yol mudur? Tanrıyı her alanda sürgüne gönderen ve aklını onun yerine ikame etmeye çalışan birey güçlümdür? Zayıf mıdır? Gerçekler ancak yaşanan ve elde edilen verilerin sorgulanması ile ortaya çıkacağından günümüz medeniyet tasavvurunun bir çıkış mı yoksa dibe vuruş mu olduğu sorgulanmalıdır.
Aklın egemenliğinde materyalist çizgide yaşama dair sistemler inşa eden insan bugün elde ki verilere göre kendi bunalımını tetiklemiştir. Refah toplumları inşa edilemediği gibi toplumların dayanışmacı niteliği zayıflayarak sömürücü yapıları çok daha güçlü hale getirmiştir.
Pozitivizmin ve materyalizmin ürünü olan dataizm, adeta bir din olarak sunulmaktadır. Bunun gelecekte kaosu derinleştireceğini görmemiz gerekiyor.
Batı Eğitim Mantalitesinin Kısa Vadede Taklitçi Toplumlara Etkisi
Eğitimin kimliklendirmede başat rol üstlendiğini ifade edebiliriz. Yapılandırmacı özelliği ile eğitim toplumsal yaşamın değer ve normlarını aktaran niteliği ile toplumların devamını gelişimini ihtiyaçlarının giderimini ve bütün bu ve buna benze fonksiyonlarıyla bireyi sosyalleştirdiği söylenebilir.
Batının eğitim sistemini benimsemiş toplumların yaşadığı sorunların başında kimlik bunalımı ve kuşaklar arsı çatışmanın derinliğidir. Batı toplumlarında da kuşaklar arası çatışma bulunmaktadır ancak kültürel aidiyet ve değerler bağlamında değildir. Kültürel değişim toplumsal talep ve alttan gelen bir hareket şeklindedir. Diğer toplumlarda ise tepeden inme ve siyasi otoritenin kurgularının egemenliğinde gerçekleşmektedir.
Batı eğitim sistemleri ile toplumlarda ilk etapta kendi kültürlerine yönelik negatif algılar gelişmekte. Geleneksel yapının ayak bağı olduğu düşüncesi gelişmekte, toplumsal değerlerin gelişmeyi engellediği fikri ile dışlanmaya ve kötülenmeye maruz kalmakta. Bunun sonucunda hayranlık duyulan batı tarzı yaşam günü birlik bir süreç olarak ilk etapta toplumlara sirayet etmekte. Kendi kimliğine yabancılaşan kendisine güvenmeyen bireyler efendinin kültürünü taklit ederek onun gibi davranarak efendi olacağı düşüncesine saplanarak ilk etapta kimliksizleşmekte.
Kimliksizleşen toplumlar yeni kimlik çıkarmaya yeltendiğinde ise başarılı olamamaktadırlar. Çünkü kimliklendirme çalışmaları batılı eğitim sistemleri yardımı ile birer toplum mühendisliği çalışması olarak zuhur etmekte. Bu durum karşısında kendini yapılandırmak isteyen toplumlar gelenekle çatışma içine girmektedir.
Yerelliğini kaybeden özgün kültürler, globalizm ile aynılaşırken aynı tüketim alışkanlıkları, eğlence, giyim, kurumsallaşma vs. bağlamında tek tipleşmeye gitmiştir. Toplumların binlerce yıllık deneyimleriyle oluşmuş kültürler ölü kültürlere dönüşürken aslında insanlık bakımından büyük bir değer yitimini ifade etmekte ve bu durum aynı zamanda toplumlar bakımından da kimliksizleşmeyi ve bunalımı ifade etmektedir.
Kültürel kimliksizlik bireyde aidiyet duygusunu zayıflattığı gibi köksüzlüğü ve kendisine yabancılaşmayı da tetiklemiştir. Toplumların binlerce yıl deneyimleyerek elde ettiği toplumsal yaşamın harcı olan değerler ve sorun çözme becerisi yok olma ile yüz yüze gelmiştir. Bu yeni düzende köksüzleşen insan, değerlere aidiyetini yitirdikçe yalnızlaşmıştır. İnsanın ontolojik özüne uygun olmayan ve onu her yönü ile kuşatmayan eğitim felsefesi ile oluşturulan bir eğitim politikasının ürünü olan içerikler en başta insanı köreltir. Kendisine yabancılaştırır.
Aklın egemen kılındığı bir sistem, insanı yüceltme iddiası ile zehirler ve güçlü birey yalanı ile yalnızlaştırır. Hatta bir süre sonra toplumsal ve sosyal bir varlık olmaktan çıkarıp mekanikleştirerek kendi azabını ve mutluluğunu tek başına yaşamaya mahkum eder.
Bu sistemi benimsemiş Batı karşısında geri duruma düşmüş ezik ve kayıp milletler, Batının yaşadığı bütün hastalıkları ve sorunları yaşamaya başlamışlardır. Bu bağlamada dünya tek tipleşmiştir. Amerika kıtasında var olan sorun Asya toplumlarında da yaşanmaktadır. Hıristiyan, Musevi, Müslüm dünyanın toplumsal sorunları Budist Konfüçyüsyen pagan toplumlarda da aynı özellikleri göstermektedir. Uyuşturucu bağımlılığı, toplumların oto kontrolü kaybetmesi, geleneksel değerlerin önemsizleşmesi, aile ve akrabalık bağlarının zayıflaması, ailelerin dağılması, dayanışma kültürünün zayıflaması, gelir adaletsizliği, gasp, şiddet ve daha birçok sorun aslında materyalist, Makyavelist egosantrik yaşamı benimsemiş insan tipolojisi ile ilgili olduğu veriler ışığında söylenebilir.
Her şeyin odağına oturtulan birey, aklın araçsallığını bir kenara bırakıp edimin tek öznesi olunca işler iyice karışmıştır. Aslında bir süre sonra akıl ve insanın özne olması bir kısır döngüye de yola açmıştır. Burada ilahlaşan insan çıktığı gibi içe kapanık intihar eğilimli zayıf ve kendi özünü kaybetmiş olarak ruhu olmayan nesneye de dönüşmüştür. Bireyin hayata yüklediği anlam zayıflamış veya yok olmuştur. Ahlakı olmayan akıl mekanik tasavvurlar bağlamında hareket ettiğinden değerlere sadakat ve özen gösterme eğiliminde olamamıştır.
Türk Eğitim Sistemi
1739 sayılı METK, ‘hedeflediği insan profili çağdaş dünyanın bir parçası ve yapıcı yaratıcı bireyler yetiştirmek. Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek’ ifadeleri ile başlamıştır.
1.Atatürk inkılâplarına ve Anayasanın başlangıcında İfadesini bulan Türk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlâkî, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;
Madde 11. Güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı İçin yurttaşların sahip olmaları gereken demokrasi bilincinin, yurt yönetimine ait bilgi, anlayış ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve manevî değerlere saygının, her türlü eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp geliştirilmesine çalışılır; ancak, eğitim kurumlarında Anayasada ifadesini bulan Türk' milliyetçiliğine aykırı siyasi ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.
Madde 12. Türk eğitiminde lâiklik esastır.
Din eğitimi ve öğrenimi ancak kişilerin kendi isteği ve küçüklerin de kanunî temsilcilerinin isteğine bağlı olarak verilir…
Madde 13. Her derece ve türdeki ders programlan ve eğitim metotlarıyla ders araç ve gereçleri, bilimsel ve teknolojik esaslara ve yeniliklere, çevre ve ülke ihtiyaçlarına göre sürekli olarak geliştirilir.
Eğitimde verimliliğin artırılması ve sürekli olarak gelişme ve yenileşmenin sağlanması bilimsel araştırma ve değerlendirmelere dayalı alarak yapılır.
Bilgi ve teknoloji üretmek ve kültürümüzü geliştirmekle görevli eğitim kurumlan gereğince donatılıp güçlendirilir; bu yöndeki çalışmalar maddi ve manevî bakımdan teşvik edilir ve desteklenir.
Madde 14. Millî eğitimin gelişmesi iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma hedeflerine uygun olarak eğitim - insan gücü - istihdam ilişkileri dikkate alınmak suretiyle, sanayileşme ve tarımda modernleşmede gerekli teknolojik gelişmeyi sağlayacak meslekî ve teknik eğitime ağırlık verecek biçimde planlanır ve gerçekleştirilir.
Madde 15. Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır.
Kanunun felsefi alt yapısının pozitivist bir zemine dayandığı metnin içerik analizi yapıldığında hemen anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Türk Milletinin gelenek ve göreneklerini korumayı, milli ve manevi değerleri önceliklemeyi ifade eden metin göze çarpsa da materyalist bir bakış ile mukaddesatçı bir neslin yetiştirilmesi en hafif ifade ile kan uyuşmazlığına ve hastanın zehirlenmesine yol açar. Zaten ortaya çıkan ürüne bakıldığında ne tam batılı ne de tam milli ve manevi değerler bağlamında yetişmiş bir nesil ile karşılaşılmamıştır. Eğitim kurumlarının müfredatlarında yer alan içerikler incelendiğinde bilimsellik bağlamında dayandığı kurgu realist pozitivist ve materyalist bir bilinç oluşturmaya dayanmaktadır. Din kültürün ve toplumsal yaşamın esinlendiği kaynak olmaktan ziyade kültürün bir parçası olarak sunulmuştur. Hatta ölü kültürün bir öğesi gibidir. Hukuk din ilişkisi zaten ret edilmektedir. Gelenek olumsuz örnekler üzerinden hareketle kötülenip mahkum edilmiş ve modernliğin zıddı olarak takdim edilerek dışlanmıştır. Yerel değerler üzerinden medeniyet tasavvuru ve modernlik çalışılmamıştır.
Kapitalist insan temel hedefler arasında yer almaktadır… Seküler yaşamı benimsemiş bireyleri yetiştirmek hedeflenmiştir. Demokrasi bağlamında Batı değerlerine daha fazla atıf yapılarak oluşturulan içeriklerle batı norm ve değerlerini benimsemiş birey yetiştirmek…
Muasır medeniyet vurgusu... Batı Medeniyeti anlaşılınca işin yerlilik ve millilik kısmı akamete uğradığından zihni bulanık bireylerin mevcuda geldiği rahatlıkla söylenebilir.
Bir yönüyle tek tip insan amaçlandığı da var sayılabilir ki bağlam olarak daha ziyade devletin bekası ileri sürülmüştür.
Tevhid-i Tedrisatla eğitimde tek tipleşme ve devletin var etmek istediği insan tipinin devlet kontrolünde gerçekleşmesi amaçlanmıştır. Devletin kendisini koruması ve devamı bakımından doğru bir politika olarak değerlendirilebilinir. Ancak iş devlet üstü ve medeniyet tasavvuru bakımından ele alınınca işler değişmektedir. Pozitivist bir medeniyet tasavvuru ile Batıya alternatif medeniyet sunumu mümkün değildir. Ancak taklit, fason bir şey üretmiş olunur ve maalesef burada yerliliğe ve milliliğe geleneğe maneviyata ait bir şey olmayacaktır. İlahiyat fakülteleri bile bu sonuçla yüz yüzedir. Dine materyalist bir temellendirme yapılması kaçınılmazdır. Bu anlayışla nitekim Batıda ve bizde durum böyledir. Ahlak ve din akıl üzerine bina edilmiştir. Oysa tam tersi olmalıydı…
Öneriler
Araçsal akıl çıkara dayalı olarak bireyci bir anlayışla ilişki dünyasını düzenler. Ahlakı olan akıl, öncelikle insanı bireyden kişi düzeyine çıkarır. Buna bağlı olarak insanın tarihselliği (insanın kimliği ve şahsiyeti doğduğu gün var olmamıştır)… Toplumsallığı ön plana çıkar. Davranışlar ona göre şekillenir. Ahlaklı akıl aslında insanın içsel potansiyeline atıf yapar ve bireyi kişilik sahibi yaparak insana dönüştürür. Nesnel ahlakı olmayan akıl ile hareket eden insan aç kalınca açlığını gidermek için her yolu dener ve hatta öldürür. Ahlakı olan akıl bağlamında hareket eden ise eylemlerine birde anlam ve değer atfı yaparken sahip olduğu insanı edinimlerin tamamı üzerinden bir değerlendirme yapar ve tercihini ona göre yapar. Yani öldürmeyi seçmeden de yaşamanın yollarını arar.
Günümüz insanı varlık ve varoluş arasında büyük bir gerilim yaşamaktadır. Varlığın, varoluş kaynağı bilginin yaratıcısı... Tanımlanmalı ve insan bu bağlamda ele alınmalıdır. İnsan doğası, biyolojik gereksinimler, tarihin yasaları, coğrafi ve iklimsel dayanaklar, eylemlerin, işlerin determinist (nedensellik) bağlam ve ilişkiler çok boyutlu bir okumaya tabi tutulması elzemdir. Bütün kainat ve içindekilerin özelde insanın tabi olduğu şeylerin anlaşılmasında yani konumlandırılmasında araçsal akıl sağlıklı bir şekilde konumlandırılmalıdır. Bu da eğitim felsefesinde yerini almalı ve eğitim yapılandırılmalıdır.
Sınırsız tanrı ve sınırlı tanrı konusu yeniden ele alınmalıdır.
Bireyselleşen insanı üreten materyalist okumaların sil baştan analizi yapılmalı ve modern dogmatizm yıkılmalıdır.
Dini yaşamada ve anlamada, tanrıyı kavramada, bilgiye ulaşmada (isimleri öğrenme adlandırma niteleme, bilim inşası, bilginin elde edilmesi) ve yorumlamada aklın araçsal niteliğine gereken özen gösterilmelidir.
Batının kendi dışındaki dünyaya karşı kurmuş olduğu üstünlükçü anlayış ve buna bağlı gelişmeler sil baştan ele alınmalıdır. Bunu ret eden ve antropolojik araştırmalara önem verilmeli ve eğitim müfredatlarında da yer almalı.
Batı egemenliğinin üretmiş olduğu dünyanın yaşam formunun parçaları eleştirel değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir. Eğitim, ekonomi, ahlak, siyasal önermeleri (Demokrasi) artı ve eksileri analiz edilmelidir.
Doğu ve Batı felsefesi ekseninde üretilen insan modelleri analiz edilmeli ve karşılaştırmalı bir şekilde çalışılmalıdır.
Bütün uluslar, eğitim sistemlerinin ana rengini oluşturan dayanak felsefesini sil baştan yeninden yapılandırmalıdır.
İnsanın en büyük ve diğer canlılardan ayrıştırıcı özelliği olan ahlakilik meselesinin eğitim ilişkisi, düzen kurgusu, biyolojik boyutu ve tanrı ilişkisi yeniden ele alınmalı ve mevcut anlayışı değiştirecek yeni yaklaşımlar sunulmalıdır.
İslam perspektifinde insanın ibadeti… Ne anlama gelmekte? Yaşamda İlah'ın konumu ve rolü nedir? Ne olmalıdır?
Allah'ın kapsayıcılığı… Allah'ın mülkü ve sahipliği… İnsanın özgürlüğü... İnsan-Rab ilişkisi… İnsan-doğa ilişkisi… İnsan- vahiy ilişkisi. Devlet-vahiy ilişkisi…
Kısaca İnsan konusu en başta ele alınmalı ve bu bağlamlarda eğitim sistemi, ekonomi, sosyal yaşam yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü materyalist insan, köksüz ve yabancılaştırıcı sığ kültürü ile sorun çözme kapasitesini kaybetmiştir. Hakimiyetini kurduğu dönem itibari ile materyalist yaklaşım, bazı sorunları çözmüş ancak insanı insanın kurduna da dönüştürmüştür.
Sömürücü kurumlara ve yapılara karşı pozitivist yaklaşım insanlara yeni bir kapı aralamıştır ancak süreç içinde sorun üretmeye başlamıştır. Çağımızın bunalımına zemin oluşturmuştur.
Yeni ve alternatif medeniyet tasavvuru için eğitim sisteminin yeni baştan kurgulanması için Taha Abdurrahman’ın ifadesi ile çağımız insanlığını sükûnete erdirecek dengeleyecek ilişkilerini düzenleyecek «yeni bir ahlak felsefesini inşa etmek» eğitim ve öğretim içeriklerini oluşturmak gerekmekte. İnsanın insanlığını belirleyen akıl değil ahlaktır. Ahlaksız bir akıl ahlaklı bir insan inşa edemez. Ahlaksız insan da ilkesizliği ile medeniyet inşa edemez. Yağmacı bir dünya ve kaos üreten bir varlık olarak Kuran’ın ifadesi ile «yeryüzünde bozguncu» olur.
Ahlakı dinden ayıran veya dini ahlaktan ayıran anlayışlar dini de ahlakı da bağlamından koparmış olmaktadırlar. Ahlaksız din veya dinsiz ahlak kendi otoritesini oluştururken sömürücü kurumlar inşa etme bedbahtlığından kurtulamazlar. Seküler anlayış buna hizmet etmektedir. Din ahlaktır. Bu bakımdan dinin yaşam formlarını pratize ederken elzem olan ahlaklı akıl, eğitilmiş insanın bilinci işe koşulmuş zihinsel tasavvurların köksüzlükten kurtulması gerekmektedir. Tin suresinde geçtiği üzere «güzel yaradılış» üzerine var olan insanın özünü besleyecek aklın kavrama, anlama, tefrik etme özelliğini besleyecek bilinci çok yönlü besleyerek kemale ermede yola koyacak insanın ontolojisine uygun eğitim sistemini ve içeriklerini esas alan eğitim sistemi geliştirmek gerekmektedir.
Eğitim sistemi tasavvurunda insan, fiziğin ve metafiziğin öğrenebilen varlık olarak yorumlayıcısı kavrayanı işe koşanı bağlamında konumlandırıldığında:
Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve aynı zamanda varlığının da bir ayeti olarak konumlandırılacak insan, çevresindeki her şeye karşı sorumluluk almış olacaktır.
Diğer canlılara ve eşyaya bakmak, okumak, anlamak, işlemek ve düzenlemek gibi görev üstelenmiş insan, tabiatın çok boyutluluğunu ve hatta metafiziği göz önüne alarak kendini dizginleyebilen ve eylemlerinde seçme hakkı olan bir varlık olarak iyi ve doğru olana yönelmesini sağlayacak bilinci inşa edecek eğitim içeriklerini oluşturması gerekmektedir.
Eğitim yoluyla edineceği bilinç sayesinde insan, varlığı bütüncül şekilde algılayan arınmacı bir yola girmesi gerekir ki böylece emanetçi olduğu gerçeğini ve kalıcı olmadığını bilerek yaşamayı öğrenebilsin ve ona göre kendini konumlandırabilsin.
Böylece dünyadaki mücadelesinin çok boyutluluğunun farkına varması gerçekleşmiş olsun ve böylece de dünyevi edinimlerine derinlikli bir anlam yüklemeyi gerçekleştirebilsin.
Şu anki eğitimimiz ne yerli, ne millidir. Bu haliyle bizi muasır medeniyete veya üzerine ulaştıramamıştır. Bizi taklitçi ve ara eleman yapmıştır. Batının üstünlükçü anlayışına boyun eğmiş durumdayız çünkü bütün hücrelerimizle batılı olmak ve onlara öykünmek gibi kutsanmış dogmatik hüviyete büründürülmüş bir zorbalığa boyun eğmiş durumdayız.
Batı dünyasının ürettiği kavramlarla yaşamımızı şekillendiren bizler ve tüm dünya, evrensel diye dikte ettirilen Batı değerlerini tartışmaktan dahi korkmaktayız... Bu halimizle alternatif medeniyet olabilmek ya da çağımızın sorunlarına çözüm üretebilmek bakımından tek satır bir şey ortaya koymak mümkün değildir. Bunun için arınmacı ve taabudi bir eğitim düzeni kurmak için pozitif bilimler diye ifade edilen bilimin ahlakı ve bu ahlakın yaratıcı ile ilişkili olması artık kaçınılmazdır…
Yararlanılan Kaynaklar
-Akyıldız, H. (2008). Tartışılan Boyutuyla “Homo Economicus”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Dergisi yayınlarıc.13, ss29-40.
-Arslan, A. (2018). Eğitimin Felsefi Temelleri, (Ed. Akdeniz, A., Küçük, M.) Ankara: Nobel yayınları
-Arslan, H. (2012). Dini Gruplar ve Siyaset, Ankara: Ankara Okulu Yayınlar:145
-Arslan, H. (2016). Farklı Bir Perspektiften Terörizm, Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, yıl 6, clt.6, S.11
-Bahadır, A. (2007). Jung ve Din, İstanbul: İz Yayıncılık.
-Bakır, K. (2021). Eğitim Felsefesi, Ankara: Pegem Akademi Yayınları
-Bilgiç, V. (2008). Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı, (Ed. A. Balcı, vd.) Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
-Borella, J. (2016). Dinsel Simgeciliğin Bunalımı, (Çev. Lütfi Fevzi Topaçoğlu), İstanbul: İnsan Yayınları
-Çoban, Gizem S. (2021). Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde Kendini Gerçekleştirme Basamağında Gizli Yetenekler, Europan Journal of Educational & Social Sciences V6, İssue 1, pp110-118
-Dursun, D. (1992). Bürokrasi Teorisi ve Yönetim, Sosyal Siyaset Konferans Dergisi, s.37,38 ss.135-149
-Gay, Peter, (2017). Modernizim, Sapkınlığın Cazibesi , (Çev. Sibel Erduman), İstanbul, Everest Yayınları.
-Gündüz, M. (2013). Modern Eğitimin Doğuşu Ve Alternatif Eğitim Paradigmaları, Bayburt ÜniversitesiEğitim fakültesi Dergisi, Yıl ,2013 Özel Sayı 1.
-Guenone, Rene, (2016). Modern Dünyanın Bunalımı, (Çev. Mahmut Kanık),İstanbul: İnsan yayınları.
-Horkheimer, M. (2010). Akıl Tutulması, İstanbul: Metis Yayınları
-Jung, C. G., (1999)., Keşfedilmemiş Benlik, (Çev. B. İlhan), İstanbul: İlhan Yayınları.
-Kant, İmmanuel, (2014). Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu, çeviri dizisi, Ankara.
-Karip, E. (2011). Eğitim Bilimlerine Giriş, Ankara: Pegem Akademi Yayınları
-Morin, F. (2010). Yitik Paradigma: İnsan Doğası, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları
-Navaro, D. (2017). İnsanın Dünyasında Yabancılaştırıcı Akıl ve Etik Akıl, İstanbul: Sosyal Yayınları
-Roney, P. (2013). Aşkınlık ve Yaşam Nietsche ve “Tanrının Ölümü” Üzerine, Koç Ün. Araştırma Makalesi
-Taslaman, C. (2016). Big Bang ve Tanrı, İstanbul: İstanbul Yayın Evi.
-Tekkeli, Hazal S., Akta, A. (2022). Sigmun Frued’un Görüşlerinin Eğitime Yansımaları, Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, C, 14, S.3, ss. 964-978
-Toman, A. (2020). Okul Öncesi eğitim Kurumlarında Karşılaşılan Sorunlara ilişkin Velilerin Algılarının Değerlendirilmesi Ankara İli Örneği, Ahmet Yesevi Üniversitesi Beşeri Bilimler Fak. Eğitim Yönetimi ve Denetimi Yüksek Lisans Dönem Projesi.
-Toman, A. (2021).,Okul Öncesi Eğitimde Karşılaşılan Sorunlara İlişkin Veli Görüşleri, Electronic Journal Of Education Scıences, yıl 2021, C.10, S 20.
-Yayla, A. (1993). Liberalizm, Ankara: Turhan Kitap Evi Yayınları, Bilimsel Araştırmalar Dizisi 20, Adalet Matbaacılık Ltd. Şti.
-White, Mark D. (2004). Can Homo Economicus Follow Kant’s Categorical İmprotive?, Journal of socian Economics Staten İsland, 33, pp,89-106
*MEB Eski İl Müdürü ve Milli Kütüphane Başkanı